13 Ocak 2016 Çarşamba

Satranç tahtasında tavla


Peşinen söyleyeyim ki, özellikle Türkiye’de kahvehane kültürüne aşina erkeklerin tamamının aksine, tavladan hiç anlamam. Satrancı ise biraz bilirim ve ara sıra kızımla oynarım. Ama yine baştan söyleyeyim buradaki kastım satrancı övmek, tavlayı yermek ya da tam tersi değil. Çünkü her oyunun kendi güzellikleri, kendi kuralları, kendi stratejileri olduğunu bilirim.
Ama, tabii olarak, her konuda olduğu gibi bu iki masa oyununa dair de bir algı ve imaj konusu var. Dört bin yıllık bir geçmişi olan satrancın bendeki algısı daha kurallı, daha disiplinli, daha açık ve daha centilmence bir oyun olması şeklinde. Bana göre satranç kurnazlığa, aldatmaya, ayak oyunlarına veya şansa değil rakibinin gözlerinin içine bakarak ve belki de 4-5 hamle sonrasında neler yapabileceğini göstere göstere oynanan bir zekâ ve strateji oyunudur.
Öte yandan geçmişi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanan tavlanın da kendine has kuralları ve zekâ gerektiren stratejileri vardır. Zaten 4.500 hamle ihtimali olduğu söylenen tavla da pek hafife alınabilecek bir oyun gibi görünmüyor. Yine de çıkan fırsatların isabetli değerlendirilmesini sağlayan kıvrak zekâ ve tecrübeyle edinilmiş ustalığın yanı sıra her an oyunun kaderini değiştirebilecek baskın şans faktörü tavlayı büyük ölçüde satrançtan ayrı bir kategoriye taşıyor. Çünkü bütün diğer niteliklerinin yanında tavlanın en baskın karakterini bir “şans oyunu” olması oluşturuyor.
Burada asla o bundan iyidir, bu şundan kötüdür şeklinde bir kastım yok. Çünkü iki oyun bambaşka kuralları olan ve tamamen bambaşka olan oyunlardır. Bu yüzden satrancı tavla gibi, tavlayı satranç gibi oynayamazsınız. Oynamaya kalkarsanız komik durumlara düşersiniz. Çevrenizde alay konusu olursunuz. Üstelik aptalca bir şey yapıp satrancı tavla gibi oynayarak makul ve geçerli bir sonuç almanız da mümkün olamaz. Aynısı tavlayı satranç gibi oynamaya kalkanlar için de geçerlidir. Böyle bir saçmalığı yapmaya kalkanlar, bundan sonuç alamayacakları, bir de üstüne rezil olacakları gibi ileride olur da kurallarına uygun ciddi bir oyun oynamak istediklerinde kendisine saygısı olan herhangi bir oyun arkadaşı da bulamazlar.  
“Sen neden bahsediyorsun? Bu kadar saçmalığı yapabilecek satranç ya da tavla meraklısı olabilir mi?” diyen itirazlarınızı duyar gibiyim. Haklısınız. Zaten böyle bir saçmalık olmaz. Olamaz. Tüm benzer oyunlarda olduğu gibi tavla ve satrançta da oyunun esasını hiçe saymak, hep kazanmak hırsıyla oyunun kurallarını keyfi bir şekilde ihlal etmek ya da sürekli değiştirmek mümkün değildir. Ya peki gerçek hayat? Gerçek hayat eninde sonunda eğlencelik olan bu oyunlar kadar ciddiyetten mahrum olmalı ki siyasette, ekonomide, yargıda, dış politikada kuralsızlık, ilkesizlik, disiplinsizlik ve keyfilik had safhada.
Tavlada, satrançta sergilendiklerinde acımasızca alay edeceğimiz saçmalıkların çok fazlası gerçek hayatta ve her tarafta kol gezmiyor mu? Sahip olduğu kaba kuvvetin verdiği pervasızlıkla parlamenter demokratik hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarını yok sayanlar bu ülkede yok mu? Anayasa’nın, yasaların, demokratik ve diplomatik teamüllerin, en temel ahlaki ilkelerin, mahkeme kararlarının yerine ilkesizliği, hukuksuzluğu, keyfiliği, fırsatçılığı, üç kağıtçılığı ve çıkarcılığı koyanlar tüm bunları hepimizin gözleri önünde yapmıyor mu? Sahi nasıl oluyor da satranç diye başladığınız bir oyunu tavla gibi oynamaya kalkışacak bir kendini bilmezin zararsız saçmalığına hiç tahammül edilemezken bir toplumsal tepkisizlik konforu içerisinde Anayasa ve parlamenter demokrasinin bütün yasaları, ilkeleri, kuralları ve kurumları arsız bir cüretkârlıkla yok sayılabiliyor?
Basit bir oyundaki saçmalıklara tahammül edemeyecek milyonlar kendi hayatlarını ve çocuklarının geleceklerini tarumar ederek sonsuza kadar karartacak böylesine büyük bir vandallığa neden hiç seslerini çıkarmıyor? Ülkeyi göz göre göre kaçınılmaz bir felakete sürükleyen saçmalıklara ve hilelere nasıl oluyor da bu kadar göz yumulabiliyor? Sahi ne oldu da bu ülkede insanlar ruhları çoktan terk etmiş, kokuşarak, kurtlanarak çürümeye yüz tutmuş cansız cesetlere dönüşüverdi? Hakikaten ne oldu bu ülkeye, bu millete, akla, ahlaka, izana, insafa ve vicdana?
Yoksa niteliklerini daha geliştirmek için uğraştığımız o çoğulcu ve özgürlükçü anayasal demokratik hukuk devleti değil miydik biz? Öyleyse milyonların yadırgamayan bakışları arasında bu kadar hoyrat baskıların ve keyfi yasakların sökün etmesi neden? Neden “çocuklar ölmesin” diyenler herkesin gözleri önünde linç ediliyor, cezalandırılıyor da gıkınız hiç çıkmıyor? Niçin korkuyorsunuz bu kadar?
Hangi özgürlükçü gerçek demokraside oyun oynarken değiştirdikleri ve yerine başkasını koymadıkları için kuralsızlıkla zırvalayıp duran yöneticiler tarafından sırf “barış istediler” diye binden fazla aydın tehdit edilebilir? Hangi hukuk devletinde barış ve huzur isteyenler derhal cezalandırılırken, muhalif herkesi açıktan öldürmekle ve üstelik “dökülecek kanlarıyla duş almakla” tehdit eden mafyatik çeteler el üstünde tutulabilir?
Hangi demokratik hukuk sistemi, “sistemi değiştirdim” diyerek sanki sistem hakikaten değişmiş gibi anayasal ve ahlaki hadlerini bilmeyenlerin ülkeyi keyiflerince yönetmelerine müsaade eder? Anayasal parlamenter sistem hala yerli yerinde duruyorken ülkeyi nev-i şahsına münhasır despotik bir başkan gibi yönetmeye kalkarak her adımında anayasal suç işleyenlere kendisine azıcık saygısı olan hangi onurlu halk saygı duyar?
Türkiye hala Avrupa Konseyi’ne üye, AİHS’e taraf, AİHM’e bağlı, AB’ye üyelik sürecindeyken bu ülkede her gün en adi diktatörlüklerde bile görülemeyecek ölçüde yaşanan hukuksuzluklar, yolsuzluklar, keyfilikler, baskılar ve zulümler satranç tahtasında tavla oynamaktan daha mı az vahim ki kimselerden ses çıkmıyor, hiç itiraz yükselmiyor?
Şu hale bakın: NATO üyesiyken Şangay İşbirliği Örgütü’ne yaltaklanılıyor. NATO ordusuyken Çin ile füze sistemleri pazarlığı yaparak şark kurnazlıkları sergileniyor. Seküler bir cumhuriyet ve demokrasiyken Suudilerin mezhepçi askeri paktında yer alınıyor. Suriye’de ve Ortadoğu’nun birçok yerindeki radikal terör örgütleriyle netameli ilişkilere giriliyor. En fazla merhamet gösterilmesi gereken Suriyeli mülteciler bile insan dalgaları haline getirilip AB ülkelerine karşı bir şantaj aracı olarak kullanılabiliyor. Peki, tüm bunlar ve daha niceleri satranç tahtasında tavla oynamaktan daha küçük birer saçmalık mıdır ki, hiç kimseden hiçbir tepki gelmiyor?
Şunu kimse unutmasın! Satranç tahtasında tavla oynayarak hiçbir sonuç alınamayacağı gibi ilkesiz, kuralsız dış politika ve keyfi iç politika tercihleriyle Türkiye’nin müspet bir sonuca ulaşmasının da imkanı bulunmuyor. Ülke içinde ve dış politikada kendisini hiçbir müesses kaideye bağlı hissetmeyen, revizyonist demeye bile imkan vermeyecek kadar ilkesizlik batağına saplanan Erdoğan Rejimi’nin öngörülemeyen, tahmin edilemeyen ve dolayısıyla güvenilmeyen politika ve eylemlerinin varacağı sonuç korkarım ki bütün kurumlarıyla ve ilişkileriyle iflas etmiş bir ülkeden başkası olamaz. Kaos içerisinde, altından kalkamayacağı sorunlarla baş başa kalacak böyle bir ülkenin uluslararası alanda hızla yalnızlaşarak iflas etmiş bir devlete (failed state) dönüşmesinden ise kaçınılamaz.
İsteyen istediği kadar saçmalamaya, kendilerini komik durumlara düşürmeye devam edebilir. Ama, keşke tüm bu saçmalıkları sadece satrançta veya tavlada yapmakla yetinseler. Milletin, ülkenin ve çocuklarımızın geleceğiyle saçma sapan oynamasalar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder