Peşinen söyleyeyim ki, özellikle Türkiye’de kahvehane kültürüne aşina erkeklerin tamamının aksine, tavladan hiç anlamam. Satrancı ise biraz bilirim ve ara sıra kızımla oynarım. Ama yine baştan söyleyeyim buradaki kastım satrancı övmek, tavlayı yermek ya da tam tersi değil. Çünkü her oyunun kendi güzellikleri, kendi kuralları, kendi stratejileri olduğunu bilirim.
Ama, tabii olarak, her
konuda olduğu gibi bu iki masa oyununa dair de bir algı ve imaj konusu var. Dört
bin yıllık bir geçmişi olan satrancın bendeki algısı daha kurallı, daha
disiplinli, daha açık ve daha centilmence bir oyun olması şeklinde. Bana göre satranç
kurnazlığa, aldatmaya, ayak oyunlarına veya şansa değil rakibinin gözlerinin
içine bakarak ve belki de 4-5 hamle sonrasında neler yapabileceğini göstere
göstere oynanan bir zekâ ve strateji oyunudur.
Öte yandan geçmişi M.Ö.
3000 yıllarına kadar uzanan tavlanın da kendine has kuralları ve zekâ
gerektiren stratejileri vardır. Zaten 4.500 hamle ihtimali olduğu söylenen tavla
da pek hafife alınabilecek bir oyun gibi görünmüyor. Yine de çıkan fırsatların
isabetli değerlendirilmesini sağlayan kıvrak zekâ ve tecrübeyle edinilmiş
ustalığın yanı sıra her an oyunun kaderini değiştirebilecek baskın şans faktörü
tavlayı büyük ölçüde satrançtan ayrı bir kategoriye taşıyor. Çünkü bütün diğer
niteliklerinin yanında tavlanın en baskın karakterini bir “şans oyunu” olması
oluşturuyor.
Burada asla o bundan
iyidir, bu şundan kötüdür şeklinde bir kastım yok. Çünkü iki oyun bambaşka kuralları
olan ve tamamen bambaşka olan oyunlardır. Bu yüzden satrancı tavla gibi,
tavlayı satranç gibi oynayamazsınız. Oynamaya kalkarsanız komik durumlara düşersiniz.
Çevrenizde alay konusu olursunuz. Üstelik aptalca bir şey yapıp satrancı tavla
gibi oynayarak makul ve geçerli bir sonuç almanız da mümkün olamaz. Aynısı
tavlayı satranç gibi oynamaya kalkanlar için de geçerlidir. Böyle bir saçmalığı
yapmaya kalkanlar, bundan sonuç alamayacakları, bir de üstüne rezil olacakları
gibi ileride olur da kurallarına uygun ciddi bir oyun oynamak istediklerinde kendisine
saygısı olan herhangi bir oyun arkadaşı da bulamazlar.
“Sen neden bahsediyorsun?
Bu kadar saçmalığı yapabilecek satranç ya da tavla meraklısı olabilir mi?” diyen
itirazlarınızı duyar gibiyim. Haklısınız. Zaten böyle bir saçmalık olmaz. Olamaz.
Tüm benzer oyunlarda olduğu gibi tavla ve satrançta da oyunun esasını hiçe saymak,
hep kazanmak hırsıyla oyunun kurallarını keyfi bir şekilde ihlal etmek ya da sürekli
değiştirmek mümkün değildir. Ya peki gerçek hayat? Gerçek hayat eninde sonunda
eğlencelik olan bu oyunlar kadar ciddiyetten mahrum olmalı ki siyasette, ekonomide,
yargıda, dış politikada kuralsızlık, ilkesizlik, disiplinsizlik ve keyfilik had
safhada.
Tavlada, satrançta
sergilendiklerinde acımasızca alay edeceğimiz saçmalıkların çok fazlası gerçek
hayatta ve her tarafta kol gezmiyor mu? Sahip olduğu kaba kuvvetin verdiği
pervasızlıkla parlamenter demokratik hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarını
yok sayanlar bu ülkede yok mu? Anayasa’nın, yasaların, demokratik ve diplomatik
teamüllerin, en temel ahlaki ilkelerin, mahkeme kararlarının yerine ilkesizliği,
hukuksuzluğu, keyfiliği, fırsatçılığı, üç kağıtçılığı ve çıkarcılığı koyanlar
tüm bunları hepimizin gözleri önünde yapmıyor mu? Sahi nasıl oluyor da satranç diye
başladığınız bir oyunu tavla gibi oynamaya kalkışacak bir kendini bilmezin
zararsız saçmalığına hiç tahammül edilemezken bir toplumsal tepkisizlik konforu
içerisinde Anayasa ve parlamenter demokrasinin bütün yasaları, ilkeleri, kuralları
ve kurumları arsız bir cüretkârlıkla yok sayılabiliyor?
Basit bir oyundaki
saçmalıklara tahammül edemeyecek milyonlar kendi hayatlarını ve çocuklarının
geleceklerini tarumar ederek sonsuza kadar karartacak böylesine büyük bir vandallığa
neden hiç seslerini çıkarmıyor? Ülkeyi göz göre göre kaçınılmaz bir felakete sürükleyen
saçmalıklara ve hilelere nasıl oluyor da bu kadar göz yumulabiliyor? Sahi ne oldu
da bu ülkede insanlar ruhları çoktan terk etmiş, kokuşarak, kurtlanarak çürümeye
yüz tutmuş cansız cesetlere dönüşüverdi? Hakikaten ne oldu bu ülkeye, bu
millete, akla, ahlaka, izana, insafa ve vicdana?
Yoksa niteliklerini daha
geliştirmek için uğraştığımız o çoğulcu ve özgürlükçü anayasal demokratik hukuk
devleti değil miydik biz? Öyleyse milyonların yadırgamayan bakışları arasında bu
kadar hoyrat baskıların ve keyfi yasakların sökün etmesi neden? Neden “çocuklar
ölmesin” diyenler herkesin gözleri önünde linç ediliyor, cezalandırılıyor da
gıkınız hiç çıkmıyor? Niçin korkuyorsunuz bu kadar?
Hangi özgürlükçü gerçek
demokraside oyun oynarken değiştirdikleri ve yerine başkasını koymadıkları için
kuralsızlıkla zırvalayıp duran yöneticiler tarafından sırf “barış istediler”
diye binden fazla aydın tehdit edilebilir? Hangi hukuk devletinde barış ve
huzur isteyenler derhal cezalandırılırken, muhalif herkesi açıktan öldürmekle
ve üstelik “dökülecek kanlarıyla duş almakla” tehdit eden mafyatik çeteler el
üstünde tutulabilir?
Hangi demokratik hukuk sistemi,
“sistemi değiştirdim” diyerek sanki sistem hakikaten değişmiş gibi anayasal ve
ahlaki hadlerini bilmeyenlerin ülkeyi keyiflerince yönetmelerine müsaade eder? Anayasal
parlamenter sistem hala yerli yerinde duruyorken ülkeyi nev-i şahsına münhasır despotik
bir başkan gibi yönetmeye kalkarak her adımında anayasal suç işleyenlere kendisine
azıcık saygısı olan hangi onurlu halk saygı duyar?
Türkiye hala Avrupa
Konseyi’ne üye, AİHS’e taraf, AİHM’e bağlı, AB’ye üyelik sürecindeyken bu
ülkede her gün en adi diktatörlüklerde bile görülemeyecek ölçüde yaşanan hukuksuzluklar,
yolsuzluklar, keyfilikler, baskılar ve zulümler satranç tahtasında tavla
oynamaktan daha mı az vahim ki kimselerden ses çıkmıyor, hiç itiraz yükselmiyor?
Şu hale bakın: NATO
üyesiyken Şangay İşbirliği Örgütü’ne yaltaklanılıyor. NATO ordusuyken Çin ile
füze sistemleri pazarlığı yaparak şark kurnazlıkları sergileniyor. Seküler bir cumhuriyet
ve demokrasiyken Suudilerin mezhepçi askeri paktında yer alınıyor. Suriye’de ve
Ortadoğu’nun birçok yerindeki radikal terör örgütleriyle netameli ilişkilere
giriliyor. En fazla merhamet gösterilmesi gereken Suriyeli mülteciler bile
insan dalgaları haline getirilip AB ülkelerine karşı bir şantaj aracı olarak
kullanılabiliyor. Peki, tüm bunlar ve daha niceleri satranç tahtasında tavla
oynamaktan daha küçük birer saçmalık mıdır ki, hiç kimseden hiçbir tepki gelmiyor?
Şunu kimse unutmasın! Satranç
tahtasında tavla oynayarak hiçbir sonuç alınamayacağı gibi ilkesiz, kuralsız
dış politika ve keyfi iç politika tercihleriyle Türkiye’nin müspet bir sonuca
ulaşmasının da imkanı bulunmuyor. Ülke içinde ve dış politikada kendisini hiçbir
müesses kaideye bağlı hissetmeyen, revizyonist demeye bile imkan vermeyecek
kadar ilkesizlik batağına saplanan Erdoğan Rejimi’nin öngörülemeyen, tahmin
edilemeyen ve dolayısıyla güvenilmeyen politika ve eylemlerinin varacağı sonuç korkarım
ki bütün kurumlarıyla ve ilişkileriyle iflas etmiş bir ülkeden başkası olamaz. Kaos
içerisinde, altından kalkamayacağı sorunlarla baş başa kalacak böyle bir
ülkenin uluslararası alanda hızla yalnızlaşarak iflas etmiş bir devlete (failed
state) dönüşmesinden ise kaçınılamaz.
İsteyen istediği kadar saçmalamaya,
kendilerini komik durumlara düşürmeye devam edebilir. Ama, keşke tüm bu
saçmalıkları sadece satrançta veya tavlada yapmakla yetinseler. Milletin, ülkenin
ve çocuklarımızın geleceğiyle saçma sapan oynamasalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder