İhtişamlı dönemler
geçirdikten, 600 yıl sürdükten sonra zamana ayak uydurmakta zorlanıp miadını doldurarak
çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunun üzerinden tam 92 yıl geçti. Zor şartlar altında kurtarılan Anadolu’nun
kalbinde Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğiyle kurulan Cumhuriyet o dönemin
şartlarına göre demokratik hukuk devleti olabilme çabası sergilemekten de geri
durmadı.
Ancak, Cumhuriyet bazı tarihsel
sebeplerden, bazı kifayetsizliklerden ve uluslararası konjontürden dolayı maalesef
gerçek bir demokratik hukuk devleti olma idealine bir türlü ulaşamadı. Bu
yöndeki çabalar ya demokrasi ve hukuk vaatleriyle gelen samimiyetsiz ve
muhteris siyasi liderlerin yeterince güç temerküzü sağladıktan sonra bir tek
adam diktası kurma hayali peşinde despotlaşmaşıyla sonuçlandı. Ya da siyasi
aktörlerin beceriksizlikleri yüzünden dönem dönem paralize olan acemi demokrasimiz
askeri darbeler ve müdahalelerle kesintiye uğradı. Netice 92 yıl boyunca Cumhuriyet
bir türlü özgürlükçü ve tam teşekküllü bir demokratik hukuk devleti olma
vasfıyla taçlandırılamadı.
Yarım yamalak bu demokrasisine,
bir türlü yerli yerine oturtulamayan hukuk devletinin her türden zafiyetine
rağmen bütün renkleri ve görüşleriyle Türk milleti Cumhuriyet’i yine de çok
sevdi. Zihniyet olarak tarih öncesinde kalmış çok marjinal bazı gruplar dışında
halkın tamamı Cumhuriyet’i benimsedi ve sahiplendi.
Buna rağmen bugün Türkiye
Cumhuriyeti, kemale ermemiş olsa da kimliğini bütünleyen bütün demokratik ve
hukuki ilkeleriyle birlikte can çekişiyor. Çünkü o “çok marjinal bazı gruplar”
diye tanımladığımız bir azınlığın arsız ve şımarık tahakkümü altında bulunuyor.
Cumhuriyet dönemi değerleri ve tecrübeleri yerine kendilerine geçmiş zamanların
sıkıntılı istibdat dönemlerini referans alarak “Büyük Devlet” hayalleri peşinde
koşan bu küçük güruh, gün be gerçeklikle bağlarını tamamen yitirdikleri halde,
Cumhuriyet’i neredeyse tamamen esir almış durumdalar. Gırtlağına kadar suça ve
yolsuzluğa batmış bu muktedir azgın azınlığın elinde Cumhuriyet adeta maalesef
son demlerini yaşıyor. Ya çok geç olmadan uygulanacak bir şok tedaviyle demokratik
Cumhuriyet kendisine yeniden gelecek ya da tamamen Orta Doğu’nun ve Asya’nın
hiç de yabancısı olmadığı kesif bir diktatörlüğün hakimiyetine girecek.
Ülkede son yıllarda ve
özellikle de son günlerde yaşananlara şöyle bir kuş bakışı bakanlar, şu an bile
sultası altında yaşamakta olduğumuz nev-i şahsına münhasır rejimin demokratik
bir hukuk devleti olmadığına rahatlıkla kanaat getirebilirler. “Halk yönetimi”
anlamına gelen Cumhuriyet’in bu mümeyyiz vasfını gün be gün nasıl da yitirmekte
olduğuna kolayca ve doğru bir şekilde hükmedebilirler. Devletin en tepesinde
bulunanların bile her türlü yolsuzluk ve rüşvet şaibeleriyle anıldığı,
işlemedik ulusal ve uluslararası suç bırakmadıklarına dair şüphelerin ise zirve
yaptığı bir ortamda güçler ayrılığı sistemi, kontrol ve denge mekanizmaları, temel
hak ve özgürlükler, şeffaflık, hukuk ve hesap verebilirlik özelliklerinden gün
be gün mahrum bırakılan mevcut rejimin sultanlıkla diktatörlük karışımı bir tek
adam rejimine dönüşmekte olduğu aklını ve izanını tamamen yitirmemiş herkes tarafından
açıkça görülebiliyor.
Hukuksuz proje
hakimlikler, partizan savcılıklarla bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş yargının
bulunduğu, iktidarın ve iktidardan da muktedir bir tek adamın milis gücüne dönüştürülmüş
polis teşkilatının olduğu, özgür basının tek tek susturulduğu, basının ve
medyanın en az yüzde 80’inin o tek adam tarafından doğrudan ya da dolaylı
kontrol edildiği, kamu yayıncılığı yapan medya organlarının gün be gün güçlenen
bu despotluğun sıradan propaganda
makinasına dönüştürüldüğü bir rejime ne demokrasi, ne hukuk devleti, ne de
Cumhuriyet diyebilmenin imkanı kalmamıştır.
Şirketlerin ve
işadamlarının tek tek tehdit edildiği, mallarına keyfi şekilde el konulduğu, can
çekişmekte olan bir avuç özgür ve bağımsız medya kuruluşunun gazetelerinin
kapatıldığı, televizyonlarının karartıldığı bir rejimin bir adı varsa, o da herhalde
diktatörlüktür. Gerçek sivil toplum örgütlerinin üzerinde tepinildiği, GONGO
niteliğinde binlerce çakma sivil toplum görünümlü entitenin kurulduğu, en basit
eleştiri getirenlerin bile derhal “terörist” diye yaftalanarak üzerlerine
çullanıldığı bir rejimin adına demokratik bir hukuk devleti veya Cumhuriyet
dışında her şey diyebilirsiniz.
Muhalefetin sesinin
kısıldığı, kamu imkanlarının hiçbir denetime tabii olmaksızın tamamen iktidar
ve tek adamın kullanımına verildiği, en ufak muhalif sese tahammülün dip
yaptığı bir ortamda hakkında konuşulması gereken bir Cumhuriyet’in varlığı
değil, hukuksuz ve keyfi bir diktatörlüğün kurulmakta olduğudur. Kimsenin can
ve mal güvenliğinin kalmadığı, on binlerce partizan tetikçinin hedef aldığı
demokrat aydınların ve muhalif toplumsal kesimlerin onur ve haysiyetlerinin sistematik
bir şekilde linç edilerek inciltildiği bir rejime halkın rejimi, yani Cumhuriyet
diyemezsiniz.
Yargının muhalif görülen
herkesi ezmekte kullanılan adi bir silaha dönüştürüldüğü, bu yüzden yargıya güvenin
yerlerde süründüğü ve hukuk güvenliğinin tamamen ortada kalktığı bir tek adam
despotluğuna demokratik hukuk devleti ya da Cumhuriyet diyemezsiniz. Bünyesinde
en etkin demokratik medya araçlarını barındıran Türkiye’nin en büyük
holdinglerinden İpek Koza Holding ve İpek Medya Grubu’na haksız, hukuksuz ve
göz göre göre sergilenen küstahlıklar ile yüzlerce ağır silahlı polis eşliğinde
el koyabiliyorsanız, orada bir erdem ve fazilet rejimi olan Cumhuriyet’ten
bahsedemezsiniz.
Bir rejim düşünün ki, muktedirlerinin
ve yandaşlarının kazanç kapısı olarak çalışmanın yerini halkı soymak, kamu
mallarını talan etmek, hırsızlık ve rüşvet almış olsun, hukukun yerini despotluk,
erdem ve faziletin yerini ahlaksızlık, şeffaflığın yerini denetimsizlik,
hoşgörünün yerini küstahlık ve nobranlık almış olsun! Böyle bir rejime
demokrasi ve cumhuriyet diyebilir misiniz? Örnekleri çoğaltmak, yazıyı uzatmak mümkün,
ama sanırım gereksiz.
Özetle çağdaş vatandaşlık
haklarının bilincinde bir toplumun temel hak ve özgürlüklerini garanti altına
almış bir demokratik hukuk devleti vasfıyla taçlandırabilmek için uğruna nesiller
boyu mücadele verilen Cumhuriyetimiz Erdoğan sultasının keyfilikleri ve
hukuksuzlukları yüzünden savrulduğu berbat koşullardaki bir yoğun bakımda can
çekişiyor. Ülke Cumhuriyet’in kurulmasına giden çileli yolun geçtiği
yıllardakinden çok daha büyük bir tehlike altında bulunuyor.
İşte bu berbat şartlar ve
büyük tehlikeler altında Türkiye, Pazar günü ya Cumhuriyet’ine yeniden sahip
çıkacak ve ona ihtiyaç duyduğu nefesi ve ruhu üfleyecek, ya da demokrasiyi “uygun
gördüğü istasyonda inilecek bir tramvay” gibi gören muhteris ve ilkesiz zihniyetin
elinde heder olup gidecek. Pazar günü yapılacak seçimler Cumhuriyet’imizi
kurtarmak için bütün muhtemel sıkıntılarıyla birlikte son demokratik şansımız.
Hukukun büyük ölçüde yok edildiği ülkemizde, Cumhuriyet’in ve kazanımlarının
korunmasının tek demokratik yolu olarak, belki de önümüze son kez konulacak
olan, sandık görünüyor. Demokratik yöntemlerden vazgeçmeden Cumhuriyet’in
kazanımlarını korumanın bu son şansı iyi kullanılamayıp, dikta heveslilerinin
beklentisi doğrultusunda heder edilirse Türkiye’yi her açıdan derinliği bugünden
tahmin edilemeyecek büyük sıkıntılar, krizler ve kaotik günler bekliyor.