En çirkin siyaset insanların hayatları ve yaşam alanları üzerinden yürütülen siyasettir. İnsanların hayatlarını, onurlarını, yüzlerce yıllık geçmişlerinden kendilerine ulaşmış sosyo-kültürel çevrelerini ve alışkınlıklarını umursamadan yaşam alanlarından ayrılmaya zorlanması kadar büyük bir insanlık suçu yoktur. Ama ne yazık ki bu suç, bugün dünyada en sık işlenen bir kitlesel suç niteliğindedir.
Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) son verilerine göre evlerini,
yurtlarını terk etmek zorunda kalan dünya genelinde 60 milyon insan bulunuyor. Bu
aynı zamanda UNCHR’ın bugüne kadar tespit ettiği en yüksek rakamı da oluşturuyor.
Bundan 10 yıl önce 37,5 milyon olan mültecilere 2014 yılı boyunca her gün
ortalama 42 bin 500 kişi katılmış. Savaşlar, çatışmalar ve yoksulluk yüzünden dünyadaki
her 122 kişiden biri ya mülteci ya da kendi ülkesi içinde yerinden edilmiş durumda.
Yine UNCHR’a göre, sadece mültecilerden oluşan bir ülke olsaydı dünyadaki en
büyük 24. ülke olurdu.
Maalesef, her bakımdan
bir trajedi olan mülteciler sorunu zaman zaman trajik bir insani sorun olmanın
ötesine geçebiliyor. Son olarak Avrupa kapılarını zorlayan Suriyeli mülteciler
örneğinde görüldüğü gibi mülteciler bazı siyasi hedefler doğrultusunda kitlesel
insan dalgalarına ve bir çeşit nüfus bombasına dönüştürülebiliyor. Uluslararası
örgütlerin Türkiye’ye sığınan 2,5 milyon civarındaki Suriyeli mülteciye yardım
tekliflerini yakın zamana kadar hep reddeden Erdoğan Rejimi’nin, uluslararası
alandaki sıkışmışlığına sonuç veren bir çare olarak, mülteci dalgalarını AB
ülkelerinin üzerine salması hiç şüphesiz ki bu çirkin stratejinin en son
örneklerinden birini oluşturuyor.
İnsanları şu ya da bu
yöntemle göçe teşvik etme, göçe zorlama stratejileri ve demografik mühendislik
sadece uluslararası alanda silaha dönüşmüyor tabii ki. Fuat Dündar, Uğur Ümit
Güngör, Ayhan Aktar ve daha pek çok akademisyenin eserlerinde anlatıldığı
şekliyle, demografik mühendislik tarih boyunca olduğu gibi, bugün de ulusal
sınırlar içerisindeki bir etnik ya da sosyo-politik sorunla uğraşmanın etkili bir
yöntemi olarak da karşımıza çıkıyor. Bu yöntemin içeriği ise sosyo-ekonomik
politikalarla belirli bölgelerdeki nüfusun planlı seyreltilmesinden çatışma ve
savaş ortamında uygulanan etnik temizliğe kadar uzanıyor. Çatışma bölgelerinde farklı
etnik grupları göçe zorlama politikaları veya etnik temizlik süreçleri
başladığında ise o coğrafyaya dair tüm bilinenler ve demografik veriler
anlamını yitiriyor.
Davutoğlu siyasetinin
2011 yılında Suriye’nin kuzeyinde kesintisiz bir Kürt bölgesinin mümkün
olamayacağına dair öngörüsündeki fiyasko, savaş ortamlarında yürütülen acımasız
demografik mühendisliğin ve etnik temizliğin vahim neticelerinden sadece birisidir.
Her ne kadar PYD’nin Cenevre’deki Suriye müzakerelerine katılıp katılmayacağı tartışılsa
da, 2011’de Arapların ve Türkmenlerin yoğun olduğu kuzey Suriye bugün PYD
kontrolünde bambaşka bir etnik fotoğraf sunuyor.
Esed rejimine karşı ve
birbirleriyle savaşan IŞİD, PYD, el-Nusra ve benzeri örgütler Suriye’nin
demografik yapısını kökten dönüştürürken, doğal olarak bölge ülkelerinin
demografisinde de radikal değişimlere yol açıyorlar. Başta Türkiye olmak üzere
çevre ülkelere Suriye’den milyonlarca mülteci ihraç edilmiş durumda. Yerinden
edilmiş bu nüfus yıllardır sığındıkları yeni ülkelerinin demografisi,
ekonomisi, sosyal yaşamı ve kültürü üzerinde derin izler bırakıyor. Ayrıca
Suriye’de çatışan gruplar sınır aşan etnik, kültürel ve ideolojik sürekliliklerinden
dolayı çevre ülkelerin güvenlik duyarlılıklarını da kökten değiştirebiliyor.
Öyle ki 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ilk dönemlerinde yaygın şekilde
uygulanan tehcir, seyreltme, yeniden iskan gibi demografik mühendislik
siyasetlerini yeniden gündeme getirebiliyor.
Bir taraftan, Suriye
kaynaklı güvenlik tehditlerine karşı bir önlem olarak sınıra yakın şehirlerde
yoğunlaşan aşırı nüfusun azaltılmasına dair stratejiler devlet katmanlarında derinden
derine tartışılıyor. Diğer taraftan ise şehir savaşlarını benimseyen terör
örgütü PKK’ya karşı güvenlik güçlerinin toptancı mücadele yöntemi yüzünden
Güneydoğu şehirleri hızla boşalıyor. Çokça sivil kaybın verildiği, şehirlerin
harabeye döndüğü, Hakkari ve Şırnak gibi şehirlerin merkezlerinin taşınmasının
bile ciddi ciddi tartışıldığı bir ortamda terör örgütü PKK’ya göç eden nüfus
üzerinden büyük bir koz verilmiş oluyor.
Pazartesi günü Taraf
gazetesinin manşetinde yer alan bir habere göre, demografik mühendislik artık
sadece devletin değil, terör örgütü PKK’nın da bir yöntemi haline gelmiş
durumda. Kürt sorununu daha da uluslararası hale getirmek için terör örgütü
PKK’nın Avrupa ülkelerine kitlesel iltica stratejisini gündemine aldığı
kaydediliyor. Buna göre, şehir çatışmalarında bölge halkından beklediği desteği
bulamayan terör örgütü PKK, Kürt sorununu Avrupa’ya taşımak için “büyük göç
planı” hazırlamış durumda. Avrupa’nın, Suriyeli mültecilerle ilgili
izlediği politikanın PKK’ya örnek olduğunu savunan gazete, Mart ayından itibaren
Güneydoğulu binlerce Kürdün Avrupa’ya göçe zorlanacağını yazıyor.
Kafkas göçleri, Balkan göçleri, Ermeni tehciri, nüfus
mübadelesi, Kürt ve Alevi sürgünleri gibi zoraki kitlesel göçlerden çok çekmiş
olan bu coğrafya umarım aynı acıları bir daha yaşamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder