2014’ün son günü için kaleme alınan bu yazıda gönül isterdi ki bitirdiğimiz yıla dair çok güzel bir tablodan, yıl boyunca mutluluk veren gelişmelerin hatırlatılmasından ibaret bir yazı kaleme alayım. Ama maalesef 2014 Türkiye için Soma, Ermenek, Mecidiyeköy katliamlarıyla anılan, demokrasiden, hukuktan, temel hak ve özgürlüklerden, medeni dünyadan uzaklaşılan, biraz daha fakirleşilen, zenginle fakir arasındaki uçurumun daha da açıldığı insani, siyasi, hukuki ve sosyal felaketkerle dolu bir yıl oldu.
Demokrasiyi,
sadece şu ya da bu şekilde aldatmayı ya da ikna etmeyi başardıkları bir
kitlenin oyuyla iktidara gelmek sanan bir siyasal klik, maalesef Türkiye’de tam
teşekküllü bir dikta rejimi kurma yönünde çok yol aldı. Sandıktan çıktıktan
sonra hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet dahil her şeyi yapmaya hakları olduğunu
sanan bu despotik klik ülkeyi adeta yaşanmaz, hatta nefes alınamaz bir hale
getirdi. 2014’ün son haftalarına damgasını vuran ABD’de polis tarafından
katledilen siyahi Eric Garner’ın dillere pelesenk olan son sözünü tekrarlamak
gibi olacak belki ama bu ülkenin özgürlükçü demokratlarından artık hergün “nefes
alamıyoruz” çığlıkları yükseliyor.
Medyanın
ağırlıklı kısmını kontrolü altına alıp yalan ve iftiralarla dolu bir kara propaganda
makinasına çeviren Recep Tayyip Erdoğan, demokrasilerin olmazsa olmazı ifade ve medya özgürlüğünü neredeyse tamamen
yok etmiş durumda. Manşetleri doğrudan Erdoğan veya ekürisi tarafından atılan
onlarca gazete ve TV kanalının yanısıra varlık mücadelesi veren bir avuç özgür medya
organı ise her türlü tehdit altında görevini sürdürmeye çaba harcıyor. Erdoğan
Diktatörlüğü’nün 14 Aralık’ta Türkiye’nin geriye kalan iki özgür medya grubundan
Zaman Grubu ve Samanyolu Grubu’nun üst düzey yöneticilerini dizi senaryosu ile iki
köşe yazısı ve bir haberi bahane göstererek gözaltına alma cüretkarlığı, baskıcılıkta
gelmiş olduğumuz son noktayı iyice gözler önüne serdi. Samanyolu Grubu
yöneticisi Hidayet Karaca’yı tam 17
gündür hapiste tutan Erdoğan Diktası, gözaltına alıp 120 saat keyfi bir şekilde
alıkoyduktan sonra bıraktığı Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’yı da tutuklamak için bahane arıyor.
Dumanlı’nın
yanı sıra daha bir çok muhalif gazeteci de sıranın kendilerine ne zaman geleceğinin
merakı içerisinde işlerini yapmaya çabalıyor ve bu tehdit altında günlerini
geçiriyor. Tek adam rejimini iyice tesis ettikten sonra kontrolü altındaki
medyanın genel yayın yönetmeni gibi hareket eden, gazetelere manşetler attıran,
televizyonların alt yazılarına bile müdahale eden Erdoğan, bir taraftan da savcılığa,
hakimliğe soyunarak medyadan daha kimlerin tutuklanabileceğine dair müjdeler vermeyi de
ihmal etmiyor. Tek meziyetleri Erdoğan Diktasına hizmet olan yandaş medyanın türedi
aktörleri ise Zaman gazetesi ve Samanyolu TV gibi muhalif medya kurumlarına cebren
el konulacağını yazıp duruyor. Tüm bu olup bitenlere ragmen Erdoğan çıkıp hiç çekinmeden, hiç
utanmadan “dünyanın en özgür medyası Türkiye’de” diyebiliyor.
Bunları
yazıyor olmam sakın sizi yanıltmasın. Dört dörtlük bir diktatöre diktatör diyebiliyor
olmam asla içinde bulunduğumuz ortamın özgürlüğünden kaynaklanmıyor. Bu, ülkenin
giderek bir açık hava cezaevine dönmesine sessis sedasız şahit olmaktansa,
hapis veya daha kötüsü dahil her türlü bedeli göze alarak gerekenleri deme
cesaretini hala gösterebilmemizden kaynaklanıyor. Her gün tehditlerin havalarda
uçuştuğu, yargının, yasamanın ve elbbete ki yürütmenin Erdoğan diktasına boyun
eğdiği; medyanın ağırlıklı kısmının, iş dünyasının, sivil toplumun menfaatleri
için ya diktatörü alkışladığı ya da en azından sesini çıkaramaz hale geldiği
bir ülkede bu ve benzeri yazılar belki duyabileceğiniz son özgür çığlıklar da
olabilir.
Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün basın özgürlüğü açısından 180 ülke arasında
154. sıraya koyduğu, Freedom House’un “özgür olmayan ülke” kategorsinde
değerlendirdiği, demokratların nefes aldığı yegane mecralara dönüşen Twitter,
Youtube, Facebook gibi sosyal medya mecralarının sürekli kapatılma tehdidi
altında bulunduğu, devlet zoruyla el konulan medya gruplarının kamu
ihaleleriyle beslenen yandaş işadamlarına peşkeş çekildiği, yeterince yalakalık
yapmayan ya da hala eleştiride bulunma cesaretini gösteren gazetecilerin tek
tek ya da toplu halde işlerinden atıldığı, muhalif medyanın en büyüklerine
sabahın erken saatlerinde polis baskın düzenleyip yayın yönetmenlerinin canlı
yayınlar eşliğinde tutuklandığı bu ülkede gerçekten de nefes alabilmek gün
geçtikçe daha da zorlaşıyor. Diktatörü mutlu edemeyen binlerce meslektaşımız eften
püften sebeplerle işlerini kaybederken, hala mesleğin onuruna sahip çıkmaya
çalışan yüzlerce meslektaşımız ise her türlü bedeli göze alarak işlerini
yapmaya çalışıyor.
Polis
okulları, polis akademilerinin kapılarına kilit vurularak polis komiserlerinin
parti teşkilatı referanslı üniversite talebeleri arasından seçildiği; bağlılığı
hukuka, devlete veya millete değil doğrudan Erdoğan’a olan 50 bin kişilik “milis
gücü” niteliğinde yeni bir polis gücünün kurulmaya çalışıldığı bir ortamda sadece
gazetecilerin değil, farklı düşünce ya da yaşam tarzına saygı bekleyen herkes
tehdit altında bulunuyor.
Kamu
harcamalarını denetleyen Sayıştay’ın tamamen devre dışı bırakıldığı, HSYK’nın
bir parti organına dönüştürüldüğü, yargı sisteminin parti referanslı binlerce
avukatın savcılar ve hakimler olarak atanmasıyla doldurulduğu, Anayasa Mahkemesi
Başkanı Haşim Kılıç’ın medyaya yansıya ifadesiyle “ Yargıtay’a, Danıştay’a
otobüslerle, kamyonlarla taşır gibi üye doldurarak” yüksek yargının da sıradan bir
parti organına dönüştürüldüğü bir ortamda hukuk güvenliği ya da yargı
güvencesinden bahsetmenin de artık imkanı
kalmamıştır.
Sadece yüzde
biri herhangi bir demokratik hukuk devletinde olsa en az yüz hükümeti istifaya
zorlayacak olan 17/25 Aralık 2013’te ortalığa saçılan yolsuzluk ve rüşvet
skandalıyla suçluluklarına dair somut deliller ayan beyan ortaya çıkan yoz bir siyasi
grup, son dönemde yeni kanunlar yaparak, hedefi belli yeni mahkemeler kurarak
ve buralara dikta yanlısı savcılar, hakimler atayarak “makul şüphe” gibi keyfi
yaklaşımlarla en ufak muhalif sesi bile kriminalize etmenin imkanını bulmuş
durumda. Attığınız basit bir tweet mesajı, diktatörün hoşuna gitmeyecek birkaç
kelime “makul şüphe”li olarak keyfi şekilde tutuklanmanız için artık yeterli.
Sanmayın
ki bu baskı ve zulüm sadece Türkiye’de geriye bir avuç kalmış cesur demokrat aydınları
ilgilendiriyor. Bu gidişat maalesef Türkiye’yi demokrasi ve hukukun üstünlüğünü
şiar edinmiş medeni dünyadan hızla koparıyor, sonu belli olmayan tehlikeli bir
maceraya sürüklüyor. Ülke gün geçtikçe bir despot güruhunun tahakkümüne daha
fazla girdikçe Kürt sorununun çözümü, Alevi sorununun ele alınması, gayr-i Müslimlerin
haklarının iadesi konusu da asla gerçekleşmeyecek kuru bir retorikten ibaret
kalıyor. Yerli iş adamlarının bile tedirgin olup yatırımlarının en azından bir
kısmını yurtdışına taşıdığı böyle hukuksuz, istikrarsız, güvencesiz, keyfi ve
öngörülemez bir ortamda yabancı yatırımcı beklemek ise hayal oluyor. Olan Türkiye’ye oluyor, bu
ülkede yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan halkın gelecek umutlarına oluyor!
Maalesef 2014
Türkiye’nin karabasanlarla yatıp kalktığı bir yıl oldu. Umarım 2015 ülkenin demokrasi
ve özgürlüklerin canına okuyan muktedir mafya güruhundan kurtulmayı başardığı bir
yıl olur…
Mutlu
yıllar...