25 Haziran 2015 Perşembe

Kusura bakmayın, hepiniz o karedesiniz


Bir kısım AKP’li bakanlar, vekiller ve yandaş gazetecilerde tam bir 7 Haziran aydınlanması yaşanıyor. Bu aydınlananlar arasına görevdeyken “ürkekçe” bile olsa dile getirdiğine şahit olmadığımız eleştirilerini bir danışmanına yazdırdığı siyasal PR kitabı üzerinden “cesaretle” dile getiren eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü da dahil etmek mümkün. Ben buna “7 Haziran aydınlanması” diyorum, çünkü AKP 7 Haziran’da aldığı oy oranından 3 puan fazla oy almış olsaydı bu zevatın “onur” çıkışlarına, kahramanca eleştirilerine ve adeta bir şövalye asaleti kokan tavırlarına asla şahit olmayacağımızı adım gibi biliyorum.
Şimdilik bir suni teneffüsle de olsa demokrasiye ve hukuk devletine yeniden hayata dönme imkanı veren 7 Haziran seçimleri, görünen o ki, demokrasi ve hukuk devletinden belki de daha ziyade bu zevatın çok uzun zamandır yarı ölü vaziyetteki izzet, onur ve haysiyetinin dirilmesine yol açmış. Şundan eminiz ki 7 Haziran seçimlerinin sonuçları olduğu gibi olmasaydı ne Abdullah Gül, elçisi vasıtasıyla da olsa, bir cesaret devrimi yapabilecekti, ne Gül’e yakınlığıyla bilinen “duayen” gazeteciler keyfilikler ve hukuksuzluklara karşı yaylım ateşine başlamaya cüret edebileceklerdi.
7 Haziran o kadar mucizevi ve müthiş bir siyasal terkip ortaya koydu ki, bu terkip kendilerini AKP ve Erdoğan’ın anti-demokratik ve hukuk dışı savrulmalarını savunmaya adamış olan ve bu uğurda sergiledikleri dipsiz ilkesizlikleriyle medya tarihine birer kara leke olarak geçen bir kısım yandaş gazetecilerde bile bir rehabilitasyon etkisi yaptı. O kadar ki AKP’li bazı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler 17/25 Aralık 2013’te ortalığa saçılan kirli ilişkilerin, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun, rüşvet ve yolsuzluk skandallarının bile aniden farkına varıverdi. İşte tüm bunlar hep 7 Haziran aydınlanması veya 7 Haziran çarpmasından.
AKP’li bakanların, siyasetçilerin ve sarsılmaz sanılan despotik Erdoğanizm rejimine iman etmiş lejyoner kalemşörlerin birbirlerine girmek pahasına sergiledikleri bu gecikmiş ani aydınlanma 7 Haziran’la ortaya çıkan AKP’deki şizofrenik ruh haletinin, bozgun havasının ve gümbürtülü ve görkemli bir çöküşün ilk dalgasının güçlü emareleri niteliğinde. Mukadder gidişatın, türlü zulümler ve despotluklarla yüklü dev AKP gemisinin kaçınılmaz batışının ilk çatırtılarını erken fark etmekte mahir olanlar buldukları kırık dökük filikalarla acemice kaçma ve kendilerini kurtarma telaşındalar. Bu şatafatlı batıştan kendilerini kurtarma telaşına kapılanlar bir taraftan da korsanlıkla, hırsızlıkla, yolsuzlukla edinilen her türden zenginlikleri taşıyan bu dev geminin enkazının oluşturacağı mirastan en büyük payı alma yarışındalar.  
Bu zevatın işi hiç de kolay değil. Sağlı sollu esen sert fırtınaları, her yönden akın eden dev dalgaları maddi ve siyasi çıkar peşinde keskinleştirdikleri ustalaşmış sezgileriyle kestirmeye ve ona göre pozisyon almaya çabalamak zorundalar. Bu canhıraş, acınası ve umutsuz çabalarıyla, kirli ilişkilerin damga vurduğu kokuşmuş bir devrin mağdur ettiği tüm toplumsal kesimler için seyir keyfi yüksek olan ama insani açıdan da tahammül edilmesi zor bir pejmürdelik, ikiyüzlülük, mürailik sergiliyorlar.
 İşte böyle bir ortamda bazıları, özellikle 17/25 Aralık yolsuzluk skandalının patlamasından sonra, yalanlar, iftiralar ve tehditlerle bezeyerek sergiledikleri ilkesizliklerini ve yaptıkları büyük zulümlerle işledikleri günahları sanki millete kolayca unutturmayı başarabilecekleri gibi sebebini hiç bilemeyeceğim büyük bir iyimserlik içerisinde hareket ediyorlar. Aldıkları kararlarla Erdoğan’ın keyfiliklerinin ve hukuksuzluklarının hala payandası oldukları halde, görgüsüzlük abidesi dev masalar etrafına üşüşüp dini ve ahlaki ne kadar değer varsa AKP iktidarını tahkim için hala bozuk para gibi harcadıkları halde kendilerini olup bitenden soyutlamaya çalışanların zavallı hallerini gördükçe onlar yerine ben büyük bir utanç yaşıyorum.
17/25 Aralık 2013’te somut delilleriyle ortalığa saçılan yolsuzluk, rüşvet ve talanın üzerine gitmek yerine, bu rezillikleri ortaya çıkaran savcı/hakim ve polisleri darbecilikle suçlayan ve o günden beri yürütülen her türlü cadı avının parçası olanların bugün 17/25 Aralık denince akla gelen ilk ismi tanımıyormuş gibi davranması ve buna insanların inanmasını beklemesi tam bir ibretlik vaka. Türkiye’yi bir demokratik bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp adi bir despotluğa dönüştürecek her hamlenin içinde olan birilerinin çıkıp sanki bu kepazelikte hiç payları yokmuş gibi insanların aklıyla alay edebilmesi tek kelimeyle mide bulandırıcı.
Hiçbir suçları olmayan masum insanlara yönelik yürütülen cadı avına yönelik kabinede alınan tüm hukuksuz kararlarda imzası, parlamentoda çıkarılmak üzere verilen anti-demokratik yasa tekliflerinde desteği, bu yasaların oylandığı parlamentoda oyu olanlar şimdi çıkmış hiç utanmadan, yüzleri hiç kızarmadan izzetli insan rolü kesebiliyorlar. Aşağılık bir cadı avının parçası olanlar, yolsuzlukların ve hırsızlıkların üstünü kapayanlar, bizden herhalde bütün bunlarla hiç ilişkileri yokmuş gibi davranmamızı bekliyorlar. Hukukun verdiği yetki ve sorumluluklar çerçevesinde bulundukları konumun hakkını vererek tarihin en büyük yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık skandalını ortaya çıkaran kamu görevlilerine “darbeci” yaftası yapıştıran sanki kendileri değilmiş gibi, saygıya değer ilkeli, onurlu ve ahlaklı siyasetçiler olduklarına inanmamızı istiyorlar. Bu halleriyle ne kadar zavallı bir duruma düştüklerini göremiyorlar.
Yaptığı İran’ın uluslararası finans sistemi tarafından illegal ya da yarı legal kabul edilen enerji paralarını aklamaktan, bu paraları altına çevirerek İran’a transferden ve bunu yaparken bazılarının kendisini “hayırsever” olarak görmesini sağlayacak bir sahte imajı yüksek meblağlar ödeyerek rüşvetlerle satın almaktan ibaret olan tarihimizin en büyük yolsuzluk skandalının kilit ismi olan Reza Zarrab’ı ve devletin bütün kılcallarıyla birlikte en tepesine kadar uzanan kirli ilişkilerini korumak adına ülkeyi yangın yerine çevirenler şimdi çıkmışlar kendilerinin erdemli, onurlu, haysiyetli insanlar olduklarına inanmamızı bekliyorlar.
Türkiye’den İran’a kirli para transfer eden bir adama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın huzurunda “şampiyon ihracatçı” ödülü vermek için sahne alan isimlerden Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, gelen tepkiler üzerine çıkmış “Zarrab’a ödül vereceğimi bilseydim o karenin içinde yer almazdım, çok üzüldüm!” diyor. AKP, 7 Haziran’da aldığından 3 puan fazla oy almış olsaydı bu tavrı asla göstermeyecek olan bir insanın trajedisidir bu sözler. Kaldı ki ben Kurtulmuş’un hangi kareden bahsettiğini ve neye üzüldüğünü de doğrusu anlayabilmiş değilim.
Bahsettiği Zarrab denen adamın yer aldığı fotoğraf karesi ise lütfen birileri Kurtulmuş’a tam 18 aydır o karenin tam ortasında olduğunu hatırlatsın. Tıpkı bütün diğer AKP’li bakanlarla birlikte Kurtulmuş da o kepaze karenin ta göbeğinde yer alıyor. Boşuna zahmet edip yerini yadırgıyor gibi hiç yapmasın. Çünkü Kurtulmuş, yolsuzlukların üzerini örtmek için canhıraş çaba harcayan, masum insanları ise despotlukla hapse attıran Erdoğan, AKP hükümeti, parti teşkilatı, parti üyeleri ve yandaş medyalarıyla o karenin sadece içinde değil, o rezil karenin mimarları arasında da.
 Hiç kimse kusura bakmasın! Somut delilleriyle yolsuzluklarının, rüşvetlerinin ve hırsızlıklarının bir kısmı ortaya saçıldığı halde ve bu skandalın patlak vermesinden bu yana geçen 18 ay boyunca yapmadıkları hukuksuzluk ve zulüm kalmamasına rağmen, 7 Haziran’da AKP’ye destek verip, suçlarına ortak olan 18 milyon 720 bin 223 kişi de önlerinde bir arsızlık kara deliği gibi duran o karedeki yerlerine alışmalılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder