Siyasi süreçlerin yol, seyahat veya maç alegorisiyle anlatımı sanırım Türk siyasetine özgü bir durum değil. Bununla birlikte Türk siyasetinin, siyasi süreçler için yol ve maç analojsi yapmakta çok mahir olduğunu kabul etmeliyiz. Bu maharetin Türk tarihinin manevra kabiliyeti en yüksek siyaset kurdu Recep Tayyip Erdoğan’da zirvede olduğunu da hemen belirtmeliyiz.
Mevzu siyaset ve yoldan açılmışken Erdoğan’ın, henüz İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanıyken, 14 Temmuz 1996 günü Milliyet gazetesinde yayınlanan bir söyleşide
“Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” sözünü
hatırlamamak olmaz. Hatırlanacağı gibi Erdoğan aynı söyleşide “Demokrasi amaç
değil, araçtır” da demişti.
Erdoğan’ın demokrasiyi neden uzun yolculukların gerektirdiği bir taşıma
aracına değil de kısa mesafeli yolculuklar için kullanılan tramvaya benzettiğini
bugün daha iyi anlıyoruz. Oysa demokrasiyle çok fazla yol alma niyetinin
olmadığını, bilinçaltının bir dışa vurumu olan bu sözlerinden o gün de anlayabilirmişiz.
Ne yazık ki anlayamamışız. Zaten Erdoğan da bahsettiği gibi “bu tramvayın
gittiği yere kadar” gitmedi, demokrasi ve hukukla bağdaşmayacak emelleri için uygun
gördüğü istasyonda hemen iniverdi.
Söyleşide “demokrasi amaç değil, araçtır” diyordu ama neyin aracı olduğunu muğlak
bırakıyordu. Son dönemde Erdoğan ve çevresinin seçim propagandalarında sıklıkla
kullandığı “davamız” tabiri de buna benzer bir muğlaklık içeriyor. Ama görünen
köy artık kılavuz istemiyor. Son dönemdeki olup-bitenlerden demokrasiyi, açıkça
tanımlamaktan hala çekindikleri “davamız”ın bir aracı olarak gördükleri
anlaşılıyor. Peki bu “davamız” dedikleri şey ne olabilir acaba? “Davamız” dedikleri
şey icracı (executive) başkanlık kamuflajına sardıkları bir tek adam diktası
olmasın sakın! Ya da aralarında radikal İslamcı terör örgütlerinin de bulunduğu
sınır aşan aktörlerle alengirli ilişkilere girerek bir nevi hilafeti canlandırmak
mıdır bu “davamız” dedikleri şey? Sahi nedir bu “davamız”?
“Davamız”ın ne olduğunu tam anlamıyla kestirebilmek benim için pek mümkün
değil belki ama, “davamız”a giden yolculukta demokrasi tramvayının artık bir
durağa geldiği ayan beyan ortada. Bu durağın, Davutoğlu’nun “ikinci yarı”
vurgulu seçim kampanyasında bahsini ettiği bir “ara durak” olmadığı kesin.
Erdoğan ve AKP tarafından, inişleri ve çıkışlarıyla 150 yıllık parlamenter
tecrübenin olağan bir seçimi olmaktan çıkarılarak bir çeşit rejim değişikliği
oylamasına dönüştürülen 7 Haziran seçimleri ya demokrasimiz için ya da Erdoğan
ve çevresinin “davamız” dediği her neyse onun hedeflerine ulaşmak için son
durak olacak.
Şayet AKP üzerinden Erdoğan, zaten yok saydığı Anayasa’yı kafasına göre
değiştirebilecek bir parlamento çoğunluğuna ulaşırsa, tam teşekküllü bir tek
adam dikta rejimini kurmasının önünde demokratik meşruiyete sahip hiçbir engel
kalmamış olacak. Yani Pazar günü demokratik yollardan demokrasinin canına
kıyılacağı korkunç bir paradoksla karşı karşıya kalacağız. AKP, anayasa
değiştirme çoğunluğunu elde edebilirse, tüm adaletsizliklerine ve
tuhaflıklarına rağmen, şeklen de olsa hala rekabetçi diyebileceğimiz çok partili
bir demokratik seçimi 7 Haziran’da büyük ihtimalle son kez yapmış olacağız. Erdoğan’ın
ölümüne arzusu olan ve HDP’nin mutlaka yüzde 10 seçim barajı altında kalmasını
gerektiren böyle bir sonuç Türkiye’nin 150 yıllık demokratikleşme yolculuğunun fiilen
son durağı olacaktır.
Tabii bir de madalyonun öteki yüzü, Türkiye’nin yakın geleceğinin çok farklı
bir senaryo çerçevesinde şekillenmesi ihtimali var. Şayet AKP, 7 Haziran’da anayasayı
değiştirme çoğunluğunu elde edemez, üstüne bir de tek parti iktidarı
kurabilecek bir başarı gösteremezse Erdoğan’ın Türkiye’yi mafyatik bir aile
şirketine dönüştürme emelleri bir daha asla niyetlenemeyeceği şekilde suya düşecek.
Bu durumda “davamıza erişme” denen netameli yolculuk son durağa varmış olacak.
Bir dördüncü partinin (HDP) mutlaka yüzde 10 barajını aşarak parlamentoya girmesiyle
erişilecek böyle bir sonuç, Davutoğlu’nun “ikinci yarı” hülyalarını da fiilen boşa
çıkaracak. Daha önemlisi Erdoğan’ı, kısa menzilli bir yolculukla ülkeyi karanlık
bir noktaya taşımakta kullandığı tramvayın altına itecek. O tramvayın yerini
alacak olan demokrasi ekspresi tramvayın bıraktığı yerden yoluna devam edecek
belki ama bu Erdoğan ve işlediği suçlara ortak ettiği çevresi için sonun başlangıcı olacak. Böyle bir tabloyu
sonuç vermesi durumunda 7 Haziran, Erdoğan’ın demokrasiyi istismar ederek
başladığı despotizm yolculuğunun son durağını oluşturacak.
Şu aşamada seçimlerde kimin kazanıp kimin kaybedeceğine dair birbirinden
farklı tahminler yapılabilir, farklı siyasi senaryolar yazılabilir. Ama şurası
kesin ki 7 Haziran seçimleri ya demokrasimiz için ya da suç şebekesine dönüşen
ekipleriyle birlikte demokrasinin verdiği imkanları istismar ederek kendi
diktalarını kurmak isteyenler için bir son durak olacak!
Umarım kötü olan kaybeder!
Umarım kötü olan kaybeder!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder