18 Haziran 2015 Perşembe

Kendisini mahkum eden mahkeme


7 Haziran parlamento seçiminin Türkiye’yi nasıl bir karabasandan çekip aldığını anlayabilmek için bu ülkede haftalar boyunca yaşanan baskıcı, anti-demokratik ve hukuk dışı uygulama örneklerine bakmak gerekmiyor. Sıradan herhangi bir güne baktığınızda bile bu ülkenin nasıl bir baskı ve despotizm altında inlediğinin birçok vahim örneğiyle karşılaşabilirsiniz. Sadece bir güne sığışan vahim örnekler üzerinden bile hiç de yanıltıcı olmayacak sağlam bir fikre ve sağlıklı bir kanaate ulaşabilirsiniz.
Özellikle medya üzerinden paylaştıkları düşünce ve ifadelerinden veya sanatın değişik kanallarıyla verdiği mesajlardan ya da ortaya koydukları demokratik duruşlarından dolayı gün geçmiyor ki bu ülkede birileri gözaltına alınmasın, birileri mahkum olmasın ya da tutuklanarak hapse konulmasın. Gerçek birer gazeteci, sanatçı, sivil toplum gönüllüsü, hayır işleriyle uğraşan hayırsever veya çevre aktivisti olmanız size bu ülkede “makul şüphe”yle yaklaşılması için yeterli. Muhalif her düşünceyi düşmanlık, her eleştiriyi ihanet, beğenilmeyen her tavrı yok edilmesi gereken bir virüs gibi değerlendiren bakanlarınız, başbakanınız ve kendisini ülkenin sahibi, vatandaşları da kölesi zanneden bir cumhurbaşkanınız varsa her an gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, mahkum edilip hapse atılmayı bekleyebilirsiniz. Böyle bir atmosferde endişeyle beklediğiniz şeyin gerçekleşmesine karşı duyacağınız en son his sanırım şaşırmak olacaktır. Ama şaşırmaktan asla vazgeçemezsiniz. Çünkü asıl olup bitene alışarak yaşanan tuhaflıklara şaşırmaktan vazgeçerseniz bitersiniz.
Malum olduğu üzere tehlike ve tuhaflıklar bunlardan ibaret değil. Kamu pozisyonlarını kapmanın ve terfi almanın liyakat, keyfiyet ve çalışmakla değil, muktedire yalakalık ve yardakçılıkla olduğu son dönem Türkiyesi gibi ülkelerde işiniz aslında sandığınızdan çok daha zor. Bu tür ülkelerde ortalık muktedire yaranma telaşıyla insani ve mesleki onurlarını bir kenara bırakan adi tetikçilerden geçilmez olur. Bunlar için ne hak, ne hukuk, ne de en temel bireysel özgürlükler ve insanların izzet ve haysiyetinin bir önemi kalmaz. Bu türlerde muktedir gördükleri despot ve avenelerine yaranarak yükselme arzusu en baskın karakter haline gelir.
Bu türlerin doldurdukları pozisyonlar belki bakanlıktır, müsteşarlıktır, bürokratlıktır, valiliktir, müdürlüktür, savcılıktır, hakimliktir, polisliktir ama yaptıkları iş artık adi bir tetikçilikten başkası değildir. Muktedirin değişen ihtiyaçlarına göre her an yeni bir şekil verilen hukuk ise birer adi tetikçiye dönüşen bu zevatın elinde hoyratça harcanan mühimmattan ibarettir. Bu tetikçiler eliyle aranan artık ne haktır, ne hukuktur, ne de adalettir. Tüm bu kifayetsiz muhterisleri büyük bir telaşla koşuşturmaya iten sadece ve sadece yaranmaya çalıştıkları muktedirin kin, intikam ve rövanş duygusunu tatmin etme motivasyonudur.
İşte böylesine berbat bir atmosferde karşılaştığınız tuhaflıklar, garabetler, adaletsizlikler, hukuksuzluklar, haksızlıklar, keyfilikler, despotluklar, zulümler sizi belki çok üzer, ama olanlar zamanla sıradanlaşır ve şaşırtmaz. İşte bu yüzden bu alçaklıklara karşı usulüne göre verdiğiniz mücadeleye belki çok daha zor ve çok daha çetrefil yeni bir mücadeleyi eklemeniz gerekir. Çığırından çıkarılarak adi bir tımarhaneye dönüştürülmeye çalışılan ülkenizde yaşanan tuhaflıklara alışmaya kararlılıkla direnme, olan biteni normal görmeme ciddi bir mücadeleyi ve çabayı gerektirir. Bu mücadelenin bilincinde olanlar türedi despotluğun her yeni görünürlüğünü, yozlaşmış muktedirlerin her zulmünü ve keyfiliğini adeta ilk kez karşılaşıyormuşçasına yadırgama ve ona göre tepki koyma refleksini diri tutmaya gayret eder. Üzülür belki ama olağanlaşmış despotluk uygulamalarına alışmaya direnir. Bu direncin verdiği güçle bir anomali hali olan kabus devrinin sona ereceğine olan umudunu canlı tutar.
Hatırlanmalı ki insan, tercihleri ile insandır. Kimisi izzet ve onurunu hiçe sayarak güç ve menfaat için despotluğa yaltaklanır. Kimisi sahip olduklarından mahrum kalmamak veya yeni menfaatler elde etmek için güç ve iktidara boyun eğer. Kimisi de sadece Allah’ın bahşettiği izzet ve onuru için yaşar, izzetli ve onurlu bir yaşamın gereği olan özgürlüğünden asla taviz vermez.  Özgürlüğünü, izzet ve onurunu kaybetmemek için pek çok şeyi kaybetmeyi göze alır. İnsan gibi insan olma kabiliyeti olanlarla insanlık onuruna menfaat veya korkuları sebebiyle ihanet edenler arasındaki farklar da zaten Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu türden istisnai dönemlerde ve olağandışı durumlarda belirginleşir.
Hiçbir isim belirtmediğim, hiçbir ismi ima etmediğim halde Twitter’da paylaştığım bir mesajdan dolayı devrin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiasıyla 21 ay hapis cezasına çarptırılmış olmayı işte bu duygularla karşılıyorum. Güç sarhoşluğuyla yozlaşarak sıradan bir despot gibi keyfilikler ve zulümlere imza attığından dolayı Erdoğan ve çevresindekilere yönelik somut eleştirilerim ortada.  Anti-demokratik ve despotik eylemleri devam ettiği müddetçe kendilerine en sert eleştirileri yöneltmekten de asla geri durmayacağımı söylemek isterim.
Hal böyle iken, ortaya söylenmiş 140 karakterlik bir mesajın “muhatabı benim” diyerek dava açılması ve hiçbir somut olguya ve delile dayanmaksızın yapılan suçlamalarla mesajın her harfi için 4,5 gün hapis cezası verilmesine şaşırma irademi seferber etmek durumundayım. Muktedire yaranma güdüsüyle seferber olanların somut olgusal suçun delilleri yerine, “kanaatlerini, zanlarını, hislerini” ifade etmekten ibaret olan tartışmalı bir bilirkişinin yanlı raporuna dayanarak verdikleri mahkumiyeti aynen kendilerine iade ediyorum. Evlere şenlik bir yargılama yapıp garabetlerle dolu bir mahkumiyet kararı veren mahkeme heyeti bilsin ki bu garip kararıyla tarih önünde asıl kendisini yargılamış ve kendisini mahkum etmiştir. Nesiller boyu taşıyacakları bu utançtan dolayı kendilerine geçmiş olsun!
  
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder