Seçimlere sadece birkaç gün kaldı. 13 yıldır iktidarda olan AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, sıradan olması gereken seçimleri olağan bir seçim olmaktan çıkardı. Kendileri için ölüm-kalım meselesine çevirdikleri önümüzdeki seçimler artık sadece iktidarın değişimi ya da devamının oylanacağı bir seçim değil! Çünkü fiilen rejimin oylanacağı bir seçime dönüştü. AKP büyük ölçüde gönülsüz olarak, Erdoğan ise büyük bir hırsla ağırlığının her zerresini ortaya koyarak sınırsız bir iktidara ulaşmak için 150 yıllık parlamenter sistem tecrübesini toprağa gömmek istiyor.
Erdoğan’ın bu isteği elbette ki şahsi bir fantezisinden ya da nevi şahsına
münhasır bir başkanlık sistemini ülkenin hayrına görüyor olmasından
kaynaklanmıyor. Tam tersine, 17/25 Aralık 2013’te gırtlağına kadar yolsuzluklara
bulaşmış olduğu ortaya çıkan, tamamen yozlaşarak çürümüş bir siyasal iktidarı
temsil eden Erdoğan, kendisinin ve çevresinin bu yolsuzluklardan dolayı hesap
vermeyeceği yeni bir sistem kurgulamak istiyor. Arzu ettikleri sistemin anti-demokratik
ve hukuk dışı olmasının Erdoğan ve çevresi için hiçbir önemi bulunmuyor. Çünkü,
ne kadar paralize ederlerse etsinler mevcut siyasal sistemin şu haliyle bile yolsuzluk,
rüşvet, talan iddialarının yanı sıra Suriye, Irak, Mısır ve Libya’da destek
verdikleri radikal İslamcı terör örgütleri ile olan ilişkilerinden dolayı da eninde
sonunda kendilerinden mutlaka hesap soracağından endişe ediyorlar.
AKP’nin seçimlerden istedikleri sonucu alamaması durumunda sadece iktidarı kaybetmekle
kalmayacaklarını en iyi Erdoğan ve tüm suçları birlikte işledikleri yakın
çevresi biliyor. AKP’nin Meclis’te anayasayı referanduma götürmek suretiyle olsa
bile değiştirme çoğunluğuna ulaşamayacağı her seçim sonucunu kendileri için bir
kabus olarak görüyorlar. Hele hele seçimlerden AKP’nin tek başına iktidar
olamayacağı bir tablonun çıkması Erdoğan ve çevresi için kabustan da öte bir
dehşet anlamına geliyor.
Bu dehşetle yüz yüze kalma endişesi, halkın aldatabildiği geniş
kesimlerinin oyuyla devletin en tepesine çıkmayı başarmış Erdoğan’ın belli ki uykularını
kaçırıyor. Kamu kaynaklarını har vurup, harman savurarak devletin tepesinde oluşturduğu
lüks, debdebe ve şatafatla bezeli kaçak sarayının bile belli ki tadını çıkaramıyor.
Bir dakika olsun huzur yüzü görmüyor. Büyük bir korku ve panik içerisinde hareket
ederek ne bulunduğu makamın onuruna, ne de bir devlet adamında olması gereken
vakar ve izzete yakışmayan pespaye işlere kalkışıyor.
Konumu için anayasanın zorunlu kıldığı tarafsızlık ilkesini, namusu ve
şerefi üzerine ettiği yeminini hiçe sayarak, alay konusu olan gerekçeler üretip her gün AKP’ye
oy isteyen siyasi mitingler yapması, bu mitinglerin her birinin kendi
kontrolündeki onlarca TV kanalı tarafından canlı verilmesi boşuna değil. Bu
mitinglerde sürekli aynı argümanları, aynı yalanları, aynı iftiraları
tekrarlayan Erdoğan’ın her konuşmasının neredeyse bütün ulusal kanallarda canlı
verilmesinin niçin gerektiğinin gazetecilik ilkeleri arasında bir açıklaması
bulunmuyor.
Erdoğan gerek mitinglerde gerekse her akşam bir başka TV kanalına verdiği
söyleşilerde tekrarladığı boş vaatler, yalanlar ve iftiralarla tam bir kitlesel
hipnoz ve beyin yıkama kampanyası yürütüyor. Ancak Erdoğan görülmedik bir panik
içerisinde bu çabasını artırdıkça toplumdaki saygınlığı ve itibarı hızla azalıyor.
Kendisine ve yalan-yanlış söylediklerine olan ilgi düşüyor. TV kanallarında
canlı yayınlanan özel söyleşileri bile çizgi film kahramanı Keloğlan kadar bile
artık ilgi çekmiyor. Erdoğan’ın ardı arkası kesilmeyen söyleşileri reyting
savaşı içerisindeki TV kanalları için taşımakta gittikçe zorlandıkları çok
büyük bir yük haline geliyor.
Apaçık görünen o ki, devletin en onurlu, en izzetli ve en muktedir
konumunda bulunan Erdoğan, o konuma yakışmayacak akıl almaz anayasal cürümlere
ve uluslararası hukuk açısından çok ciddi suç teşkil eden netameli işlere
karıştığı için korku ve panik içerisinde hareket ediyor. Öyle ki Erdoğan ve
çevresindekiler, panik içerisinde yapıp ettikleriyle siyaset bilimi veya diğer
sosyal bilimlerin konusu olmaktan çıkalı çok zaman oldu. Hak, hukuk tanımaksızın,
hiçbir etik kaygı duymaksızın uyguladıkları zulmün mağduru olan kitlelerdeki
huzurun bile kendilerinde artık esamisi bulunmuyor. Korkular üzerine kurduğu despotik
iktidarını kaybedeceği korkusuyla panik içerisinde zücaciye dükkanındaki fil
gibi önüne gelen ne varsa kırıyor, döküyor.
Erdoğan ve çevresinin kaybedeceklerine dair korkuları arttıkça müthiş bir panik
içerisinde ancak psikiyatri biliminin açıklamalar getirebileceği eylemlere
girişiyorlar. Her şeyini kaybetmenin arafesindeki bir umutsuzun çaresizliği
içerisinde, kendilerini yok etmeden önce önüne çıkan herkesi yok etmeye
azmetmiş dehşetengiz bir görüntü veriyorlar.
Şu hale bakın! Erdoğan, konumu gereği tarafsız olması gerekirken, meydanlarda
muhalefet partileriyle sokak üslubundan bile bayağı bir tarzda kavgalara
girişmeye çabalıyor. Allah’tan muhalif liderler kendisini fazla muhatap
almıyor.
Panik ve korku içerisinde tutup Türkiye’nin en büyük, en milli ve en sağlam
faizsiz bankası olan Bank Asya’yı gasp ediyor. Böylece zaten kırılgan olan Türk
ekonomisinde sağaltılması hiç kolay olmayan büyük bir yara açıyor.
Başında bulunduğu hukuk tanımaz çetenin işlediği vahim suçlardan sadece çok
küçük bir kısmını gazetesinde yayınladığı için Cumhuriyet gazetesini Genel
Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı açıktan tehdit ediyor.
Bu bile yetmiyor, şuyu bile vukuundan beter olacak şekilde, şu yada bu mesnetsiz
iftiraları bahane göstererek önde gelen onlarca gazeteciyi tutuklatmaya,
muhalif medya gruplarına el koymaya yeltenebiliyor.
Tükenmişlik duygusu pekiştikçe, gözden düştükçe, itibarını kaybettikçe
korku ve panik içerisinde saldırganlaştıkça saldırganlaşıyor. Davutoğlu
hükümetini bypass ederek verdiği talimatlarla operasyon üzerine operasyonlar
yaptırıyor. Yüzlerce insanı gözaltına aldırtıyor, onlarcasını tutuklattırıyor.
Azıcık eleştireni, “Ne yapıyorsun?” diyen herkesi azarlıyor, tehdit ediyor…
Tehditler, hakaretler havalarda uçuşuyor ama kof kabadayı görüntüsü veren Erdoğan
artık kimseyi korkutamıyor. Demokrasiye, hukuka, ahlaka ve özgürlüklerine sahip
çıkmak için çırpınan bu ülkenin her görüş ve inançtan namuslu ve cesur
insanları kimin suçlu, kimin haklı olduğunu bilmenin verdiği cesaret ve güçle
Erdoğan ve suç çetesine meydan okuyor. İşte bunlardır ki, bu ülkeye ve demokrasinin
yeniden dirileceğine dair umudumuzu canlı tutuyor. Bu cesur insanlar iyi ki
varlar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder