7 Haziran seçimlerinde siyaseti yeniden regüle eden ve ülkeye demokratik sapmaları
törpüleme şansı veren sonuçlar bir koalisyonu veya bir azınlık hükümetini
kaçınılmaz kılıyor. Siyasi aktörler sandıktan çıkan sonuçlardan bir koalisyon
hükümeti çıkarabilmek için harıl harıl çalışıyor. Siyasete dair sözü olanlar da
tercihlerini dile getiriyor. TÜSİAD, MÜSİAD gibi iş örgütleri sahaya inerken, barolar
ve sivil toplum örgütleri yeni döneme dair yapıcı katkılarını muhataplarına
sunuyor. Sandıktan çıkan sonuçlar büyük ölçüde mutlulukla karşılanıyor.
Tabii ki sandıktan çıkan mesaj dolu sonuçlardan mutlu olmayanlar da var.
Bunların başında meydanlara inerek partizanca mitingler yapan Cumhurbaşkanı
Erdoğan geliyor. Partizan Erdoğan’ın “icracı başkanlık” adı altında tek adam
despotizmi kurma hayallerini çökerten seçim sonuçlarından memnun olmaması normal.
Zaten normal olmayan Erdoğan’ın partizanlığıydı ve parlamento seçimlerini
kendisi için bir kaldıraca dönüştürme çabasıydı. Umut bağladığı kaldıraç elinde
kalan Erdoğan şimdilerde bir erken seçim için çırpınıyor. Ancak ciddi bir
sorunu var. Vesayeti altındaki AKP lideri dışında kalan ve Meclis’in yüzde 60’ını
oluşturan siyasi partiler Erdoğan’ın ihtiraslı oyun planını görüyor. Hepsi de
Erdoğan’ın anayasal sınırlarına çekilmesi konusunda gözle görülür bir
kararlılık sergiliyor.
Anayasa’ya göre sembolik rolü olan Erdoğan’ın, seçim sonrası aleyhine
oluşan siyasi şartlara rağmen kendisini hala bir siyasal aktör gibi sunma
çabası nafile. Siyasetten rol çalma çabası ise fazlasıyla zavallı ve oldukça
sakil görünüyor. Alakasız bir seçimi hırsları yüzünden kendisini oylatmaya
dönüştüren Erdoğan, çok büyük bir yenilgi aldığını görmeli. Çok büyük oynadı ve
kabul etmeli ki çok büyük kaybetti. Bu saatten sonra Erdoğan’ın hala siyasete
yön verme çabası içerisinde olması gerçeklerden iyice koptuğundan başka bir
şeyi göstermez.
Somut gerçek şu ki, seçim sonuçları bir koalisyonu kaçınılmaz kıldı ve Erdoğan
kendisiyle koalisyon kurulacak aktörler arasında yer almıyor. Erdoğan, kasten fauller
yapan hırçın bir futbolcu gibi saha dışına atıldığının artık farkına varmalı. Şayet
feci yenilgisini ve içinde bulunduğu hazin durumu kabullenmeyerek anayasal
yetkilerini aşacak hamlelere devam ederse bunun bedelini önce siyaseten, sonra mutlaka
hukuken ödeyeceğini bilmeli.
Halkın büyük sorumluluk yüklediği CHP, MHP ve HDP’nin koalisyon hükümeti
kurma çabalarında Erdoğan’ı tamamen oyun dışı bırakma çabası doğru bir
strateji. Ama yeterli değil. Erdoğan’ın ülkeye giydirdiği deli gömleğinde araç
olarak kullandığı AKP’nin de mutlaka izole edilmesi gerekir. Erdoğan’ı tek bir
kişi olarak görmek yanıltıcı olur. Çünkü Erdoğan AKP’dir. AKP ise Erdoğan.
Sevapları için de bu böyledir, günahları için de.
Bugün Türkiye’de demokrasi ölümcül seviyede kan kaybetmişse bu sadece
Erdoğan’ın günahlarının eseri olan bir durum değildir. Bu devasa enkaz despotik
hayaller peşinde koşan Erdoğan’a sorgusuz sualsiz maşalık eden AKP’nin de eseridir.
Bugün Türkiye’de hukuk adına geriye çok az şey kalmış, yargı adi bir tetikçiye
dönüşmüşse şayet bunun da sebebi Erdoğan, mimarı AKP’dir.
17/25 Aralık 2013’te ortalığa saçılan tarihin en büyük yolsuzluk ve rüşvet
skandalının aktörlerinin tamamı, daha ziyade Erdoğan’ın yakın çevresi olmakla
birlikte, AKP’li yetkililerdir. Bu tarihi skandalın üstünü örten ise yine AKP’dir.
17/25 Aralık yolsuzluklarının ortaya çıkmasından sonra yargıyı, bürokrasiyi ve
polisi parti uzantısına dönüştürmeye ihtiyaç duyan Erdoğan’dır, ama bunu gerçekleştiren
AKP’dir. Medyayı ele geçirmek, ele geçiremediğini türlü yollarla sindirmek, her
şeye rağmen sinmeyene el koymaya kalkmak Erdoğan’ın arzusudur, ama bu arzuyu
alet olan AKP’dir. Erdoğan’ın bağımsız konvansiyonel medyadan ne kadar nefret ettiği
bir sır değildir. Ama bu nefretin gereğini yapan AKP’dir. Twitter başta olmak
üzere Internet ve sosyal medyayı despotik hayallerine tehdit gören Erdoğan’dır,
bu mecraların nefesini kesen ise AKP’dir.
Tek adam rejimi kurma hayalini gerçekleştirme yolunda ülkenin kaderini tek
parti rejimine devretme arzusunda olan Erdoğan’dır. Bu müstakbel tek parti ise
AKP’den başkası değildir. Uluslararası finans sisteminin kara para veya gri
para olarak kabul ettiği kirli paraların Türkiye’deki dolaşımını organize eden
Erdoğan zihniyetidir. Ama bunu mümkün kılan AKP’nin önceki Meclis’teki
çoğunluğudur. Kamu bankalarını bu türden netameli paraların merkezine
dönüştürmek; bu paralarla ulusal ve bölgesel politikaları gayr-i meşru
yollardan finanse etmek belki Erdoğan’ın ihtiyacıdır, ama buna imkan veren yine
AKP’dir.
Hiçbir makul gerekçesi olmadığı halde dershaneleri kapatmak isteyen Erdoğan’dır.
Kapatan AKP’dir. Türkiye’nin en güçlü, en yerli ve en sağlıklı faizsiz bankası
olan Bank Asya’ya göz diken Erdoğan’dır. Erdoğan’ın kinine alet olan AKP’dir.
Hoşuna gitmeyen vatandaşları düşman gören Erdoğan’dır. Bu vatandaşları “makul
şüpheli” haline getiren yasaları çıkaran AKP’dir. Tüm ülkeyi bir olağanüstü hal
rejimi altında yönetmek isteyen Erdoğan’dır. Bunu mümkün kılan AKP’dir.
Suriye’ye giden silah dolu binlerce tır örneğinde görüldüğü gibi bölgesel
liderlik hevesine kapıldığı için ulusal ve uluslararası hukuku hiçe sayan
Erdoğan’dır. Ama işlenmeye devam eden bu suçların her aşamasında suç ortağı AKP’dir.
Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Libya’da ve dahi Türkiye içinde ulusal ve
uluslararası hukuka aykırı işlerde kullanılanları dokunulmaz kılma kararı
Erdoğan’ındır. Bu kararın gereğini yaparak MİT’e olağanüstü yetkiler veren ve MİT
elemanlarına yasal dokunulmazlık sağlayarak ülkeyi muhaberat devletine çeviren AKP’dir.
Sayıştay’ı devre dışı bırakan, kamu kaynaklarını şahsi mallarıymış gibi
kullanan, ülkenin kaynaklarını komisyon dedikoduları arasında yandaş
işadamlarına peşkeş çeken Erdoğan ve çevresidir, ama buna zemini hazırlayan AKP’dir.
Kamu kaynaklarını kullanarak vakıflar kurup, kamu mülklerini herkesin gözü
önünde bu vakıflara aktaran Erdoğan zihniyetidir, ama buna imkan veren AKP’dir.
Kamu ihaleleriyle semirtilen küstah ve nobran yandaş işadamları Erdoğan’ın
adamlarıdır, ama aynı zamanda AKP’lidirler de. Lüks makam araçları, ultra lüks
uçaklar, irili ufaklı saraylar, sınırsız lüks ve şatafat belki Erdoğan ve
ailesiyle özdeşleşti ama israf, lüks ve şatafat AKP’nin genel ahlakı haline de
geldi.
Ülkenin yüzde 60’ını temsil eden CHP, MHP ve HDP’nin Erdoğan’ı siyasetin
dışına atma ve anayasal sınırları içine hapsetme çabası takdire şayan. Ama aynısını
Edoğan’ın bütün günahlarına ortak olmuş AKP’ye de yapmaları gerekir. Çünkü, AKP’yi
bir koalisyon ortağı olarak kabul edecek herhangi bir parti çok az bir kısmını
yukarıda özetlediğim AKP’nin tüm günahlarına ortak olur. Bununla kalmaz, ağır
yenilgi almış ve feci kaybetmiş Erdoğan’a bir hayat öpücüğü olur bu. Üstelik AKP’li
bir koalisyonun ortağı olacak partiye bunun bedeli ağır olur.
Oysa daha önce de bu köşede yazdığım gibi seçim sonuçlarının ortaya koyduğu
hedef aşikar: Erdoğan’sız bir Türkiye ve AKP’siz bir hükümet… Yine yazdığım
gibi bu formül mevcut şartlarda gereklidir, siyaseten idealdir ve son derece
mümkündür. Yeter ki halkın iradesi, siyaset ve demokrasi liderlerin ve siyasi partilerin
egolarına yenik düşmesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder