30 Haziran 2015 Salı

Sanki 7 Haziran hiç olmamış gibi…


13 yıllık bir tek parti iktidarı sonrasında AKP, tüm adaletsiz seçim öncesi şartlarına ve devlet imkanlarını hoyratça ve partizanca seferber etmesine, muhalif partileri alabildiğine engelleme çabasına rağmen arzu ettiği sonuçları alamadı. Formal anlamda bir yenilgi almasa da, anayasa değiştirme gücü elde etmek için yanıp tutuştuğu seçimlerde tek parti iktidarı olma şansını bile kaybetti. Özellikle anayasal sınırlarını tanımayarak sürekli suç işleme pahasına AKP lehine en ateşli seçim kampanyalarını yürüten Erdoğan’ın bu yenilgideki rolü ve payı çok büyük oldu. Buna rağmen, tıpkı AKP hükümetinin yaptığı gibi, seçim öncesinde günde 3 miting yapıp medyaya birkaç söyleşi vererek bir cumhurbaşkanının nasıl olmaması gerektiğini gösteren Erdoğan, bu büyük siyasal hezimetinin sarsıcı şoklarını atlatır atlatmaz kaldığı yerden yeniden devam etmeye koyuldu.
Oysa şunu unutuyorlar, ne bugünkü Türkiye 6 Haziran’daki Türkiye, ne de bugünkü AKP ve Erdoğan o günkü konum ve etkinliğinde. Çünkü AB uyum süreçlerine sarıldığı, demokratikleşmeyi derinleştirdiği, hakları pekiştirdiği, özgürlükçü reform çabasını sürdürdüğü, devletten ziyade halkı öncelediği, iktidar kibrinin henüz zirve yapmadığı, mutlak iktidar sarhoşluğuyla küstahlıkların ve yolsuzlukların ortalığı sarmadığı, Türkiye’nin akutlaşmış 100 yıllık sorunlarına hala neşter atarmış gibi göründüğü, gayri samimi de olsa hukukun üstünlüğünü tesis etmek için uğraşırken derin devlet çeteleri ve cunta yapılanmalarıyla mücadele ettiği, dış politikada son yıllarda sergilediği berbat performansının tam aksine Türkiye’nin yakın çevresine istikrar ihraç ettiği, yakın bölgesinde ve tüm dünyada İslam ile demokrasinin nasıl uzlaşabileceğine dair bir rol model olarak görüldüğü yılların tersine seçmen AKP’den desteğini çekti. Belli ki çekmeye de devam edecek.
Seçmen yükselen otoriterliğe, despotlaşmaya, tek adam yönetimine, hukuksuzluğa, keyfiliğe, kibre, küstahlığa, nobranlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa olan tepkisini sandıkta açık ve net olarak ortaya koydu. AKP’yi ve daha ziyade Erdoğan’ı feci şekilde cezalandırdı. Kampanya sürecinde giriştikleri onca manipülasyona ve sebep oldukları onca şaibeye rağmen vatandaşın üzeri belirli bir süreliğine küllenmiş sağduyusu uyanma sürecine girdi. Halk duruma el koydu ve 7 Haziran günü Erdoğan’ın AKP’yi de peşine takarak ülkeyi sürüklediği kaos ve kabus macerasının tam ortasında sert bir şekilde frene bastı. Erdoğan ve AKP’ye açıkça “artık yeter, haddini aşma” mesajını verdi.
Bu mesajın içeriğinde “Haddini aşarak anayasal sınırları zorlamanı istemiyorum. Tipik bir tek adamcı Asya diktatörlüğüne karşılık gelecek ucube bir başkanlık sistemi istemiyorum. Verdiğim yetkilerin dışına çıkıp top yekün bir milleti aptal yerine koyarak hepsini hoyratça güdülecek sürüler gibi görmeni istemiyorum. Tercihimi senin tehlikeli şahsi ihtiraslarından yana değil güçler ayrılığı, kontrol ve denge mekanizmalarına dayalı parlamenter sistemden yana kullanıyorum. Keyfiliğe karşı hukukun üstünlüğünü, tek adam diktasına karşı çoğulcu toplumun ihtiyaçlarına saygılı bir kurumsallaşmış anayasal düzeni tercih ediyorum ” gibi sert uyarılar da vardı.
7 Haziran’ın verdiği tüm bu net uyarılara rağmen maalesef söylem itibariyle tabulaştırdığı “millet iradesi”ni fiiliyatta yok saymaya meyleden Erdoğan ve AKP sanki bu mesajlar hiç yokmuş gibi davranmaya çabalıyor. Anayasal zorunluluklar gereği istifa eden ama yeni hükümet kuruluncaya kadar ülke yönetimine sadece idareten nezaret etmesi gereken AKP hükümeti, sanki yeniden tek parti iktidarı olmuşçasına icraatlarına tam gaz devam ediyor. Valiler, kaymakamlar, bürokratlar atıyor. Ekonomiyi ve sosyal hayatı derinden etkileyecek kararlar alıyor. Dört dörtlük bir “topal ördek”ken bir leopar çevikliği ve bir akbaba iştihasıyla iktidarın nimetlerine dört elle sarılıyor, bırakmak istemiyor. Güç ve iktidara olan bağımlılığında o kadar ileri gidiyor ki, görülmedik bir cüretkarlıkla Türkiye’yi kendi elleriyle kaosa sürükledikleri Suriye’ye sokmak için yanıp tutuşuyor. Bunu hangi hakla, hangi yetkiyle ve hangi meşruiyetle yapıyor belli değil. Ne anayasal çerçeve, ne mevcut hukuk düzeni, ne de siyaset ahlakı ve teamülleri Erdoğan ve AKP için bir anlam ifade ediyor. Belli ki tek hedefleri var o da  savaşa girmiş bir ülkede iktidarlarının ömrünü uzatıp uzatamayacakları.  
Tıpkı AKP gibi Erdoğan da 7 Haziran’da çok büyük bir yenilgi aldığını kabullenmek istemiyor. Adeta 7 Haziran hiç olmamış, sonuçları hiç yokmuş gibi hala tek adam olma hayallerinin peşinde koşuyor. Eski hastalıklı alışkanlıkları ve saplantılarıyla Anayasa’nın kendisine verdiği kısıtlı ve sembolik rolü bir kenara bırakıp siyaseti dizayn etmeye çabalıyor. Tıpkı AKP’yi aldığı gibi tüm siyaseti ve hukuk sistemini de tamamen vesayeti altına almak için türlü ayak oyunları deniyor. Halk sandıkta verdiği net mesajla kendisini siyaset arenasının dışına atmasına rağmen Erdoğan oyun sahasının en cevval oyuncusu gibi hareket ediyor. Belli ki partizanlık hastalığı henüz geçmiş değil. Siyaseti kendi inisiyatifi altında tutmak, kurulacak olan hükümeti kendisi belirlemek ve arzu etmediği bir yenilgiyle sonuçlanan 7 Haziran seçimlerini mümkünse yok hükmüne sokacak yeni bir seçimin yapılması için yanıp tutuşuyor. Bu ihtiraslarıyla siyasi partiler arasında ayrımcılık yapmakla kalmıyor, ülkeyi hedefleri, süresi ve sonu belli olmayan bir savaş belasına bulaştırmak istiyor.
Çünkü aslında Erdoğan ve şürekası çok korkuyor. Ve aslında 7 Haziran’da çok ama çok büyük bir yenilgi aldığının o da farkında. Ama bu büyük yenilgiyi kabullenmenin sonuçlarını göze alamıyor. Erdoğan, bu büyük yenilgiyi kabullenmesi durumunda, bunun ulusal ve uluslararası hukuk açısından devasa bir suç kataloğuna dönüşen son yıllardaki tüm gayr-i meşru ve illegal faaliyetlerinin hesabını vermesini gerektirecek bir süreci başlatacağını çok iyi biliyor. Hukukun yeniden canlandığı; yasama, yürütme ve yargı erkeleri arasındaki birbirini denetleyici dengenin yeniden kurulduğu, dış politikadaki tehlikeli sapmanın giderildiği, demokrasinin kurumakta olan damarlarına yeniden can suyunun pompalandığı bir ortamda kendisine ve zihniyetine umut vaat eden bir geleceğin olamayacağının Erdoğan farkında. Böyle bir durumda Erdoğan ve şürekasını bekleyen tek geleceğin hukuk önünde yıllar süren bir hesap vermekten başkası olmayacağını biliyor.
Erdoğan ve kısmen AKP işte bu mukadder akıbetten kaçmak için çırpınıyor. Onun için anayasayı, hukuku, siyasi etiği ve teamülleri, millet iradesini ve verdiği sert mesajı görmezden gelmeye çabalıyor. Onun için Erdoğan, bir ucu muhtarlara kadar uzanan ve kendisinin merkezinde olduğu gerçek bir “paralel devlet” kurmaya çabalıyor. Onun için çekirdeğinde AK Saray’ın yer aldığı şahsi sadakate dayalı olarak kişiselleştirilmiş gayr-i meşru ve hukuksuz bir korsan yönetim ağı oluşturmaya çalışıyor. Onun için sanki 7 Haziran seçimleri hiç yaşanmamış ve hükümet istifa etmek zorunda kalmamış gibi AKP hükümeti alabildiğine cüretkar ve olabildiğince partizan icraatlarına aynen devam ediyor.
Bir süre daha böyle devam etsinler bakalım… Nasıl olsa biz biliyoruz ki tek adamlık, despotluk, hukuksuzluk ve keyfilikler için artık deniz bitti. Varsın bunun farkına varmayan, varıp da kabullenemeyenler suç hanelerine yeni suçlar eklesinler… Nasıl olsa hesabı sorulur bir gün!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder