Pazar günü vatandaşlar oylarını kullanırken kaleme aldığım son yazımda
demokrasinin en işlevsel aracı olan seçimlerin düzenleyici (regülatör) rolüne
dikkat çekmiştim. Demokrasiyi kullanarak devşirdikleri gücü hukuksuz ve anti-demokratik
ihtirasları için kullanmak amacıyla yoldan çıkanlara çeki düzen verecek olanın
da sandık ve seçimler olduğuna vurgu yapmıştım.
Erdoğan ve AKP’nin kamu gücünü ve imkanlarını kullanarak oluşturduğu tüm
adaletsiz ve haksız şartlara, yine aynı merkezli olmak üzere tüm hile ve oy
çalma çabalarına rağmen, vatandaşların özgür ve adil bir seçim konusunda
sergiledikleri muazzam hassasiyet, en üst düzeydeki teyakkuz ve seferberlik
hali sayesinde seçimler sahiden de düzenleyici rolünü ortaya koydu. AKP
iktidarının her kademesine sinmiş kibirli, nobran ve şımarık üsluba, şatafat ve
debdebeye batmış müsrifliğe, dayatmacı ve pervasız despotik gidişata seçimde dur
diyen vatandaşlar siyasete ince bir ayar verdi. Haddini aşanlara haddini
bildirdi. Güç sarhoşluğuyla azarak yoldan çıkanları hizaya soktu. Önemle belirtmeliyiz ki anayasayı, koruyacağına
namusu ve şerefi üzerine yemin ettiği tarafsızlığını ve konumunun saygınlığını
hiçe sayarak partizan siyaset için meydanlara inen Erdoğan seçimlerin en büyük
kaybedeni oldu. Erdoğan sultasındaki bir hezeyanlar dönemi ve o dönemden (executive)
icracı başkanlık kılıfı altında tek adam diktası gibi bir başka çılgınlıklar dönemine atlama hayalleri sona
erdi. Kabus bitti.
Kabus bitti ve Türkiye belki demokrasi ve hukukun yeniden çalışmaya
başlayacağı yepyeni bir döneme uyandı. Ama Erdoğan ve AKP’den de geriye devasa
bir enkaz kaldı. Şimdi halkın oylarıyla güç ve yetki verdiği siyasetçiler demokrasinin
sunduğu imkanları değerlendirmek ve bu enkazı ortadan kaldırmak sorumluluk ve
göreviyle karşı karşıya. Çok kritik şartlar altındaki halkın verdiği bu görev
ve sorumluktan kaçanlar siyaseten intihar etmiş olur. Sorunlu siyaset tarzları
ve doymak bilmez ihtiraslarıyla bu devasa enkazı oluşturanlardan oluşturdukları
bu enkazı kaldırmalarını bekleyemeyeceğimize göre, bu görev CHP, MHP ve HDP’nin.
Şayet diktatörlük hevesindeki Erdoğan ve vesayeti altındaki AKP seçimlerde
arzu ettiği başarıyı sergileseydi tek bir seçenekle karşı karşıya kalacaktık: Tek
adam, tek parti despotizmi. Şükür ki
korkulan olmadı. Erdoğan ve AKP’nin tüm anti-demokratik çabalarına rağmen seçimler
ülkenin ve milletin önünde yeni imkanlar açtı. Böylece Türkiye tek seçenek
dayatmasından çıktı, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “demokrasilerde
çareler tükenmez” sözüyle ifade ettiği seçeneği bollaşan bir döneme girdi. Bu
çareyi üretecek olan herhalde ne Erdoğan, ne de vesayeti altında tuttuğu AKP. Bu
çareyi üretecek olan toplumun farklı kesimlerinden aldığı ödünç oylarla
anti-demokratik yüzde 10’luk seçim barajını 3 puan farkla aşan HDP, yolsuzluklara
batmış AKP kadrolarından hesap sorma vaadiyle oylarını artıran MHP, rejim
bekçiliğinden vazgeçip son seçimlerde yapıcı siyasete dönmeyi başaran CHP’den
başkası değildir. Bu partileri ülkeyi içinde bulunduğu demokratik ve hukuki
enkazdan çıkarma sorumluluğu ve görevi bekliyor.
Her şeyden önce bu üç partinin, seçim sonuçlarıyla birlikte siyasetin
ağırlık merkezinin siyaset dışı ve tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanlığı’ndan
yeniden milli iradenin tecelligahı Meclis’e kaymasının sağladığı imkanlara
güçlü şekilde sahip çıkması gerekiyor. Diktatörlük hayalleri kuran Erdoğan’ın
siyasetin gündemini ve yönünü belirleme gücünü tamamen sıfırlamakla bu işe başlayabilirler.
Siyaset dışı olması gereken Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığının anayasal sınırları
içerisine hapsetmek ise, ancak AKP dışındaki bu üç partinin demokrasi ve hukuka
yeniden can suyu verecek temel ilkeler ve pratik gündemler çerçevesinde asgari
müştereklerde buluşarak mutlaka birlikte hareket etmeleri ile mümkün. Bu zaruri
birlikteliğe ve uzlaşı zeminine Meclis başkanlığı seçimi ve kurulacak olan
koalisyon hükümeti için acilen ihtiyaç bulunuyor.
Şu ana kadar CHP, MHP ve HDP, gırtlağına kadar yolsuzluklara,
hukuksuzluklara ve suça batmış AKP ile herhangi bir koalisyon ihtimaline peşinen
kapıları kapatmak suretiyle siyaseten ve ahlaken doğru olanı yapmıştır. Ancak
bu doğru adım şayet yeni doğru adımlarla taçlandırılamazsa siyasetin dizaynında
Erdoğan’ın önü yeniden açılır. Siyaset dışı Erdoğan’ın siyaset üzerindeki
vesayetini kırmak veya siyaset yapmayı çok istiyorsa cumhurbaşkanlığı gibi saygın
bir makamı işgali bırakarak siyasete dönmeye zorlamak bu üç partinin elinde.
Belli ki Erdoğan, sandıktan çıkan sonuçlara ve seçmenin verdiği açık ve güçlü
mesaja rağmen ya bir AKP iktidarı kurma ya da AKP kontrolünde ülkeyi erken
seçime götürme amacında. Şayet bu amacına ulaşmasına fırsat verilerek Erdoğan’ın
siyasetteki belirleyiciliğinin devam etmesinin önü açılırsa bu CHP, MHP ve HDP’nin
seçmenlerinin kendilerine verdiği iradeye bir nevi ihaneti ya da en hafif
ifadeyle bu partilerin becerisizlikleri anlamına gelir. Mevcut şartların
oluşturduğu tehlikeler göz önüne alındığında söz konusu partilerin her ikisine
de hakkı yok.
Öyleyse ne olması gerektiğine dair analizimize mutlaka olmaması gerekenin Erdoğan’ın
ebeliğinde yeni bir AKP iktidarının doğuşu ya da erken seçim olduğunun altını
çizerek başlayabiliriz. Ancak bunun ardından, temenniler ve gerçeklerin optimum
noktasını gözeterek, olması gereken üzerine kafa yorabiliriz. Bana göre, bu
şartlarda Türkiye’nin önünde CHP, MHP ve HDP’nin bir çeşit restorasyon
koalisyonu kurmasından başka çare bulunmuyor. Üç parti arasında geniş bir uzlaşıya
dayalı, dar gündemli teknik bir restorasyon hükümeti ülke için hem gerekli, hem
ideal, hem de mümkün.
Burada bahsini ettiğim bir CHP-MHP-HDP üçlü koalisyonu değil. MHP-HDP
arasındaki keskin ideolojik farklılıklardan dolayı bunun mümkün olmayacağının
farkındayım. Zaten ideolojik zıtlıklar içerisindeki üç partiden uzun erimli
sürdürülebilir bir koalisyon beklemek de gerçekçi olmaz. Aynı şekilde CHP-HDP
koalisyonuna baskın şekilde milliyetçi bir ideolojik kimliğe sahip MHP’den
destek beklemek de pek gerçekçi görünmüyor. Geriye CHP ve MHP’nin oluşturacağı
bir koalisyon hükümeti ve pek çok ideolojik farklılıkları bünyesinde barındıran
HDP’nin bu koalisyona geçici süreliğine destek vermesi kalıyor.
Evet, CHP-MHP’nin kuracağı, HDP’nin dışarıdan destek vereceği böyle bir
restorasyon hükümeti, üç partinin aralarında yapacakları bir protokol
çerçevesinde Türkiye’nin tek adam diktasıyla rayından çıkarılmış demokratik
sistemini, hukuk sistemini ve kurumsal yapısını yeniden rayına oturtabilir.
Yapılması gereken hiçbir ideolojik veya ilkesel tartışmaya girmeksizin kısıtlı
sayıdaki pratik gündem maddeleri ile bu restorasyon hükümetini kurmaktır. Türkiye’yi
yeniden işleyen bir demokratik hukuk devleti haline getirmektir. Hemen ardından
da bu hükümetin yönetimi altında hızla erken seçime gitmektir. Tahminim 1-1,5
yıllık bir süre bütün bunları gerçekleştirmek için kafidir. Olur da bu
koalisyonun dahili ve harici ortakları arasında umulmadık bir uyum çıkar ve hükümet
devam etmeye karar verir, o başka hikaye.
Böyle bir restorasyon hükümetinden Erdoğan ve AKP’nin keyfi, anti-demoktratik
ve hukuksuz mirasını mutlaka başa döndürmesi beklenir. Mesela icraatlarına 17-25
Aralık 2013 yolsuzluk skandalının faillerinin yargı ve yüce divan önüne
çıkarılmasından başlayabilir. Bu skandal sonrası sergilenen hukuksuzluklarla mağdur
edilen binlerce bürokratın, kamu görevlisinin ve vatandaşın mağduriyetlerini
acilen giderecek önlemler alabilir. Öte yandan devlet eliyle işlenen suçların
oluşturduğu mağduriyetlerin son bulması için yapılacaklar da bellidir. Yine
mesela giderek özgürlükçü ve demokrat vasfını yitiren Anayasa Mahkemesi’nin
masasında bulunan diktatörlük yasaları hemen iptal edilebilir.
MİT yasası, İç Güvenlik Yasası, Erdoğan’ın icat ettiği hukuksuz Sulh-Ceza
Mahkemeleri, eğitimde zorlamacı 4+4+4 sisteminin gözden geçirilmesi ve
vatandaşa İHL dayatmasından vazgeçilmesi gündem yapılabilir. Sayıştay’ın
yeniden asli vazifelerini yerine getirmesi sağlanabilir. Kamu ihaleleriyle semirtilen
yandaş işadamları üzerinden oluşturulan kirli ve yoz ekonomik düzenin ve bunun
medyadaki karşılığının üzerine gidilebilir. Düzenleyici kuruluşlar, Bank Asya’ya
el konulması acı tecrübesinde görüldüğü gibi, AKP’nin cezalandırıcı partizan
organları olmaktan hızla çıkarılabilir.
Eğitim sisteminin ihtiyaç duymayacağı ana kadar serbest piyasanın
gerektirdiği dershaneler gibi hür teşebbüs şirketlerini kapatan yasalar iptal
edilebilir. Teknik olarak mümkün mü bilemiyorum ama kestirmeden gidilerek Meclis’ten
çıkarılacak bir yasayla 17-25 Aralık 2013’ten sonra çıkarılan tüm anti-demokratik
ve gayr-i meşru yasalar ve bu yasalarla oluşturulan kurumlar ve kadrolar toptan
iptal edilebilir. Bu despotik süreçte mağdur edilenlerin hakları iade
edilebilir vs…
Çok mu zor? Hiç sanmam… Yeter ki bu üç parti halkın kendilerine verdiği
görev ve sorumluluğun bilincinde olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder