Tıpkı 1925 (Kürtler ve dindarlar için), 1937 (Aleviler için), 1942 (gayr-i Müslim vatandaşlarımız için), 1960 (muhafazakarlar için), 1980 (tüm askeri darbe mağdurları için), 1997 (yine dindarlar için) gibi Türkiye tarihine görülmedik bir “zulüm ve baskı yılı” olarak geçecek 2015 yılı boyunca yaşanan haksızlıkları, hukuksuzlukları bu yazıda anlatabilirdim. Ama bunu yapmayacağım. Madem ki her yeni yıl yeni bir başlangıç, ben de yeni yılın bu ilk yazısında bu yeni başlangıca dair umutlarımı, temennilerimi dile getirmeye çalışacağım. En büyük dileğim odur ki, son gününe vardığımızda 2016 yılı da bir zulüm yılı olan 2015 gibi tarihe bir “yad-ı kâbih” olarak geçmez.
Keşke 2016 yılında, Türkiye’de kimsede huzur bırakmayan Kürt sorunu, siyasi çıkar hesaplarıyla terör örgütü PKK ile yürütülen kirli pazarlıklardan ya da girişilen kirli savaştan ibaret görülmese. Bu ülkede yaşayan herkesin Avrupa Birliği norm ve standatlarında haklarını, özgürlüklerini, hukukunu koruyacak gerçek bir özgürlükçü demokratik hukuk devletine yakışır adımlar hızla atılsa. Muhatap olarak tüm Kürt vatandaşlarımız alınsa, hak ve özgürlükleri PKK başta olmak üzere hiç kimseyle al-vere dayalı çirkin pazarlıkların konusu edilmese. Tüm hak ve özgürlükleri çağdaş demokratik değerler çerçevesinde derhal teslim edilse. Kürt sorunu tek adam rejimi peşindeki muhterislerin siyasi ihtiyaçlarına göre bazen şiddetten uzaklaşıp, ihtiyaca göre şiddete teslim edilen bir istismar alanı olmaktan çıkarılabilse. Ülke her sorunu siyasi amaçları doğrultusunda araçsallaştıran muhteris despotların tahakkümünden bir an önce kurtulsa. Barış, huzur ve istikrar yeniden gelse.
Keşke 2016 yılında, başkalarının haklarını ihlal etmemek kaydıyla, kim nasıl istiyorsa öyle yaşayabileceği bir özgürlükler ülkesi olmayı başarabilsek. İnançlarından, düşüncelerinden ya da yaşam tarzından dolayı kimsenin kimseyi yargılamadığı, aşağılamadığı, ötekileştirmediği, düşmanlaştırmadığı bir toplumsal olgunluğa erişebilsek. Mesela Alevi vatandaşlarımız istediği gibi yaşayıp, istedikleri ibadet mekanlarında ibadet edebilseler, dini anlayışları çerçevesinde inançlarını yaşayabilseler. Bunun kime ne zararı olur. Gayr-i Müslim vatandaşlarımız ise “gayr-i Müslim” diye tanımlanmaya bile ihtiyaç kalmayacak bir özgürlük atmosferinde dinlerinin gereğini özgürce yerine getirebilseler.İhtiyaç duydukları dini eğitim ve dinadamı yetiştirme imkanlarına hiç bir koşula tabii olmadan kavuşabilseler. Bu vatandaşlarımızın en tabii hakları keşke hak-hukuk bilmez despotların çirkin pazarlıklarına konu edilmese. Ezan seslerinin çan sesleriyle raks ettiği kadim kültürümüzün ruhuna uygun bir şekilde toplumsal ve kültürel zenginliğimizin rengarenk unsurları olarak hiçbir endişe taşımadan, tehdit hissetmeden, tam bir demokratik çoğulculuk atmosferi içerisinde huzur ve mutlulukla yaşayabilseler.
Keşke 2016 yılında, kadınlara da huzur, güven, eşitlik ve adalet gelse. Yeni yıl dövülme, sövülme, ayrımcılığa uğrama ve hatta öldürülme endişesi taşımadan geçirebilecekleri bir yıl olsa. Pek çok şey kökten değişse de sırf cinsiyetinden, yaşamveya giyim tarzından dolayı tek bir kadının bile mağduriyet yaşamadığı medeni ve nezaketli bir toplum olabilsek. Son araştırmalar 2015 yılında yazılı basında kadınlara yönelik sözlü, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddete dairhaberlerin geçen seneye göre yüzde 20 arttığını gösteriyor. Muhtemeldir ki bu çirkin vakaların sayılarında da benzer bir artış söz konusu. Umarım yeni yıl bu utancı tekrar yaşayacağımız bir yıl olmaz.
Keşke 2016 yılında, basın ve ifade özgürlüğü gerçek demokratik hukuk devletleri seviyesine ulaşabilse. Despotik baskılar ve müdahaleler sonucu 1300 gazetecinin işini kaybettiğ, 15 TV kanalının birden kapatıldığı, bünyesinde 2 ulusal TV kanalı ve 2 ulusal gazete olan bir medya grubuna el konulduğu, özgür ve bağımsız gazetecilerin bizzat cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından açılan yüzlerce keyfi ve hukuksuz davayla bunaltılarak kitlesel mobinge maruz bırakıldığı 2015 benzeri bir yıl olmaz. Keyfi talimatlarla gazetelerin ve televizyonların yazı işlerine polis baskınları düzenlenmez. Onlarca gazeteci sırf gazetecilik yaptıkları için uyduruk mahkemelerce gerekçesiz tutuklanarak hapse atılmaz. Gerçek gazeteciler despotlaşan iktidar çevrelerinin, medyadaki kiralık lejyonerlerinin yılışık ve arsız alkışları eşliğinde,tehditlerine maruz kalmaz. Umarım halka haber vermeleri gerekirken aldıkları tehditler, hedef oldukları baskınlar, gözaltılar, tutuklamalar, el koymalarla gazete, TVler vegazeteciler bu yıl da kendileri haber konusu olmaz. Ve umarım Hidayet Karaca, Mehmet Baransu, Gültekin Avcı, Can Dündar, Erdem Gül başta olmak üzere cezaevindeki 30 gazeteci derhal ögürlüklerine kavuşur.
Keşke 2016 yılında, hırsızlık, yolsuzluk yapıp, tarihin görebileceği en büyük rüşvetleri alırken suçüstü yakalanan muktedirlerin masum insanlara yönelik giriştikleri kitlesel cadı avları bir son bulsa. 0-5 yaşındaki bebeklerin olduğu kreşler ağır silahlı polisler eşliğinde basılmaz. Sırf yolsuzluklara ve hukuksuzluklara itiraz ettikleri için Hizmet Hareketi’ne yakın görülen masum kadınlar, yaşlılar ve tüm hayırsever insanlar gözaltına alınıp, tutuklanmazlar. Türkiye’nin en başarılı okullarına, en nezih yurtlarına, en temiz şirketlerine, en ilkeli medya kuruluşlarına baskın üzerine baskınlar yapılmaz. Ülkenin en muteber şirketlerine ve bankalarına keyfi ve hukuksuz bir şekilde el konulmaz. Umarım Anayasa’yı, evrensel hukuk ilkelerini, demokratik teamülleri ve teşebbüs hürriyeti ile mülkiyet hakkına saygıyı gerektiren özgürlükçü ve rekabetçi piyasa ekonomisi ile mülkiyet dokunulmazlığını esas alan İslam ahlakını hiçe sayan despotluk heveslisi muktedirlerin masumlardan hesap sorduğu değil, yaptıkları hukuksuzluk ve zulümlerin hukuk önünde hesabını verecekleri bir yıl olur 2016.
Keşke 2016 yılında, Türkiye’nin eğitim sistemine sihirli bir el değse de eğitime aktarılan onca mali kaynağa rağmen işbilmezlerin elinde dünyanın en berbat eğitim kalitesine sahip bir ülke olmaktan çıksak. Aldıkları 12 yıllık sözde eğitimden sonra yapılan üniversite sınavlarında onbinlerce gencin sıfır veya daha altı sonuç aldığı kepazelik umarım bir son bulur. PİSA’da alay konusu olan sonuçlar, OECD sıralamasında utanç duyulan sıralamalar geçmişe ait fecaatler ve kötü hatıralar olarak kalır.
Keşke 2016 yılında, şehirlere ve doğaya yönelik katliamlar ve işgaller bir son bulsa. Yabancı gözlemcilerin bile “Arapların petrolü varsa, Erdoğan’ın da İstanbul’u var. Araplar petrolü, Erdoğan İstanbul’u satarak parasını kullanıyor” şeklinde görükleri çarpık anlayış artık bir son bulsa. Elbette ki satılan sadece İstanbul, onun tarihi ve güzellikleri değil. Tüm ülkenin tarihi dokusu, doğal zenginlikleri, nehirleri, ormanları, gölleri, kıyıları... Bu talan düzeni umarım 2016’da son bulur. Doymak bilmez muhteristalancılardan hukuk önünde hesap sorulur.
Keşke 2016 yılında, zengin azınlık ile yoksul kitleler arasındaki gelir uçurumu daha da genişlemese. Adaletsiz gelir dağılımı, yolsuzluklar, rüşvetler, talanlarla, kayırmalarla, yandaş işadamlarına peşkeş çekilen ballı kamu ihaleleriyle birileri özenle zenginleştirilirken, geniş kitleler yokluğa ve yoksulluğa mahkum edilmese. 2002-2012 arasında en zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelirden aldığı payı yüzde 39’dan yüzde 54’lere çıkaran gelir uçurumu ve sosyal adaletsizlik bir son bulsa. Keşke 1150 odalı şataftlı saraylar, 250 odalı gösterişli malikaneler, sayısı belli olmayan lüks villalar, devasa uçaklar, en pahalısından makam araçları ile itibar aranacağına sosyal adaletle, topluma yayılmış adil refahla itibar aransa. Halk işsizlik ve yoksulluk içerisindeyken siyaseti ve devlet adamlığını hak edilmemiş bir zenginliğe, lükse, şatafata ve debdebeye ulaşma yolu olarak gören müsrif ve çarpık zihniyet keşke bir an önce tarihe karışsa.
Keşke 2016 yılında, yakın zamana kadar dostluk ilişkisi içerisinde bulunduğumuz tüm ülkelerle kısır çekişmeler ve şahsi ihtiraslarla başlatılan düşmanlıklar son bulsa. Birilerinin şahsi ihtiraslarını tatmin etmek için artık bir dğnya savaşı çıkarma potansiyeline erişmiş olan Suriye ve Irak’ta herkese daha fazla kan ve gözyaşı vaat eden aptalca yanlışlardan vazgeçilse. Türkiye’yi tüm dünyada radikal terör örgütleri ile anılan bir ülke haline getiren basiretsizlik, ferasetsizlik ve ihtiraslar bir son bulsa. Rusya, Mısır, Libya gibi ülkelerin halklarıyla yapıcı ilişkiler yeniden kurulabilse. Dış politikamız ırkçılık ve mezhepçiliğin yanısıra kendini ve haddini bilmez güç budalalarının elinden bir an önce kurtulsa. Muhteris muktedirlerin doyumsuz ihtiraslarının ağır bedelini kıyıya vuran masum bebekler ödemek zorunda kalmasa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder