Bir çelişkiymiş gibi
gözüken bu soruyu, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ahlaki ve dinsel yozlaşma
bağlamında, “Çocuğunuz Müslüman mı, yoksa iyi bir insan mı olsun?” şeklinde sormak
da mümkün. Ben iki çocuk babası bir insan olarak önceliğimin ve tercihimin çocuklarımın
her şeyden önce “ahlaklı iyi birer insan” olmaları yönünde olduğunu peşinen belirtmeliyim.
Çevremizdeki milyonlarca
örnekten “dindar” bir kimlik benimsemeden de “ahlaklı” olmanın, Müslüman
olmadan da “iyi bir insan” olmanın fevkalede mümkün olabildiğini görebiliyoruz.
Öte yandan, asgari düzeyde bile hakkını veremedikleri halde hiç çekinmeden kendilerine
“dindar” diyen genişçe bir kitlenin, bir çeşit sekülerlik örneği sergileyerek,
Müslümanlıklarıyla “iyi bir insan” olma arasına kocaman bir uçurum koyma örneklerinin
de haddi hesabı olmadığına şahitlik ediyoruz.
Halbuki, evrensellik kazanmış
en temel ahlaki kuralları ve etik ilkeleri hiç umursamadıklarını bütün hal ve
hareketleriyle ortaya koyan bu tür insanların tüm “dindarlık” iddiaları paçozlaşmanın
şahikasındaki bir oksimorondan ibarettir. Aynı şekilde “iyi bir insan” olmayı asgari
düzeyde bile başaramamış sözüm ona “dindar” kimlikli milyonların “iyi bir
Müslüman” olma iddiasının da geçerlilik ve gerçekliği olamaz.
Elbette ki farkı görüş ve
inanç sahipleri bu konuda farklı düşünebilir. Ama ben milletleri millet yapan
milli, manevi, tarihi ve kültürel değerleri gelecek nesillere aktarma
misyonunun diğer anlayışlardan ziyade muhafazakar ve dindarlara ait olduğunu
düşünenlerdenim. Toplumların gerçek dindar ve muhafazakar kesimlerinin rolünü babaların
rolünden ziyade aile içerisinde kendi kültürlerini, ananelerini ve
duyarlılıklarını çocuklarına taşıyan annelerin rolüne benzetirim. Neticede dil
bile anneler üzerinden çocuklara aktarılan mucizevi bir beceri değil midir? Zaten
bundan dolayı da insanların kendi dillerine “baba dili” değil de “anadili”
denilmiyor mu?
Sosyal açıdan muhafazakar
yaşam tarzı benimsemekle birlikte siyasi görüş itibariyle kendisini “liberal
demokrat” kimliğe daha yakın gören biri olarak, hangi dinsel ya da kültürel ortama
ait olurlarsa olsunlar o dinin dindarlarını ve muhafazakarlarını önemserim. Çünkü
bilirim ki muhatap olduğum o farklı kimlik, ancak o farklı milli, dini,
kültürel kimliği benimseyen dindarlar ve muhafazakarlar sayesinde günümüze
kadar ulaşabilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, evrensel kabul gören en temel
ahlaki ilkelerle bile arası açılmış bir sözde dindarlığın ve “iyi bir insan”
olma kaygısı bile gütmeyen bir muhafazakarlığın oluşturduğu tehlike, güncel ve
konjonktürel toplumsal yozlaşmanın ötesine geçen bir ciddiyettedir. Çünkü bana
göre bu tehlike doğrudan milletin bekasını ve kültürel sürekliliğini tehdit
eder niteliktedir.
Bilmem hatırlatmaya gerek
var mı ama ahlaklı iyi bir insan asla yalan söylemez, söyleyemez. Ahlaklı iyi
bir insan başkalarına asla iftira etmez, edemez. Ahlaklı iyi bir insan başkalarının
haklarını, mal ve mülklerini asla gasp etmez, gasp edemez. Ahlaklı iyi bir
insan başkalarına bile bile asla zarar vermez, zarar veremez. Ahlaklı iyi bir
insan göz göre göre masum insanlara zulmetmez, zulmedemez. Ahlaklı iyi bir
insan asla hırsızlık yapmaz, yapamaz. Ahlaklı iyi bir insan asla rüşvet almaz,
alamaz ve asla rüşvet vermez, veremez. Ahlaklı iyi bir insan asla yolsuzluk
yapmaz, yapamaz.
Ahlaklı iyi bir insan
kendisine emanet edilen kamu imkanlarını asla şahsi çıkarları için kullanmaz,
kullanamaz. Ahlaklı iyi bir insan devlet gücünü şahsi kin ve nefretine asla alet
etmez, edemez. Ahlaklı iyi bir insan devlet gücünü bir kişisel intikam aracı
olarak asla kullanmaz, kullanamaz. Ahlaklı iyi bir insan farklı görüştekileri
yıldırmak, sindirmek ve susturmak için eline geçirdiği ceberrut güçle bu
insanların üzerinde asla tepinmez, tepinemez. Ahlaklı iyi bir insan kendisi
gibi ahlaklı iyi birer insan olarak gördüğü insanların dini ve milli duygularını
ve hassasiyetlerini asla istismar etmez, edemez.
Dahası ahlaklı iyi bir
insan yukarıda saydığım birbirinden kerih fiillerin birini, birkaçını veya
tamamını sürekli ve sistematik olarak gerçekleştiren ahlaksız ve kötü insanlara
konumlarını umursamaksızın asla iyi bir gözle bakmaz, bakamaz.
Peki yaşadığımız
gerçekler öyle mi? Öyle olup olmadığını 31 Mayıs 2013’te barışçıl bir çevreci
duyarlılıkla başlayan ve hükümetin bilinçli provokasyonları ile bazı marjinal grupların
müdahilliği neticesinde ölümcül bir şiddet sarmalına dönüşen Gezi Parkı
protestoları sonrası yaşananlara bakarak anlayabilirsiniz. Halkı kamplaştırarak
ve kutuplaştırarak kendi kitlesinin desteğini konsolide etmek için uydurulan provokatif
Kabataş yalanına bakmak bile sadece “ahlaklı iyi bir insan olma” ideali ile
iktidar ve güç için bütün ahlaki ve insani kuralları ayaklar altına almakta bir
sorun görmeyenler arasındaki uçurumu görmenize yeter.
Kendisine “dindar” ve “muhafazakar”
diyenlerle “ahlaklı iyi iyi bir insan” olma ideali arasındaki uçurumu buna
rağmen hala göremiyorsak, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalının
patlak vermesi sonrası yaşananlara da göz ucuyla şöyle bir bakabiliriz. 17/25
Aralık’ta ortalığa saçılan rüşvet ve yolsuzluk kanıtlarını gölgelemek için tam
iki yıldır aralıksız yapılan sistematik hukuksuzlukları, keyfilikleri,
zulümleri; her gün meydanlarda, ekranlarda, manşetlerde söylenen koca koca yalanları
ve ahlaksızca atılan iftiraları şöyle bir gözümüzün önünden geçirebiliriz.
Bütün bu fecaatleri
gözden geçirdikten sonra bir de toplumun ahlakla ve dinle asla tevil
edilemeyecek bu apaçık fecaatlere karşı tavrına bakabiliriz. Yolsuzluk yaparken
ve rüşvet alırken suçüstü yakalanmış muktedirlerin bu yüz kızartıcı suçlarına yalanlar
söyleyerek, iftiralar atarak, hukuksuzluklar yaparak, masum insanlara zulmederek
her gün yenilerini eklemelerine karşı toplumun özellikle “dindar” ve “muhafazakar”
çevrelerinden yükselen tek bir itiraz duyanınız, tek bir tepki göreniniz var
mı?
Bu çevrelerden olup
bitenlere karşı cılız bir sesle de olsa itiraz şöyle dursun tarihin görüp
göreceği en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalına adı karışmış yoz bir iktidarı
ayakta tutanlar bu sözüm ona “dindar”lar ve “muhafazakar”lar değil mi? Peki bu
nasıl bir dindarlıktır? Bu nasıl bir muhafazakarlıktır? Bu dindarların inandığı
din her neyse, o din rüşveti, yolsuzluğu, hırsızlığı, talanı, yalanı, iftirayı,
hukuksuzluğu, keyfiliği ve zulmü hoşgörüyor olabilir mi? Ya da bu
muhafazakarlar çıkarları ve menfaatleri için en temel ahlaki ilkeleri bile feda
edebiliyorlarsa çocuklarına ve gelecek nesillere aktarmak için sahi neyi
muhafaza ediyorlar?
Hangi dine mensup olursa
olsun “dindarlık” ve hangi kültüre ait olursa olsun “muhafazakarlık” değer
verdiğim özelliklerden olduğundan hırsızlığı, rüşveti, yolsuzluğu, yalanı,
iftirayı, gasbı, keyfiliği, hukuksuzluğu ve apaçık zulmü sorun etmeyenleri “dindar”
ve “muhafazakar” olarak görmüyorum. En asgari düzeyde bile ahlakilik
sergileyemeyenlerin, en basit anlamda iyi bir insan olma gayreti
göstermeyenlerin hakiki Müslümanlar olabileceklerine de ihtimal vermiyorum.
Çünkü, diğer ilahi dinler
gibi İslam dininin de ne IŞİD’ın yaptıklarına benzer vahşet, şiddet ve teröre, ne
ahlaksızlığa, ne de kötü bir insan olmaya cevaz verdiği kanaatinde değilim. Bu
yüzden en temel ahlak kurallarıyla bile arasına mesafe koyanları tanımlamak
için Sosyolog Tayfun Atay’dan ödünç aldığım “dinbaz” terimini kullanmayı tercih
ediyorum. Müslüman dindarlığının ve Türk muhafazakarlığının “ahlaklı” ve “iyi insan”
imgesini ahlaksızca ve hoyratça yok eden tüm dinbazlara ise lanet ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder