Türkiye’de sorunlar çözülmüyor. Ya çözülüyormuş gibi yapılıyor ya tümden görmezden geliniyor ya da sorunların çözümüyle uğraşmak yerine emre amade güçlü medya ağı ve değer tanımaz organik aydınlar üzerinden sadece algılar yönetiliyor. Demokratik kötüye gidiş, temel insan hak ve özgürlükler alanındaki gerileyiş, dış politikadaki büyük çöküş, ekonomideki derin kriz, hukuk ve yargı alanındaki çözülüş, eğitim ve sosyal alandaki sorunların kangrene dönüşmesi tamamen bir kenara bırakılmış durumda. Kendi ikbali ve istikbali dışında hiçbir derdi olmayan bir dar oligarşik iktidar çetesi, ülkenin karşı karşıya olduğu sorunların üzerine giden bir yönetim anlayışını terk edeli hayli zaman oluyor.
Ülkeyi yönetmekten vazgeçip
şahsi emelleri doğrultusunda ülkeye tahakküm etmekten başka derdi kalmayan bu
iktidar çetesi, algı yönetiminde ise tarihe geçecek büyük bir performans
sergiliyor. Olgu ve gerçekler ne olursa olsun sistematik, koordineli ve kesintisiz
medyatik yalan rüzgarıyla 80 milyonluk bir halk adeta ahmak yerine konuluyor. Demokrasi,
temel hak ve özgürlükler ile hukuk çerçevesinde iyi yönetişim umurunda olmayan
iktidar çetesi, kabul edelim ki algı yönetiminde son derece başarılı. Bu
başarıyı elde etmek için ise yalan, uydurma, çarpıtma, iftira en büyük
silahları. Bu silahları kullanırken ahlak, etik, onur ve izzet gibi kısıtlayıcı
engeller de iktidar çetesinin anlam dünyasında kendisine yer bulamıyor. Yaşanan
acı olayların ve olguların tam tersine öyle güçlü algılar oluşturabiliyorlar ki,
büyüleyerek mankurtlaştırdıkları milyonlarca insan adeta aklını, izanını,
vicdanını yitirmiş bir halde algıların efendilerine kul köle olma itaatkarlığını
büyük maharet sanıyor
Mesela Türkiye sınırları
dışında tek Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’nden apar topar yaşanan bir
çekilmeden dolayı, özürler eşliğinde, mahcup ve başı eğik bir şekilde kamuoyuna
bir izah yapmak yerine, böylesine utanç verici bir hezimetten tarihin nadiren
kaydedebileceği bir zafer algısı oluşturabiliyorlar. Sırf kendi basiretsizliklerinden
ve beceriksizliklerden dolayı, uluslararası hukuk tarafından tanınan bir vatan
toprağının bir gece ansızın kaçar gibi terkedilmesinin iktidar çetesi
tarafından çok büyük bir başarı hikayesi gibi anlatılma arsızlığının tarihte
bir başka örneği var mıdır acaba?
Gelelim
son yıllarda Türk halkına pompalanan “sağlam irade”, “büyük devlet”, “süper güç”,
“dünyanın gıpta ettiği ülke” imajına. “Yalan ne kadar büyük olursa o kadar
inandırıcı olur” diye düşünüyorlar galiba. Gerçekler ise bambaşka. Ülkeyi
doymak bilmez ihtiraslarının peşinde sürükleyip beşinci sınıf bir adi diktatörlük
haline getiren iktidar çetesi, Türkiye’ye son on yılların en yalnız dönemini
yaşatıyor. Bu çete yüzünden Türkiye bugün maalesef kendisinden en uzak durulan,
herkesin ayıpladığı bir ülke haline gelmiş durumda? Tıpkı Başbakan’ın son ABD
gezisinde olduğu gibi, uluslararası muhatapları tarafından ciddiye alınmayan, randevu
bile verilmeyen bir ülke haline getirmek başarıysa, bunu başardılar. Cumhurbaşkanı
bile birçok uluslararası muhatabı tarafından defaatle yalanlanmadı mı? Türkiye,
itibarları yerlerde sürünen bakanların gittikleri başkentlerde randevu bile alamadığı
ya da aşağılayıcı muamelelere tabii olduğu böyle bir başka dönem asla yaşamadı.
Sadece yolsuzluklar, hırsızlıklar, rüşvetler, keyfilikler, hukuksuzluklar ve
despotluklarla anılan bir mafya görüntüsü veren bir iktidar mensuplarına kim
niye itibar etsin ki!
Tabii bu durumun
ceremesini sadece muhteris iktidar mafyasının aktörleri çekmiyor. Bu
sapkınlığın ülkeyi bedeli ağır oluyor. Mesela Türkiye’nin AB, NATO ve ABD ile olan
ilişkileri üzerinde tamiri zor tahribatlara yol açıyor. Denebilir ki “ilişkilerin
değerler ekseninden tamamen çıkıp jeopolitik mecburiyetler seviyesine
gerilediği dönemler geçmişte de oldu.” Haklısınız ama, o dönemlerin de tarihte
pek gururla bahsedilecek şekilde yer almadığını da unutmamak gerekir.
Batı’da durum bu kadar
vahim de Doğu’da çok mu matah sanki? Muhteris iktidar çetesinin “bölgenin
sahibi biziz”, “bölge bizden sorulur”, “düzen kurucu biziz” dediği Ortadoğu’da
neredeyse konuşabileceğimiz ülke kalmadı. Tek adam diktası ve mafyatik bir
iktidar çetesi tahakkümündeki Türkiye, Mısır, Suriye, Libya, İsrail, Yemen gibi
ülkelerde büyükelçi bile bulunduramaz hale geldi. Öyle ki Ortadoğu
politikalarını Suudi Arabistan ve Katar’ın peşine takacak kadar büyük bir
acziyet içerisinde. Maalesef Türkiye, bölgedeki gelişmelerin kaderini
belirleyecek tüm süreçlerden dışlanmış, kendisine güvenilmeyen bir ülke haline
gelmiş durumda. Türkiye’yi çevresine istikrar ihraç eden bir ülke olmaktan çıkarıp,
şerrinden emin olunamayan bir ülke haline getirenlerin vebali çok büyük çok! Sadece
bir iki açıdan örneklendirdiğim böylesine rezil bir dış politika ile arsızca
dile getirilen büyük iddiaların tutarlılığını değerlendirmeyi ise size
bırakıyorum.
Peki içeride durumlar
nasıl? Maalesef bugün Türkiye’de tek adam diktasının banisi Erdoğan’a hakaret
ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınan insanlara ve hatta 10’lu yaşlardaki
çocuklara her gün bir yenisi ekleniyor. Gazete ve televizyonlara polis baskınları düzenleniyor.
Sırf mesleklerini hakkıyla icra ettikleri için veya bir dizi senaryosundan
dolayı gazeteciler tutuklanıp hapse atılıyor. Hala dışarıda kalıp işini yapmaya
çaba harcayan gerçek gazeteciler tek tek işlerinden ediliyor. Gazetecilerle tek
tek uğraşmak yerine bazen medya organlarına doğrudan hükümet tarafından el
konuluyor. Muhalif her gazeteci ya da aydın hükümet çevrelerinden cesaret alan
lümpen güruhlar tarafından ölümle tehdit ediliyor, her türlü hedef göstermeye
ve karakter suikastine maruz bırakılıyor… Gelin görün ki tek adam diktasının
eseri olan işte bu pespaye ortama Erdoğan’ın alay edercesine “dünyanın en özgür
medyası Türkiye’de” iddiası eşlik ediyor.
İddia ve oluşturulmak
istenen algı kulağa hoş geliyor ama gerçekler maalesef çok acı. Freedom House’a
göre Türkiye geçen yıl medyası “özgür olmayan” ülkeler arasındaydı. Bu yıl, bana
göre hatalı bir değerlendirmeyle, “yarı özgür” kategorisine alındı. Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre ise basın özgürlüğü açısından 180 ülke
arasında 149. sırada. Geçen yıl 153. sıradan buraya gelmeye ne kadar sevinsek
azdır herhalde! Gün geçmiyor ki Türkiye, gazetecilere yönelik baskı ve
hukuksuzluklardan dolayı uluslararası demokratik örgütlerin ve meslek
örgütlerinin kınamasını hak edecek bir şeyler yapmasın. Başbakanı’nın basın ve
ifade özgürlüğü kriterini “evinize akşamları sağ dönebiliyorsanız, özgürsünüz”
seviyesine düşürdüğü bir ülkenin talihli gazetecileri olarak, iktidar çetesinin
bize lütfettiği özgürlüğün kıymetini yeterince bilemiyoruz galiba!
Ya peki ekonomideki
başarılar? Erdoğan ve ülkede yağmalamadık yer bırakmayan iktidar çetesinin
anlattıklarına göre Türk ekonomisi tam bir başarı hikayesi. Dediklerine göre bu
hikaye böyle devam ederse 2023’e kalmaz dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına
girermişiz. Büyük devlet ve süper güce de ancak böyle bir ekonomi yakışır
zaten! Halkı efsunlamak için söyledikleri bu pespaye yalanlara en fazla
kendileri inanıyor olmalılar ki, büyük bir özgüven patlamasıyla, bir aralar iktidar
çetemizin Eurozone ülkelerine tepeden bakan ekonomi dehaları AB liderlerine ekonomi
dersleri vermeye bile yeltenmişlerdi.
Dünya ekonomisi
gerilerken Türk ekonomisinin ne kadar büyük bir büyüme içerisinde olduğunu yıllar
boyu her gün onlarca ekrandan, onlarca manşetten sürekli dinleyip, okuyup
durduk. Hatta öyle ki, başarı sarhoşu Başbakanımızın bir Avrupa seyahati
sırasında “Avrupalı işsizlerin yeni iş kapısının Türkiye olduğu”nu söyleyip,
Avrupalı işsizleri Türkiye’ye davet etmişliği bile vardır. Ne güzel hikaye
değil mi? Ya peki gerçekler?
Algı ve propaganda güzel
ama maalesef palavra kaldırmayan “ekonomik gerçekler” gibi çok ciddi bir
sorunumuz var. 1 doların 3 lira olmasına doğru yol alan Türk Lirası’nın
tarihinin en değersiz dönemini yaşıyor olması sanki bu müthiş ekonomik başarı
hikayesine pek uymuyor gibi. Uzun dönemli borçlanma faizinin son aylarda 2 puan
artarak yüzde 9’un üzerine çıkması da müthiş başarı hikayemizi biraz gölgeliyor
sanki. Gayrimenkul üzerinden rant ekonomisine yöneldikçe üretim ekonomisi tekleyen
bir ülke olarak ihracatta da sanki işler iyi gitmiyor. 500 milyar dolar olan 2023’te
ulaşılması planlanan ihracat hedeflerine ulaşmak için Türkiye’nin ihracatının
her yıl yüzde 25 artması gerekiyor. Gelin görün ki yıllık ancak yüzde 3,3 artış
gibi bir sorunumuz var. Üstelik bir de ihracata artış trendi de durdu ve
maalesef gerileme başladı.
Dünyanın en büyük 10
ekonomisi arasına girmek şöyle dursun Türk ekonomisi yıllarca koruduğu 17.’lik
sırasından 19.’luğa gerilemiş durumda. Bloomberg’in bir araştırmasına göre ise
Türkiye işsizlik ve enflasyon kriterlerine göre dünyanın en sefil 9. ülkesi
payesini edindi. Üstelik enflasyon bir türlü hedeflendiği gibi olmuyor, yüzde 8’leri
zorluyor. Daha kötüsü geniş halk kitlelerini etkileyen ve gıda, barınma ve ulaşım
gibi kalemlerden oluşan “yoksul enflasyonu” bu rakamdan da kat be kat fazla
çıkıyor. İşsizlik yeniden henüz 2 basamaklı ama, eğitimli genç işsiz oranı
yüzde 30’ları buluyor. Hava olsun diye “Avrupalı işsizlere kapımız açık” diyen
iktidar çetesi kendi çocuklarına iş bulmakta nedense aciz kalıyor.
Daha bunlara görkemli
mega projelerdeki başarısızlıkları, her öğrenciye bir tableti öngören Fatih
Projesi’nde 4 yılda bir arpa boyu yol alınamamasını, estirilen medyatik terörle
tartışılmaz bir tabuya dönüştürülen çözüm sürecindeki başarısızlıkların nasıl
büyük başarı gibi sunulduğunu, gelecek nesillerden acısı feci şekilde çıkacak olan eğitimin
içinde bulunduğu rezaleti ve daha pek çok şeyi eklemek mümkün. Ama sanırım
bu kadarı yeter! İktidar mafyasının yalanlarla bizim sabrımızı zorladığı gibi acı
gerçeklerle sizin de sabrınızı fazla zorlamamak lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder