Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bağımsız yargıyı, sivil toplumu, muhalefet partilerini, muhalif aydınları, boyun eğmemekte direnen bir avuç akademisyeni ve can çekişen özgür medyayı tek adam rejimi kurma heveslerinin önündeki en büyük engeller gördüğü sır değil. Bu yüzden Erdoğan, önemli bir kısmını zaten ekarte ettiği bu engellerin tamamen üstesinden gelmek için her gün yeni bir argümanla milletin karşısına çıkıyor. Son icadı ise, “devleti şirket gibi yönetmek”.
Erdoğan’ın her gün birkaç
kez yaptığı, uzun ve sıkıcı tekrarlardan ibaret olan konuşmalarından biri birkaç
gün önce Balıkesir’deki bir programa denk geldi. Buradaki konuşmasında Erdoğan,
aynen şunları söylüyordu: “Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini
istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl
yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar
prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz.”
Her ne kadar kastı o
olmasa da, Erdoğan “Benim derdim ne biliyor musunuz?” diye sorduğuna göre,
insanlarda bıraktığı intibaa çerçevesinde verilecek her türlü cevaba da hazırlıklı
olmalı. Mesela bende bıraktığı intibaaya göre, Erdoğan’ın tek ama tek derdi var:
Adı, kamuflajı veya halka pazarlama paketi ne olursa olsun tam teşekküllü bir
tek adam rejimi, bir hanedan diktatoryası kurmak.
Şundan emin olabilirsiniz
ki, bugün dünyanın ulaştığı gelişmişlik düzeyinde şayet kabile yönetimleri sıkıntılı
bir durum oluşturmasaydı, ihtirasıyla yanıp kavrulduğu “tek adam yönetimi”ni
tesis amacıyla Erdoğan güçlü bir “kabile şefi” olmak için çırpınırdı. Şayet Ortaçağ’ın
beylikler döneminde yaşıyor olsaydık Erdoğan’ı çoktan astığı astık, kestiği
kestik hak hukuk tanımaz despotik bir derebeyi olarak görebilirdik. Bu dönemin
baskın lider tipi sultan olsaydı, derhal devrin sultanlarına bile taş çıkaracak
bir sultanlık kisvesine bürünürdü. Maalesef devir şöyle ya da böyle bunlara
müsait değil. Yapıp ettiklerinizle bil hakkın diktatör bile olsanız, hem
dünyaya hem de kitlelere kendinizi başka türlü sunmak, tanıtmak zorundasınız.
Demokratmış, hukuka bağlıymış, medeniymiş, özgürlükçüymüş, yolsuzluklardan
uzak, temiz ve ahlaklıymış gibi yapmalısınız.
Onun içindir ki yapıp
ettikleri tam anlamıyla yozlaşmış bir diktatörlüğe denk düşse de Erdoğan ve
avaneleri, yönetimlerine “ileri demokrasi” demek zorunda. Herkesi rüşvete,
haraca, komisyona bağlayan; dahası hukuku mezara gömüp kendi keyfi kurallarını dayatan
bir mafya gibi hareket etseler de, bunların toplumun iyiliği gereği olduğunu
savunmak mecburiyetinde. Çoktan anayasa, hukuk, ahlak, etik tanımayan su
katılmamış bir suç örgütüne dönüşmüş olsalar da, bunun “hainler”le ve “düşmanlar”la
mücadele için bir gereklilik olduğunu söyleyerek kandırdıkları kitleleri
kandırmayı sürdürmek zorundalar.
Erdoğan’ın tam da yaptığı
ve olduğu şeyi milletin önüne çıkıp deklare etmesini zaten beklemiyoruz. “Ülkeyi
hukuksuz ve zalim bir suç çetesi ya da toplumdaki her kesimin ne yapacağı
konusunda keyfi racon kesen bir mafya lideri gibi yönetmek istiyorum” demesi
Erdoğan için bile biraz fazla olurdu sanırım. Bunları diyemeyeceğine göre,
siyaset biliminden, kamu yönetiminden, hukuktan, işletme kültüründen, devlet bilgisi
ve terbiyesinden alabildiğine mahrum bir edayla “Bir anonim şirket nasıl
yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir” demekten başka çaresi kalmıyor.
Oysa aralarında
çok derin farklar olduğu için bir devletin asla şirket gibi yönetilemeyeceğini
asgari bilgi birikimi olan herkes bilir. Yıllarca devlette üst düzey görevlerde
bulunmuş bir akademisyen ve yazar olan Mahfi Eğilmez’in bir yazısında belirttiği
gibi şirketin patronu bellidir. Oysa devlette patron belli değildir. Devlet,
uyguladığı maliye ve para politikasıyla bütün ülkeyi, toplumu ve şirketleri
etkileyebilir. Hiçbir anonim şirket hiçbir uygulamasıyla böyle bir etki
yaratamaz. Devlet, şirketlerden farklı olarak vergi toplama yetkisine sahiptir.
Yani finansman sıkıntısına düşse basar parayı finansmanı sağlar. Sonunda
enflasyon olur ama enflasyonu tek başına devlet değil bütün toplum paylaşır.
Oysa şirketler finansman sıkıntısına düşse böyle bir imkânları yoktur. Şirketler
malvarlıklarının değerini bilirler ve bilançolarında gösterirler. Devletlerin
bilançosu olmadığı gibi bir piyasa değeri de yoktur. Devletlerin bütçesi olur.
Şirket
yönetimi iki temel kural üzerine dayanır: Kâr etmek ve elde edilen kârın bir bölümünü
hissedarlara dağıtmak. Devlet yönetimi şirket yönetiminden farklı olarak kâr
etmek temeline dayanmaz. Tam tersine toplumdan alınan vergileri kullanarak
toplum yararına, gerektiğinde zarar etmeyi göze alır. Bu çerçevede devletlerin
kâr/zarar cetveli olmaz. Sürekli zarar eden bir şirket sonunda iflas eder ve
tasfiyeye girer. Devletler zarar etmez ve iflas da etmezler. Dolayısıyla
tasfiyeye girmezler. Batmış gibi görünseler de batmazlar.
Kendisinin ve ailesinin isimleri pek çok
yolsuzluk, rüşvet, komisyon ve netameli işlere karışan Erdoğan, aslında doğrudan
diktatörlük yetkileri, krallık konumu, sultanlık saltanatı talep edemediği için
kıvranıyor. Bu yüzden şark kurnazlığıyla halkın desteğini kapıp güya
meşrulaştıracağını sandığı diktatörlüğüne kah başkanlık diyor, kah kendisini
şirket yöneticisi bir CEO gibi pazarlamak istiyor. Oysa CEO’luk kılıfı
içerisinde istediği kuralsız bir mafyatik liderlikten başkası değil. Sadece
bilimsel tanımlamalarına bakmak bile Erdoğan’ın karakterinin CEO’luğa mı yoksa
mafya babalığına mı daha denk geldiği konusunda herkese ciddi bir fikir
verecektir.
CEO (Chief Executive Officer), yönetim kurulundan
aldığı hedefi gerçekleştirmek için strateji oluşturup uygulayan; şirketin
bugününü yönetirken yarınını da planlayan ve yönetim kuruluna hesap veren
kişidir. CEO, “yöneticilerin yöneticisidir”. Büyük şirketlerde yönetim
kuruluyla icra kurulunun arasında bağlantıyı kuran kişidir. Yaygın anlayışa
göre CEO’nun birinci görevi şirketi kâr ettirmektir. Kârlılık bir işin her
aşamasının doğru yapıldığının kanıtıdır. Eğer bir şirket kâr ediyorsa birçok
doğruyu aynı anda yapıyor demektir.
Şimdi de mafya babalarının tanımına bakalım. Belirgin
bir meslek sahibi değillerdir. Eğitim seviyeleri düşüktür. Çeşitli suçlara
meyillidirler. Sosyal konum ve saygınlığa oluşturdukları örgüt aracılığıyla ulaşmaya
çalışırlar. Rantın yüksek olduğu sektörlerde sözde 'hakemlik hukuku' sağlayıp,
yani racon kesip anlaşmazlıkları çözerek haksız kazanç sağlarlar. Mafyanın
ilgilendiği sektörler arasında inşaat, emlak, kamu ihaleleri, eğlence, turizm,
sağlık, nakliye başı çeker.
Haksız menfaat temin etmeyi kendilerine amaç
edinen mafya liderleri her türlü suçu işleyebilir. Suçlara doğrudan iştirak
etmemeye özen gösteren mafya babaları, adamlarını para, kadın, konum gibi
vaatlerle motive eder. Örgüt üyelerine karşı acımasız bir tavır sergileyen mafya
babaları topluma karşı dürüst, yardımsever ve sempatik görünmeye çalışır.
Ayrıca halkın milli ve manevi duygularını istismar eder. İtibardan tasarruf
etmekten kaçınan mafya babaları lüks yaşamayı bir güç göstergesi olarak görür.
Kanunsuz işlerini gizlemek için görünür hukuki kimliklerini maske olarak
kullanırlar.
Şimdi rant için şehirlerin nasıl talan edildiğini,
çevre katliamını, inşaat ve emlakta dönen dümenleri, madencilik sektöründeki
dalavereleri gözden geçirin ve bu alanlarda racon kesen kişi olarak Erdoğan’ın
bir CEO’ya mı, yoksa yüksek kaliberli, işinin ehli dört dörtlük bir mafya
babasına mı benzediğine siz karar verin. Bunlara kamu ihalelerine fesat
karıştırma, rantı yüksek telekomuniskasyon ve ulaştırma gibi sektörlerde son
sözü söyleme, özel mülklerin üzerine çökme, kamu ihaleleriyle ve kamu
kredileriyle beslediği işadamları üzerinden yandaş medya için para havuzları
kurma, bazı işadamlarının malvarlıklarına ele geçirip yandaş işadamlarına
peşkeş çekme vs. gibi hukuksuz ve keyfi despotlukları eklemeyi de unutmayın sakın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder