17 Mart 2015 Salı

Erdoğan, CEO’luğa mı daha çok yakışır yoksa mafya babalığına mı?


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bağımsız yargıyı, sivil toplumu, muhalefet partilerini, muhalif aydınları, boyun eğmemekte direnen bir avuç akademisyeni ve can çekişen özgür medyayı tek adam rejimi kurma heveslerinin önündeki en büyük engeller gördüğü sır değil. Bu yüzden Erdoğan, önemli bir kısmını zaten ekarte ettiği bu engellerin tamamen üstesinden gelmek için her gün yeni bir argümanla milletin karşısına çıkıyor. Son icadı ise, “devleti şirket gibi yönetmek”.
Erdoğan’ın her gün birkaç kez yaptığı, uzun ve sıkıcı tekrarlardan ibaret olan konuşmalarından biri birkaç gün önce Balıkesir’deki bir programa denk geldi. Buradaki konuşmasında Erdoğan, aynen şunları söylüyordu: “Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz.”
Her ne kadar kastı o olmasa da, Erdoğan “Benim derdim ne biliyor musunuz?” diye sorduğuna göre, insanlarda bıraktığı intibaa çerçevesinde verilecek her türlü cevaba da hazırlıklı olmalı. Mesela bende bıraktığı intibaaya göre, Erdoğan’ın tek ama tek derdi var: Adı, kamuflajı veya halka pazarlama paketi ne olursa olsun tam teşekküllü bir tek adam rejimi, bir hanedan diktatoryası kurmak.
Şundan emin olabilirsiniz ki, bugün dünyanın ulaştığı gelişmişlik düzeyinde şayet kabile yönetimleri sıkıntılı bir durum oluşturmasaydı, ihtirasıyla yanıp kavrulduğu “tek adam yönetimi”ni tesis amacıyla Erdoğan güçlü bir “kabile şefi” olmak için çırpınırdı. Şayet Ortaçağ’ın beylikler döneminde yaşıyor olsaydık Erdoğan’ı çoktan astığı astık, kestiği kestik hak hukuk tanımaz despotik bir derebeyi olarak görebilirdik. Bu dönemin baskın lider tipi sultan olsaydı, derhal devrin sultanlarına bile taş çıkaracak bir sultanlık kisvesine bürünürdü. Maalesef devir şöyle ya da böyle bunlara müsait değil. Yapıp ettiklerinizle bil hakkın diktatör bile olsanız, hem dünyaya hem de kitlelere kendinizi başka türlü sunmak, tanıtmak zorundasınız. Demokratmış, hukuka bağlıymış, medeniymiş, özgürlükçüymüş, yolsuzluklardan uzak, temiz ve ahlaklıymış gibi yapmalısınız.
Onun içindir ki yapıp ettikleri tam anlamıyla yozlaşmış bir diktatörlüğe denk düşse de Erdoğan ve avaneleri, yönetimlerine “ileri demokrasi” demek zorunda. Herkesi rüşvete, haraca, komisyona bağlayan; dahası hukuku mezara gömüp kendi keyfi kurallarını dayatan bir mafya gibi hareket etseler de, bunların toplumun iyiliği gereği olduğunu savunmak mecburiyetinde. Çoktan anayasa, hukuk, ahlak, etik tanımayan su katılmamış bir suç örgütüne dönüşmüş olsalar da, bunun “hainler”le ve “düşmanlar”la mücadele için bir gereklilik olduğunu söyleyerek kandırdıkları kitleleri kandırmayı sürdürmek zorundalar.
Erdoğan’ın tam da yaptığı ve olduğu şeyi milletin önüne çıkıp deklare etmesini zaten beklemiyoruz. “Ülkeyi hukuksuz ve zalim bir suç çetesi ya da toplumdaki her kesimin ne yapacağı konusunda keyfi racon kesen bir mafya lideri gibi yönetmek istiyorum” demesi Erdoğan için bile biraz fazla olurdu sanırım. Bunları diyemeyeceğine göre, siyaset biliminden, kamu yönetiminden, hukuktan, işletme kültüründen, devlet bilgisi ve terbiyesinden alabildiğine mahrum bir edayla “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir” demekten başka çaresi kalmıyor.  
Oysa aralarında çok derin farklar olduğu için bir devletin asla şirket gibi yönetilemeyeceğini asgari bilgi birikimi olan herkes bilir. Yıllarca devlette üst düzey görevlerde bulunmuş bir akademisyen ve yazar olan Mahfi Eğilmez’in bir yazısında belirttiği gibi şirketin patronu bellidir. Oysa devlette patron belli değildir. Devlet, uyguladığı maliye ve para politikasıyla bütün ülkeyi, toplumu ve şirketleri etkileyebilir. Hiçbir anonim şirket hiçbir uygulamasıyla böyle bir etki yaratamaz. Devlet, şirketlerden farklı olarak vergi toplama yetkisine sahiptir. Yani finansman sıkıntısına düşse basar parayı finansmanı sağlar. Sonunda enflasyon olur ama enflasyonu tek başına devlet değil bütün toplum paylaşır. Oysa şirketler finansman sıkıntısına düşse böyle bir imkânları yoktur. Şirketler malvarlıklarının değerini bilirler ve bilançolarında gösterirler. Devletlerin bilançosu olmadığı gibi bir piyasa değeri de yoktur. Devletlerin bütçesi olur.
Şirket yönetimi iki temel kural üzerine dayanır: Kâr etmek ve elde edilen kârın bir bölümünü hissedarlara dağıtmak. Devlet yönetimi şirket yönetiminden farklı olarak kâr etmek temeline dayanmaz. Tam tersine toplumdan alınan vergileri kullanarak toplum yararına, gerektiğinde zarar etmeyi göze alır. Bu çerçevede devletlerin kâr/zarar cetveli olmaz. Sürekli zarar eden bir şirket sonunda iflas eder ve tasfiyeye girer. Devletler zarar etmez ve iflas da etmezler. Dolayısıyla tasfiyeye girmezler. Batmış gibi görünseler de batmazlar.
Kendisinin ve ailesinin isimleri pek çok yolsuzluk, rüşvet, komisyon ve netameli işlere karışan Erdoğan, aslında doğrudan diktatörlük yetkileri, krallık konumu, sultanlık saltanatı talep edemediği için kıvranıyor. Bu yüzden şark kurnazlığıyla halkın desteğini kapıp güya meşrulaştıracağını sandığı diktatörlüğüne kah başkanlık diyor, kah kendisini şirket yöneticisi bir CEO gibi pazarlamak istiyor. Oysa CEO’luk kılıfı içerisinde istediği kuralsız bir mafyatik liderlikten başkası değil. Sadece bilimsel tanımlamalarına bakmak bile Erdoğan’ın karakterinin CEO’luğa mı yoksa mafya babalığına mı daha denk geldiği konusunda herkese ciddi bir fikir verecektir.
CEO (Chief Executive Officer), yönetim kurulundan aldığı hedefi gerçekleştirmek için strateji oluşturup uygulayan; şirketin bugününü yönetirken yarınını da planlayan ve yönetim kuruluna hesap veren kişidir. CEO,  “yöneticilerin yöneticisidir”. Büyük şirketlerde yönetim kuruluyla icra kurulunun arasında bağlantıyı kuran kişidir. Yaygın anlayışa göre CEO’nun birinci görevi şirketi kâr ettirmektir. Kârlılık bir işin her aşamasının doğru yapıldığının kanıtıdır. Eğer bir şirket kâr ediyorsa birçok doğruyu aynı anda yapıyor demektir.
Şimdi de mafya babalarının tanımına bakalım. Belirgin bir meslek sahibi değillerdir. Eğitim seviyeleri düşüktür. Çeşitli suçlara meyillidirler. Sosyal konum ve saygınlığa oluşturdukları örgüt aracılığıyla ulaşmaya çalışırlar. Rantın yüksek olduğu sektörlerde sözde 'hakemlik hukuku' sağlayıp, yani racon kesip anlaşmazlıkları çözerek haksız kazanç sağlarlar. Mafyanın ilgilendiği sektörler arasında inşaat, emlak, kamu ihaleleri, eğlence, turizm, sağlık, nakliye başı çeker.
Haksız menfaat temin etmeyi kendilerine amaç edinen mafya liderleri her türlü suçu işleyebilir. Suçlara doğrudan iştirak etmemeye özen gösteren mafya babaları, adamlarını para, kadın, konum gibi vaatlerle motive eder. Örgüt üyelerine karşı acımasız bir tavır sergileyen mafya babaları topluma karşı dürüst, yardımsever ve sempatik görünmeye çalışır. Ayrıca halkın milli ve manevi duygularını istismar eder. İtibardan tasarruf etmekten kaçınan mafya babaları lüks yaşamayı bir güç göstergesi olarak görür. Kanunsuz işlerini gizlemek için görünür hukuki kimliklerini maske olarak kullanırlar.
Şimdi rant için şehirlerin nasıl talan edildiğini, çevre katliamını, inşaat ve emlakta dönen dümenleri, madencilik sektöründeki dalavereleri gözden geçirin ve bu alanlarda racon kesen kişi olarak Erdoğan’ın bir CEO’ya mı, yoksa yüksek kaliberli, işinin ehli dört dörtlük bir mafya babasına mı benzediğine siz karar verin. Bunlara kamu ihalelerine fesat karıştırma, rantı yüksek telekomuniskasyon ve ulaştırma gibi sektörlerde son sözü söyleme, özel mülklerin üzerine çökme, kamu ihaleleriyle ve kamu kredileriyle beslediği işadamları üzerinden yandaş medya için para havuzları kurma, bazı işadamlarının malvarlıklarına ele geçirip yandaş işadamlarına peşkeş çekme vs. gibi hukuksuz ve keyfi despotlukları eklemeyi de unutmayın sakın!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder