31 Mart 2015 Salı

Yalan Krallığı

Şair Murathan Mungan’ın vakti zamanında söylediği “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” sözü galiba hiçbir zaman son dönemdeki kadar gerçek olmamıştı. Özellikle 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarında suçüstü yakalandıklarından bu yana Erdoğan rejiminin bakanıyla, bürokratıyla, medyasıyla söyledikleri yalanlar ayyuka çıktı. Bir tanesi bile insan olanı nesiller boyu rezil etmeye yetecek yalanlar Türkiye’nin adeta yeni normu oldu. Başta bizzat Erdoğan’ın söylediği akıl almaz, ahlak kaldırmaz yalanlar olmak üzere kamuoyuna her gün boca edilen yalanları sıralamaya kalksak emin olun ki ciltler dolusu bir utanç antolojisi olur. Öyle ki, son döneme damgasını vuran “hırsızların, rüşvetçilerin arsız saltanatında tahtta kim oturuyor?” diye sorulacak olsa hiç düşünmeden “yalan” derim.
Yalan Türk siyaseti için yeni bir şey değil. Hatta genel siyaset için de yeni bir şey olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten bileşik iki kelimeden oluşan “politika” teriminin Latince kökeni bile yalana uygun çağrışımlar yapmakta. Malumunuz “poli” Latincede “çok”, tica” ise “yüz” anlamına gelmektedir. Çok yüzlülüğün yalandan daha güçlü bir sermayesi de olamaz herhalde. Tüm politikacılara yalancı veya çok yüzlü sahtekar elbette diyemeyiz. Ama  hırsızlık, rüşvet, talan ve hukuksuzluklarıyla şöhret bulmuş Erdoğan dikta rejiminin “politika”nın etimolojk anlamının hakkını fazlasıyla verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
17/25 Aralık 2013 operasyonlarının hemen akabinde bizzat Erdoğan tarafından ortaya atılan “paralel yapı” gibi iddialı bir yalanla yola çıkanların, son 15 ay boyunca yeni bir yalan veya yalanlar üretmedikleri neredeyse tek bir gün yok. Hatta Erdoğan rejiminin siyasetçileri ve medyasının aynı gün içerisinde ürettiği yalanlar bazı günler o kadar çok ki, tek bir gün de söylenenleri bile belki kallavi bir kitabı doldurmaya yeter. 15 aydır Saray medyasının onlarca gazetesi için manşet manşet kurgulanan, onlarca televizyonunda ekran ekran tartışılan, bizzat Erdoğan ve kendilerine tek şiar olarak Erdoğan’a yalakalığı edinmiş yakın çevresinin meydan meydan dolaşarak pazarladığı yalanlardan bahsediyoruz.
Bu yalanların neredeyse tamamının tedavüle girdiği andan sadece dakikalar sonra apaçık ve ahlaksızca üretilmiş bir yalan olduğunun ispatlanması da maalesef hiçbir şeyi değiştirmiyor. O kadar ilginç ve o kadar rahatsız edici ki bu ülkede yaşananlar Erdoğan gibi adeta birer yalan makinasına dönüşen iktidar siyasetçileri, bürokratları, gazetecileri ve organik aydınları söyledikleri yalanlardan dolayı asla rezil olmuyorlar. Utanmıyorlar, arlanmıyorlar, hiçbir utanç duymuyorlar. Yalanları apaçık ortaya konulmuş olan yalancıların hiçbirinden onurlu bir istifa gelmiyor mesela. Üstelik kamuoyunu aldatmayı, milletin farklı kesimlerini birbirilerine karşı kin ve nefrete kışkırtan bu sistematik çabaya boyun eğdikleri despotizmin bir parçasına dönüşen hukuki mercilerden de dişe dokunur bir adım gelmiyor.
Her gün yepyeni ve akıl almaz yalanlarla kamuoyunun önüne çıkan ahlaken bir büyük çürümüşlük içerisinde debelenen Erdoğan dikta rejiminin yozlaşmış ekipleri, insanların gözlerinin içine baka baka söyledikleri yalanların dolayı halktan hak ettiği herhangi bir tepki de görmüyor. Bu tepkisizlik suça ve günaha gömülmüş Erdoğan rejiminin bir siyasi çaresizlik girdabında savrulduğu yozlaşmanın toplum katmanlarına derinlemesine sirayetinin önünü açıyor. Hırsızlar ve rüşvetçilerin saltanat sürdüğü Erdoğan dikta rejiminde toplum da yozlaştıkça yozlaşıyor ve böylece toplumsal doku tamiri hiç de kolay olmayacak bir çürümeye maruz kalıyor.
Elbette ki, Erdoğan dikta rejiminin milleti ahmak yerine koyan rezilane yalanları “17/25 Aralık soruşturmaları bir darbe girişimidir” yalanıyla başlamadı. 2013 Haziran’ındaki Gezi Parkı olayları sırasında söylenen yalanlar da en az son 15 aydaki kesintisiz yalanlar kadar vahimdi. Kabataş’ta AKP’li bir siyasetçinin başörtülü gelinine ve bebeğine “üzerleri çıplak ve deri kıyafetli 100’e yakın fantastik erkeğin tacizi”nden başlayarak üretilen mide bulandırıcı yalanların haddi hesabı yok. Sadece Kabataş yalanı bile bir hükümeti düşürmeye, o yalanın parçası olan siyasetçileri, organik aydınları ve gazetecileri insan içine çıkamaz hale getirmeye yetmesi gerekirken, tüm bunlar bulundukları konumları ahlaksızca işgal etmeyi sürdürüyor. Hatta hiç utanmadan ahlak ve erdem diskurları bile çekebiliyorlar.
İlmek ilmek çözümlenerek en aşağılığından bir yalan olduğu apaçık ortaya konulan Kabataş skandalından belki kat kat büyük yalanlar ise “paralel yapı” ana yalanının alt katmanları olarak kamuoyuna sunulmaya devam ediliyor. Öyle ki Erdoğan ve medyası ortaya attıkları yalanların akıbeti ile bir daha ilgilenme ihtiyacı bile duymadan her gün, her an yeni bir yalan üretme gayretini sürdürüyor. Ürettikleri bu ahlaksız yalanlara dayalı yayınların ve demeçlerin gazete küpürlerini suç delili haline getirerek hedefe koydukları kesimlere dair hukuksuz soruşturmalar açacak meslek onuruna saygısız savcı, polis ve hakimler bulmakta da hiç zorlanmıyolar. Ondan sonra gelsin algıya ve yeni yalanlara zemin oluşturmaya yönelik operasyonlar…
Bu yalanlar arasında neler yok ki? Mesela Fethullah Gülen’i bir gün manşetlerden Vatikan’ın adamı olduğunu yazıyorlar, ertesi gün MOSSAD ajanı olduğunu. Bir başka gün CIA ajanı olduğu yalanını ortaya atıyorlar, bir diğer gün Türkiye’de şeriat rejimi kurmaya çalışan bir radikal dinci olduğunu. En son ürettikleri buram buram sahtecilik kokan bir sözde belge üzerinden Gülen’in Mason olduğunu da ilan ettiler. ABD’de yaşadığını iddia ettikleri “onlarca milyon dolarlık sarayı” da Saray medyasının pek çok gazetesinde günlerce manşet oldu, Boğaziçi kıyısındaki yalıları, Ankara’daki sarayı, Bursa’daki köşkü de… Gülen’in Güney Afrika’ya kaçtığı da, Kanada’ya kaçmaktan son anda vazgeçtiği de, defalarca Türkiye’ye iade edilmesinin an meselesi olduğu yalanları da hala Erdoğan’ın rezil medyasında manşet olmaya devam ediyor.  
İki insan arasında geçen masum bir telefon görüşmesinin illegal dinlemeleri sırasında kaydedilen “ananas, tespih” gibi sıradan kelimeler bile aylarca bir gizli örgütün gizli şifreleri olarak sunuldu bu ülkede. Erdoğan medyasında manşetlerde günlerce yasadışı elmas ticaretinin ve kaçakçılığın şifreleriymiş gibi destansı manşetler atıldı. 15 aydır dış seyahatlerinde de Hizmet hareketi ve Gülen Erdoğan’ın ana konusu oldu. Sırf bu konuda muhataplarına ait olmayan beyanları varmış gibi sunduğu için bizzat Erdoğan defalarca Obama yönetimi ve Avrupalı muhatapları tarafından yalanlandı. Peki Erdoğan söylediği bu açık yalanlardan dolayı hiç utandı mı? Yaptıklarından dolayı hiç pişman oldu mu? Ne münasebet! Sadece Murathan Mungan’ın girişte paylaştığım sözünü haklı çıkarmakla yetindi.
Elbette ki Erdoğan pervasızca ve ahlaksızca ürettikleri bu yalanları sadece medyasında bırakmadı. Bu yalanları aldı dolaştığı meydanlarda, çıktığı yandaş televizyon programlarında hiç yüzü kızarmadan sürekli kullandı ve yalanlarla hedefe koyduğu masum insanların şahsiyet ve onurları üzerinde adeta ilkel bir kabile büyücüsü gibi hoyratça tepindi. Bu ilişki tek yönlü değildi. Kah medyasının ürettiği yalanları kendisi aldı propaganda malzemesi olarak kullandı, kah da kendi uydurduğu akıl almaz derecedeki ahlaksız yalanları medyası aldı manşetlerine taşıdı.
Böyle böyle yalanlarda o kadar pervasızlaştılar ki Hizmet hareketine yakın eğitim kurumları terör örgütü evleri gibi, öğretmenleri ve öğrencileri terörist militan gibi gösterilebildi. Tek bir suçu olmayan insanlar terör örgütlerinden daha tehlikeliymiş gibi hedefe konuldu. Bir insani yardım ve hayır kurumu günlerce manşetlerde yer aldıktan sonra Bakanlar Kurulu kararıyla yardım faaliyetlerini sürdüremez hale getirilmeye çalışıldı. Bank Asya gibi son derece başarılı ve sağlıklı bir banka Erdoğan’ın bizzat ürettiği ve medyası tarafından köpürtülen alçakça yalanlar üzerinden iktidar mafyası tarafından fiilen gasp edildi. TUSKON üyesi iş adamları yalan manşetlerle hedefe konurken, sıradan vatandaşlar bir anda kendilerini “dünyayı yöneten büyük bir gizli örgüt”ün parçası olarak televizyon ekranlarında ve gazete manşetlerinde görür oldular.
Yalan ve ahlaksızlıkta sınır tanımayan Erdoğan dikta rejimi ve hiçbir değer tanımayan medyası yalanlarının ajitasyon etkisini artırmak için bizzat Erdoğan’ın kızı Sümeyye’yi bile günlerce ve adice kullanmaktan çekinmedi. Erdoğan, bu gazetenin bir yazarıyla birlikte CHP’nin kızı Sümeyye’ye düzenleyeceğini iddia ettiği suikast yalanından bir baba olarak rencide olması şöyle dursun, aldı kendi kızını malzeme olarak kullanan bu alçakça yalanı meydanlarda ve ekranlarda hiç utanmadan, hiç arlanmadan haftalarca kullandı. Kurgu ve yalan olduğu ispatlanan bu komplo tamamen çökmüş olsa da Erdoğan bu yalanı kullanmaya hala devam ediyor. 
Dedim ya 15 ay boyunca ürettikleri irili ufaklı tüm yalanları listelesem değil bu köşeye, gazetenin tüm sayfalarına, kitaplara bile sığmaz. Ne yazık ki, adeta yalana bağımlılık kazanmışçasına yalanları arttıkça daha fazlasına ihtiyaç duydular. Daha fazla yalana ihtiyaç duydukça pervasızlıkları ve arsızlıkları daha fazla arttı. Ve nihayet iş pazartesi günü bizzat Erdoğan’ın Slovenya’ya gitmeden önce tüm kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okudum” dediği AKP seçim beyannamesini, 5 saat sonra gittiği ülkede yaptığı açıklamada yine kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okumadım” diyebileceği inanılmaz bir noktaya vardı.
Erdoğan rejiminin üzerine oturduğu yalanlardan sadece çok az bir kısmını anlattığım bu yazıdan sonra, siz de takdir edersiniz ki, değerli şair Mungan’ın o çok yerinde sözü aslında ciddi bir değişikliğe ve sağlam bir tevile muhtaç gibi. Acaba Mungan’ın “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” sözünü “Arsız yalanlarınızla zaten tescilli bir rezilseniz yalanlar krallığına dönüşen Türkiye’de rezil değil vezir bile olabilirsiniz” şeklinde biraz değiştirsek mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder