Karakteri her geçen gün
biraz daha netleşen Erdoğan dikta rejiminin son kurbanı Mehmet Baransu oldu. Mehmet
Baransu gazetecidir. Hem de iyi bir gazeteci. Çünkü iyi gazeteciliğin asgari
ihtiyaç duyduğu ahlak ve cesarete fazlasıyla sahiptir. Ahlaklıdır, çünkü ilgi
çekeceğim diye şaklabanlıklara, yalana ve tezvirata tenezzül etmez. Cesurdur,
çünkü ne darbeci generallerin, ne de iktidarı tekelleştiren bu devrin hırsız despotlarının
tehditlerine boyun eğmez. Doğru bildiği yolda ilerler ve şövalye ruhundan asla
taviz vermez. Yozlaşmış muktedirler ve çevrelerinde hemen bitiveren kaypak ve karaktersiz
işbirlikçileri eliyle başına geleceklerden adı gibi emin olduğu halde hakkın
hatırını hep ali tutar.
Aslına Mehmet Baransu’yu şahsen
fazla tanımam. Tanışıklığımın ağırlıklı kısmı imza attığı gazetecilik
başarıları üzerindendir. TV programları ya da bazı etkinliklerde 3-5 kez karşılaşmışlığımız
da var elbette. Ama şahsen fazla tanımıyor olmam, Pazar günü evi basılıp 12
saat arandıktan sonra gözaltına alınması ve akabinde tutuklanması karşısında tavır
almama engel değil. Hatta bu konuda bir dakikalık değerlendirme yapmama bile
gerek olmadı. Çünkü Baransu, dayanışmak için doğal bir refleksle safında yer almamı
hak eden meslektaşlarımdandır. Tıpkı Can Dündar’ın, Sedef Kabaş’ın, 75 gündür
hapiste olan Hidayet Karaca’nın, Ekrem Dumanlı’nın ve daha birçok meslektaşımın
başına gelenlerde olduğu gibi.
Palavralara, yalanlara,
iftiralara ve hatta despotun maşası olmayı zul addetmeyen güdümlü mahkemenin
tutuklama gerekçelerine kulak asmaya hiç gerek yok. Gazeteci Mehmet Baransu, basın
sektöründe artık bolca bulunan karaktersiz ödleklerin ya zalime ve zulme şakşakçılığa
soyunduğu ya da zalimden korktuğu için araziye uyduğu bir dönemde gazetecilik
yapmakta ısrar ettiği için tutuklandı. Baransu, hak ve özgürlüklerin savunucusu
ya da gerçeklerin peşinde olduğu için tutuklanan ne ilk kişiydi, ne de son kişi
olacak. Erdoğan dikta rejimi kurumsallaşıp daha da konsolide olduğu ölçüde
Baransu’nun yanına yeni isimler eklenecek.
Baransu’nun net bir darbe
planı olduğu Yargıtay tarafından onanmış Balyoz darbe planından dolayı tutuklanması,
demokrasi mücadelesi vermek iddiasıyla yola çıkanların, hırsızlık ve yolsuzluk
yaparken suçüstü yakalanınca darbecilerle nasıl ahlaksızca bir işbirliği
içerisine girebileceğinin en somut göstergesi oldu. Baransu, bazı darbe severlerin
ve muktedir hırsızların sunmaya çalıştığı gibi ‘kumpas’ ya da ‘sahte delil’den
değil, bavulla savcıya teslim ettiği belgeler gerçek olduğu için hapse
gönderildi. Bugüne kadar beş kere gözaltına alındığı ve her an yeniden gözaltına
alınması beklendiği halde hiçbir yere kaçmayan Baransu’nun tutuklanma gerekçelerinden
birinin “kaçma şüphesi” olması ise komik bile değil.
Mahkeme önüne çıkmasından
saatlerce önce AKP’li sosyal medya trollerinin “Baransu bu sefer tutuklanacak”
diye paylaşımlarda bulunması, hakkında yönetilen ithamların, iddiaların
çürüklüğünün yanı sıra mahkemenin de aslında basit bir maşadan ibaret olduğunu
ispatlar nitelikteydi. Şüpheniz olmasın ki Baransu, doğrudan Erdoğan diktasının
talimatlarıyla hapse atılmış bir gazeteci olarak tarihe geçecektir. Çünkü, Baransu’nun
tutuklanmasında hukuk değil emirler işlemiş, deliller değil talimatlar
konuşmuştur. Hakim ve savcıların bu süreçteki rolleri ise basit ve bayağı birer
figüranlıktan ibaret kalmıştır.
Basın ve ifade
özgürlükleri ayaklar altına alınarak tutuklanması pahasına ilkelerinden asla taviz
vermeyen Baransu, belki hukuksuz ve keyfi bir şekilde hapse atılmış olabilir,
ama ahlaki olarak bu sürecin en büyük kazananı da yine kendisidir. En büyük
kaybedeni ise elbette ki insanların hukuka ve yargıya olan güvenini yerle bir
eden Erdoğan dikta rejimi ve bu rejimin gönüllü figüranlarıdır. Tabii
kaybedenler bir de gazetecilik meslek ilkelerine bile sahip çıkmakta acziyet
gösteren ya da büyük bir kısmı itibariyle diktatörün zulmüne ortak olan sözde
gazeteciler olmuştur. Taraf gazetesinin bugünkü yönetimi bile Baransu konusunda
son derece pısırık bir ses vermek suretiyle, kendilerine yakışmayacak bir
şekilde, bu skandalın kaybedenleri arasında yerini almıştır. Bu haliyle Taraf,
o eski cesur Taraf’tan çok şey kaybettiğini de apaçık gözler önüne sermiştir.
Eski Taraf’ın başat aktörleri
ise kendilerine yakışanı yapmış, zalimin zulmü karşısında nasıl durulması
gerektiğine dair tarihe bir manifesto olarak geçecek bir örneklik
sergilemişlerdir. Baransu’nun tutuklanmasına gerekçe olarak sunulan manşetlerin
atıldığı dönemde Taraf’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapan Ahmet Altan ve
yardımcısı Yasemin Çongar, gazeteci olanlarla olmayanlar arasındaki farkı açıkça
ortaya koyacak bir turnusol vazifesi görmüşlerdir. Bu asil ve cesur
tavırlarıyla sahte gazetecilerin suratlarına şamar üstüne şamar indirmişlerdir.
Ahmet Altan’ın Cumhuriyet’te
yayınlanan yazısı (İngilizce çevirisini Today’s Zaman’da da okuyabilirsiniz)
eski Taraf’ın demokratik şöhretinin ve dillere destan cesaretinin ruh kaynağını
da ele verir niteliktedir. Yazısında, sırf gazetecilik yaptığı için Baransu’yu
cezaevine gönderen ahlaksız zalimlere ve zalimlerin karaktersiz kuklalarına
meydan okuyan Ahmet Altan, haklı olarak “Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin
güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak
niteleniyor?” diye sormaktan kendisini alamamıştır.
Nafile beklemek yerine sorusunun can
alıcı cevabını da kendisi vermiş: “Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla
darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri… Hırsızlık
yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da
büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi. Ellerinde
planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye,
hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar… Birlikte,
onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.”
Zalimlere meydan okuyan Altan, “Önce işi bir
netleştirelim,” diyor ve ekliyor, “Ben Taraf Gazetesi’nin
kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının
basılmasına ben karar verdim. O planları bin defa önüme getirseler bin defa da
basarım. Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret
ederim. Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek,” dedikten sonra her kelimesini
bir yumruğa dönüştürdüğü cümleden şamarlarını ardı ardına indiriyor: “…O haberi
basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan
bir an bile kuşku duymayan adam benim. Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz
planları ‘devletin gizli kalması gereken’ bilgisi miymiş?”
Ahmet Altan, son yıllarda okuduğum en net, en ahlaki
ve en cesur yazısında, ikiyüzlü muktedirlerin, menfaat için bu zalimlerin çevresinde
kırk takla atan gazeteci kılıklı karaktersiz hokkabazların, hukuk adamı veya
bürokrat kisvesinde despota yardakçılık yapan şaklabanların ve korkudan iyice sünepeleşerek
artık mide bulandırır bir kıvama gelen sözde gazetecilerin ikiyüzlülüklerini
yüzlerine vuran mızrak gibi sorularını da ardı ardına sıralamış.
Benzer
bir örnek tavrı da Yasemin Çongar sergilemiş. Baransu’nun tutuklanma gerekçesi ile
ilgili söylenenler hakkında zehir zemberek bir yazı kaleme alan Çongar, “Baransu,
TCK 327. maddesinde düzenlenen “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri
temin etmek”le suçlanıyor. Şimdi biz, darbe hazırlıklarının yasal bir iş
olduğunu, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
gizli kalması gerektiğini mi kabul etmeliyiz? Gazetecilerin, toplumun
bilgilenme hakkını gözardı ederek, devlet içindeki yasadışı faaliyetlerle
ilgili bilgi ve belgelerden uzak durmasını, bunları haberleştirmemesini mi
savunmalıyız? Bu gazetecilikten vazgeçmek değil midir? Anayasa’nın 28.
maddesinden, Basın Kanunu’nun 3. maddesinden vazgeçmek değil midir? Baransu’nun
tutuklanma gerekçesi, TCK 327 kapsamında, “Balyoz” davasına konu olan belgelerin
“gizliliğini,” dolaylı olarak da “gerçekliğini” teyid ediyor,” diyor ve
yazısını “Biz gazetecilik yaptık.” diye bitiriyor.
Çongar
haklı! Bu ülkenin medyasında artık nadiren rastlanan bir işe imza attılar. Gazeteciliği
hakkıyla yaptılar. Bu yüzden suç ve günahları büyük! Şimdi asker ya da sivil
buldukları her müptezel güce tapınmayı marifet sanan serserilerin ve sözde
gazetecilikten geçinen şöhret budalası şarlatanların alkışları arasında işledikleri
bu günahın(!) bedelini ödüyorlar. Aslında asıl bedeli derin uykusunu sürdürüp,
konforunu bozmaya pek niyetli olmayan tüm halk ödüyor. Ama satılığa çıkardığı basireti
iyice körelmiş bu halk, henüz bunun farkında bile değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder