3 Mart 2015 Salı

Gazeteci Baransu hapiste, peki şimdi sıra kimde?


Karakteri her geçen gün biraz daha netleşen Erdoğan dikta rejiminin son kurbanı Mehmet Baransu oldu. Mehmet Baransu gazetecidir. Hem de iyi bir gazeteci. Çünkü iyi gazeteciliğin asgari ihtiyaç duyduğu ahlak ve cesarete fazlasıyla sahiptir. Ahlaklıdır, çünkü ilgi çekeceğim diye şaklabanlıklara, yalana ve tezvirata tenezzül etmez. Cesurdur, çünkü ne darbeci generallerin, ne de iktidarı tekelleştiren bu devrin hırsız despotlarının tehditlerine boyun eğmez. Doğru bildiği yolda ilerler ve şövalye ruhundan asla taviz vermez. Yozlaşmış muktedirler ve çevrelerinde hemen bitiveren kaypak ve karaktersiz işbirlikçileri eliyle başına geleceklerden adı gibi emin olduğu halde hakkın hatırını hep ali tutar.
Aslına Mehmet Baransu’yu şahsen fazla tanımam. Tanışıklığımın ağırlıklı kısmı imza attığı gazetecilik başarıları üzerindendir. TV programları ya da bazı etkinliklerde 3-5 kez karşılaşmışlığımız da var elbette. Ama şahsen fazla tanımıyor olmam, Pazar günü evi basılıp 12 saat arandıktan sonra gözaltına alınması ve akabinde tutuklanması karşısında tavır almama engel değil. Hatta bu konuda bir dakikalık değerlendirme yapmama bile gerek olmadı. Çünkü Baransu, dayanışmak için doğal bir refleksle safında yer almamı hak eden meslektaşlarımdandır. Tıpkı Can Dündar’ın, Sedef Kabaş’ın, 75 gündür hapiste olan Hidayet Karaca’nın, Ekrem Dumanlı’nın ve daha birçok meslektaşımın başına gelenlerde olduğu gibi.
Palavralara, yalanlara, iftiralara ve hatta despotun maşası olmayı zul addetmeyen güdümlü mahkemenin tutuklama gerekçelerine kulak asmaya hiç gerek yok. Gazeteci Mehmet Baransu, basın sektöründe artık bolca bulunan karaktersiz ödleklerin ya zalime ve zulme şakşakçılığa soyunduğu ya da zalimden korktuğu için araziye uyduğu bir dönemde gazetecilik yapmakta ısrar ettiği için tutuklandı. Baransu, hak ve özgürlüklerin savunucusu ya da gerçeklerin peşinde olduğu için tutuklanan ne ilk kişiydi, ne de son kişi olacak. Erdoğan dikta rejimi kurumsallaşıp daha da konsolide olduğu ölçüde Baransu’nun yanına yeni isimler eklenecek.  
Baransu’nun net bir darbe planı olduğu Yargıtay tarafından onanmış Balyoz darbe planından dolayı tutuklanması, demokrasi mücadelesi vermek iddiasıyla yola çıkanların, hırsızlık ve yolsuzluk yaparken suçüstü yakalanınca darbecilerle nasıl ahlaksızca bir işbirliği içerisine girebileceğinin en somut göstergesi oldu. Baransu, bazı darbe severlerin ve muktedir hırsızların sunmaya çalıştığı gibi ‘kumpas’ ya da ‘sahte delil’den değil, bavulla savcıya teslim ettiği belgeler gerçek olduğu için hapse gönderildi. Bugüne kadar beş kere gözaltına alındığı ve her an yeniden gözaltına alınması beklendiği halde hiçbir yere kaçmayan Baransu’nun tutuklanma gerekçelerinden birinin “kaçma şüphesi” olması ise komik bile değil.
Mahkeme önüne çıkmasından saatlerce önce AKP’li sosyal medya trollerinin “Baransu bu sefer tutuklanacak” diye paylaşımlarda bulunması, hakkında yönetilen ithamların, iddiaların çürüklüğünün yanı sıra mahkemenin de aslında basit bir maşadan ibaret olduğunu ispatlar nitelikteydi. Şüpheniz olmasın ki Baransu, doğrudan Erdoğan diktasının talimatlarıyla hapse atılmış bir gazeteci olarak tarihe geçecektir. Çünkü, Baransu’nun tutuklanmasında hukuk değil emirler işlemiş, deliller değil talimatlar konuşmuştur. Hakim ve savcıların bu süreçteki rolleri ise basit ve bayağı birer figüranlıktan ibaret kalmıştır.
Basın ve ifade özgürlükleri ayaklar altına alınarak tutuklanması pahasına ilkelerinden asla taviz vermeyen Baransu, belki hukuksuz ve keyfi bir şekilde hapse atılmış olabilir, ama ahlaki olarak bu sürecin en büyük kazananı da yine kendisidir. En büyük kaybedeni ise elbette ki insanların hukuka ve yargıya olan güvenini yerle bir eden Erdoğan dikta rejimi ve bu rejimin gönüllü figüranlarıdır. Tabii kaybedenler bir de gazetecilik meslek ilkelerine bile sahip çıkmakta acziyet gösteren ya da büyük bir kısmı itibariyle diktatörün zulmüne ortak olan sözde gazeteciler olmuştur. Taraf gazetesinin bugünkü yönetimi bile Baransu konusunda son derece pısırık bir ses vermek suretiyle, kendilerine yakışmayacak bir şekilde, bu skandalın kaybedenleri arasında yerini almıştır. Bu haliyle Taraf, o eski cesur Taraf’tan çok şey kaybettiğini de apaçık gözler önüne sermiştir.
Eski Taraf’ın başat aktörleri ise kendilerine yakışanı yapmış, zalimin zulmü karşısında nasıl durulması gerektiğine dair tarihe bir manifesto olarak geçecek bir örneklik sergilemişlerdir. Baransu’nun tutuklanmasına gerekçe olarak sunulan manşetlerin atıldığı dönemde Taraf’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapan Ahmet Altan ve yardımcısı Yasemin Çongar, gazeteci olanlarla olmayanlar arasındaki farkı açıkça ortaya koyacak bir turnusol vazifesi görmüşlerdir. Bu asil ve cesur tavırlarıyla sahte gazetecilerin suratlarına şamar üstüne şamar indirmişlerdir.
Ahmet Altan’ın Cumhuriyet’te yayınlanan yazısı (İngilizce çevirisini Today’s Zaman’da da okuyabilirsiniz) eski Taraf’ın demokratik şöhretinin ve dillere destan cesaretinin ruh kaynağını da ele verir niteliktedir. Yazısında, sırf gazetecilik yaptığı için Baransu’yu cezaevine gönderen ahlaksız zalimlere ve zalimlerin karaktersiz kuklalarına meydan okuyan Ahmet Altan, haklı olarak “Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak niteleniyor?” diye sormaktan kendisini alamamıştır.
Nafile beklemek yerine sorusunun can alıcı cevabını da kendisi vermiş: “Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri… Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi. Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar… Birlikte, onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.”
Zalimlere meydan okuyan Altan, “Önce işi bir netleştirelim,” diyor ve ekliyor, “Ben Taraf Gazetesi’nin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben karar verdim. O planları bin defa önüme getirseler bin defa da basarım. Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret ederim. Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek,” dedikten sonra her kelimesini bir yumruğa dönüştürdüğü cümleden şamarlarını ardı ardına indiriyor: “…O haberi basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan bir an bile kuşku duymayan adam benim. Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz planları ‘devletin gizli kalması gereken’ bilgisi miymiş?”
Ahmet Altan, son yıllarda okuduğum en net, en ahlaki ve en cesur yazısında, ikiyüzlü muktedirlerin, menfaat için bu zalimlerin çevresinde kırk takla atan gazeteci kılıklı karaktersiz hokkabazların, hukuk adamı veya bürokrat kisvesinde despota yardakçılık yapan şaklabanların ve korkudan iyice sünepeleşerek artık mide bulandırır bir kıvama gelen sözde gazetecilerin ikiyüzlülüklerini yüzlerine vuran mızrak gibi sorularını da ardı ardına sıralamış.
            Benzer bir örnek tavrı da Yasemin Çongar sergilemiş. Baransu’nun tutuklanma gerekçesi ile ilgili söylenenler hakkında zehir zemberek bir yazı kaleme alan Çongar, “Baransu, TCK 327. maddesinde düzenlenen “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek”le suçlanıyor. Şimdi biz, darbe hazırlıklarının yasal bir iş olduğunu, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gerektiğini mi kabul etmeliyiz? Gazetecilerin, toplumun bilgilenme hakkını gözardı ederek, devlet içindeki yasadışı faaliyetlerle ilgili bilgi ve belgelerden uzak durmasını, bunları haberleştirmemesini mi savunmalıyız? Bu gazetecilikten vazgeçmek değil midir? Anayasa’nın 28. maddesinden, Basın Kanunu’nun 3. maddesinden vazgeçmek değil midir? Baransu’nun tutuklanma gerekçesi, TCK 327 kapsamında, “Balyoz” davasına konu olan belgelerin “gizliliğini,” dolaylı olarak da “gerçekliğini” teyid ediyor,” diyor ve yazısını “Biz gazetecilik yaptık.” diye bitiriyor.
            Çongar haklı! Bu ülkenin medyasında artık nadiren rastlanan bir işe imza attılar. Gazeteciliği hakkıyla yaptılar. Bu yüzden suç ve günahları büyük! Şimdi asker ya da sivil buldukları her müptezel güce tapınmayı marifet sanan serserilerin ve sözde gazetecilikten geçinen şöhret budalası şarlatanların alkışları arasında işledikleri bu günahın(!) bedelini ödüyorlar. Aslında asıl bedeli derin uykusunu sürdürüp, konforunu bozmaya pek niyetli olmayan tüm halk ödüyor. Ama satılığa çıkardığı basireti iyice körelmiş bu halk, henüz bunun farkında bile değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder