29 Ekim 2015 Perşembe

92. yaşında can çekişen Cumhuriyet


İhtişamlı dönemler geçirdikten, 600 yıl sürdükten sonra zamana ayak uydurmakta zorlanıp miadını doldurarak çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden tam 92 yıl geçti. Zor şartlar altında kurtarılan Anadolu’nun kalbinde Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğiyle kurulan Cumhuriyet o dönemin şartlarına göre demokratik hukuk devleti olabilme çabası sergilemekten de geri durmadı.
Ancak, Cumhuriyet bazı tarihsel sebeplerden, bazı kifayetsizliklerden ve uluslararası konjontürden dolayı maalesef gerçek bir demokratik hukuk devleti olma idealine bir türlü ulaşamadı. Bu yöndeki çabalar ya demokrasi ve hukuk vaatleriyle gelen samimiyetsiz ve muhteris siyasi liderlerin yeterince güç temerküzü sağladıktan sonra bir tek adam diktası kurma hayali peşinde despotlaşmaşıyla sonuçlandı. Ya da siyasi aktörlerin beceriksizlikleri yüzünden dönem dönem paralize olan acemi demokrasimiz askeri darbeler ve müdahalelerle kesintiye uğradı. Netice 92 yıl boyunca Cumhuriyet bir türlü özgürlükçü ve tam teşekküllü bir demokratik hukuk devleti olma vasfıyla taçlandırılamadı.
Yarım yamalak bu demokrasisine, bir türlü yerli yerine oturtulamayan hukuk devletinin her türden zafiyetine rağmen bütün renkleri ve görüşleriyle Türk milleti Cumhuriyet’i yine de çok sevdi. Zihniyet olarak tarih öncesinde kalmış çok marjinal bazı gruplar dışında halkın tamamı Cumhuriyet’i benimsedi ve sahiplendi.
Buna rağmen bugün Türkiye Cumhuriyeti, kemale ermemiş olsa da kimliğini bütünleyen bütün demokratik ve hukuki ilkeleriyle birlikte can çekişiyor. Çünkü o “çok marjinal bazı gruplar” diye tanımladığımız bir azınlığın arsız ve şımarık tahakkümü altında bulunuyor. Cumhuriyet dönemi değerleri ve tecrübeleri yerine kendilerine geçmiş zamanların sıkıntılı istibdat dönemlerini referans alarak “Büyük Devlet” hayalleri peşinde koşan bu küçük güruh, gün be gerçeklikle bağlarını tamamen yitirdikleri halde, Cumhuriyet’i neredeyse tamamen esir almış durumdalar. Gırtlağına kadar suça ve yolsuzluğa batmış bu muktedir azgın azınlığın elinde Cumhuriyet adeta maalesef son demlerini yaşıyor. Ya çok geç olmadan uygulanacak bir şok tedaviyle demokratik Cumhuriyet kendisine yeniden gelecek ya da tamamen Orta Doğu’nun ve Asya’nın hiç de yabancısı olmadığı kesif bir diktatörlüğün hakimiyetine girecek.
Ülkede son yıllarda ve özellikle de son günlerde yaşananlara şöyle bir kuş bakışı bakanlar, şu an bile sultası altında yaşamakta olduğumuz nev-i şahsına münhasır rejimin demokratik bir hukuk devleti olmadığına rahatlıkla kanaat getirebilirler. “Halk yönetimi” anlamına gelen Cumhuriyet’in bu mümeyyiz vasfını gün be gün nasıl da yitirmekte olduğuna kolayca ve doğru bir şekilde hükmedebilirler. Devletin en tepesinde bulunanların bile her türlü yolsuzluk ve rüşvet şaibeleriyle anıldığı, işlemedik ulusal ve uluslararası suç bırakmadıklarına dair şüphelerin ise zirve yaptığı bir ortamda güçler ayrılığı sistemi, kontrol ve denge mekanizmaları, temel hak ve özgürlükler, şeffaflık, hukuk ve hesap verebilirlik özelliklerinden gün be gün mahrum bırakılan mevcut rejimin sultanlıkla diktatörlük karışımı bir tek adam rejimine dönüşmekte olduğu aklını ve izanını tamamen yitirmemiş herkes tarafından açıkça görülebiliyor.
Hukuksuz proje hakimlikler, partizan savcılıklarla bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş yargının bulunduğu, iktidarın ve iktidardan da muktedir bir tek adamın milis gücüne dönüştürülmüş polis teşkilatının olduğu, özgür basının tek tek susturulduğu, basının ve medyanın en az yüzde 80’inin o tek adam tarafından doğrudan ya da dolaylı kontrol edildiği, kamu yayıncılığı yapan medya organlarının gün be gün güçlenen bu despotluğun sıradan  propaganda makinasına dönüştürüldüğü bir rejime ne demokrasi, ne hukuk devleti, ne de Cumhuriyet diyebilmenin imkanı kalmamıştır.
Şirketlerin ve işadamlarının tek tek tehdit edildiği, mallarına keyfi şekilde el konulduğu, can çekişmekte olan bir avuç özgür ve bağımsız medya kuruluşunun gazetelerinin kapatıldığı, televizyonlarının karartıldığı bir rejimin bir adı varsa, o da herhalde diktatörlüktür. Gerçek sivil toplum örgütlerinin üzerinde tepinildiği, GONGO niteliğinde binlerce çakma sivil toplum görünümlü entitenin kurulduğu, en basit eleştiri getirenlerin bile derhal “terörist” diye yaftalanarak üzerlerine çullanıldığı bir rejimin adına demokratik bir hukuk devleti veya Cumhuriyet dışında her şey diyebilirsiniz.
Muhalefetin sesinin kısıldığı, kamu imkanlarının hiçbir denetime tabii olmaksızın tamamen iktidar ve tek adamın kullanımına verildiği, en ufak muhalif sese tahammülün dip yaptığı bir ortamda hakkında konuşulması gereken bir Cumhuriyet’in varlığı değil, hukuksuz ve keyfi bir diktatörlüğün kurulmakta olduğudur. Kimsenin can ve mal güvenliğinin kalmadığı, on binlerce partizan tetikçinin hedef aldığı demokrat aydınların ve muhalif toplumsal kesimlerin onur ve haysiyetlerinin sistematik bir şekilde linç edilerek inciltildiği  bir rejime halkın rejimi, yani Cumhuriyet diyemezsiniz.
Yargının muhalif görülen herkesi ezmekte kullanılan adi bir silaha dönüştürüldüğü, bu yüzden yargıya güvenin yerlerde süründüğü ve hukuk güvenliğinin tamamen ortada kalktığı bir tek adam despotluğuna demokratik hukuk devleti ya da Cumhuriyet diyemezsiniz. Bünyesinde en etkin demokratik medya araçlarını barındıran Türkiye’nin en büyük holdinglerinden İpek Koza Holding ve İpek Medya Grubu’na haksız, hukuksuz ve göz göre göre sergilenen küstahlıklar ile yüzlerce ağır silahlı polis eşliğinde el koyabiliyorsanız, orada bir erdem ve fazilet rejimi olan Cumhuriyet’ten bahsedemezsiniz.
Bir rejim düşünün ki, muktedirlerinin ve yandaşlarının kazanç kapısı olarak çalışmanın yerini halkı soymak, kamu mallarını talan etmek, hırsızlık ve rüşvet almış olsun, hukukun yerini despotluk, erdem ve faziletin yerini ahlaksızlık, şeffaflığın yerini denetimsizlik, hoşgörünün yerini küstahlık ve nobranlık almış olsun! Böyle bir rejime demokrasi ve cumhuriyet diyebilir misiniz? Örnekleri çoğaltmak, yazıyı uzatmak mümkün, ama sanırım gereksiz.
Özetle çağdaş vatandaşlık haklarının bilincinde bir toplumun temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almış bir demokratik hukuk devleti vasfıyla taçlandırabilmek için uğruna nesiller boyu mücadele verilen Cumhuriyetimiz Erdoğan sultasının keyfilikleri ve hukuksuzlukları yüzünden savrulduğu berbat koşullardaki bir yoğun bakımda can çekişiyor. Ülke Cumhuriyet’in kurulmasına giden çileli yolun geçtiği yıllardakinden çok daha büyük bir tehlike altında bulunuyor.
İşte bu berbat şartlar ve büyük tehlikeler altında Türkiye, Pazar günü ya Cumhuriyet’ine yeniden sahip çıkacak ve ona ihtiyaç duyduğu nefesi ve ruhu üfleyecek, ya da demokrasiyi “uygun gördüğü istasyonda inilecek bir tramvay” gibi gören muhteris ve ilkesiz zihniyetin elinde heder olup gidecek. Pazar günü yapılacak seçimler Cumhuriyet’imizi kurtarmak için bütün muhtemel sıkıntılarıyla birlikte son demokratik şansımız. Hukukun büyük ölçüde yok edildiği ülkemizde, Cumhuriyet’in ve kazanımlarının korunmasının tek demokratik yolu olarak, belki de önümüze son kez konulacak olan, sandık görünüyor. Demokratik yöntemlerden vazgeçmeden Cumhuriyet’in kazanımlarını korumanın bu son şansı iyi kullanılamayıp, dikta heveslilerinin beklentisi doğrultusunda heder edilirse Türkiye’yi her açıdan derinliği bugünden tahmin edilemeyecek büyük sıkıntılar, krizler ve kaotik günler bekliyor.  
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder