Bu yazıda aslında size
anlatabileceğim yeni bir hikaye yok. Çünkü bu hikaye hiç de yeni bir hikaye
değil. Geçen yıl 27 Ağustos’ta yazılmıştı. Cumartesi günü ise bu bilindik hikaye
sadece tekrar edildi o kadar. Tekrarı yapılırken de hikayenin ana teması doğal
olarak daha güçlendirildi. Ana temayı sıkıntıya sokan bazı önemsiz küçük
detaylar törpülendi. Bilindik bu kötücül hikayemiz kemale erdirildi.
Hatırlayacağınız gibi
Erdoğan 10 Ağustos 2014 tarihinde cumhurbaşkanı seçilmiş, ancak Anayasa’nın 101.-107.
maddeleri arasındaki hükümlerin tamamını ihlal etmek pahasına ne
milletvekilliğinden, ne başbakanlıktan, ne de parti başkanlığından haftalarca vazgeçmemişti.
Üstelik seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak tarihine kendisinin karar verdiği 27
Ağustos 2014’teki AKP 1. Olağanüstü Kongresi’ne katılmaktan çekinmemişti.
Bu kongreyi tuhaf kılan
tek şey Erdoğan’ın Anayasa’nın açık maddelerini, demokratik teamülleri ve
siyasi nezaketi hiçe saymasından ibaret değildi. Erdoğan sonrası AKP’nin doğal
lideri olması beklenen, tüm anketlerde de öyle çıkan, devrin cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün görev süresi 28 Ağustos 2014 günü sona erecekti ve bu kongre sadece
bir gün önce düzenleniyordu. Açıkçası hukuk, Anayasa, demokratik teamüller, siyasi
ve en temel insani nezaket kuralları alabildiğine zorlanıyor, kanırtılıyordu.
Belli ki Erdoğan ve çevresi Gül’ün AKP’ye dönmesini istemiyordu. İstememekle
kalmayıp, türlü şark kurnazlığı ve çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla bunu
imkansızlaştırıyorlardı.
İşte böyle bir ortamda
AKP, tek aday ve tek listeyle Olağanüstü Kongre’ye gitmiş ve Erdoğan’ın
işaretiyle Ahmet Davutoğlu’nu parti başkanı seçmişti. Seçmişti demem lafın
gelişi. Çünkü, kongrede tek aday olunca seçimden ziyade bir atama mevzubahisti.
Ama Davutoğlu tek aday gösterilse bile demokrasinin işlemesi mümkün olabilir ve
bu AKP’yi izleyenlere bu partide demokratik bir umudun hala canlı olduğuna dair
fikir verebilirdi. Öyle ya, neticede son derece tartışmalı ve sıkıntılı bir
dönemde, üstelik hiç de şık olmayan çeşitli ayak oyunlarıyla olağanüstü bir
kongre yapılıyordu. O zamana kadar yapılan bütün anketlerin Erdoğan sonrası
doğal lider olarak gösterdiği Abdullah Gül’e, göstere göstere bir çerme
takılıyordu. Kongrede tek aday olsa dahi yapılan bütün bu nezaketsizliklerin,
haksızlıkların ve ayak oyunlarının mutlaka bir siyasi sonucu olmalıydı.
Ama olmadı. AKP’nin 1.
Olağanüstü Kongresi’ne tek aday olarak sokulan Ahmet Davutoğlu bin 388
delegeden bin 382’sinin oyunu aldı. Sakın yanlış anlaşılmasın o 6 oy da olup
bitenlere karşı protesto oyu falan değildi. Teknik sebeplerden geçersiz sayılan
oylardan ibaretti. Yani Erdoğan bir sürü hukuki olmazları zorlayarak, demokratik
teamülleri, siyasi etik ve nezaketi hiçe sayarak Davutoğlu’nu atamış ve
Davutoğlu yine de delegenin tamamının oyunu almıştı. Benim için o gün AKP’nin bilinen
anlamıyla bir siyasi parti olarak tarihe gömüldüğü gün olmuştu. Ortada
demokratik parti olma niteliğini tamamen kaybetmiş bir şey vardı artık.
İşte bu yüzden, çevremde yeni
AKP Başkanı ve Başbakan olan Davutoğlu’nun bazı şeyleri değiştirebileceğine
dair zayıf da olsa umutlarını dile getirenlere, böyle bir şeyin asla mümkün
olamayacağını gerekçeleriyle anlatıp durdum. Çünkü, Davutoğlu’nu değil de
Erdoğan şayet hiç kimsenin tanımadığı, bilmediği ve belki de hiç olmayan “Tavukoğlu”
diye birini aday göstermiş olsaydı muhtemeldir ki o da delegenin yüzde yüz
oyuyla seçilecekti. Neticede AKP ve yönetimi, Anayasa ve teamüllere göre artık
tarafsız olması gereken Erdoğan’ın ihtirasları uğruna siyasette kullandığı bir
aparattan ibaretti.
Cılız da olsa umutlarını
dile getirenlere bu konuda hep şunu söyledim: “Şayet, AKP demokratik
kültürden azıcık nasibini almış bir parti olsaydı hukuk, demokratik ve siyasi nezaket
böylesine kanırta kanırta zorlanarak yapılan bir kongrede en azından birkaç yüz
delegenin protesto oyu kullanması gerekirdi. Davutoğlu delegelerin yüzde 100’ünün
değil de mesela sadece yüzde 55’inin oyuyla seçilmiş bir parti başkanı ve başbakan
olsaydı belki umutlu olunabilirdi. Böyle bir durumda AKP’nin en azından yüzde
55’inin Davutoğlu’nun arkasında olduğu düşünülebilirdi. Oysa Kongre’de
kendisine oy veren delegenin yüzde 100’ü Erdoğan öyle istediği için Davutoğlu’na
oy verdi. Davutoğlu kendisine ait olmayan bir gücün ürettiği bir figürdür ve
artık kendisi olarak kalma şansını bile yitirdi. Görünürde AKP Başkanı ve Başbakan
olsa da Davutoğlu’nun siyasi özgül ağırlığı yok hükmündedir. Çünkü böyle bir
özgül ağırlığı yoktur. Dolayısıyla kendisinden hukuka uygun, özgün, medeni,
izzetli ve demokrat bir tavır beklemek abesle iştigaldir.”
Belki de bu analizimde yanılmayı
en çok isteyen kişi bendim. Ama geçtiğimiz bir yıl boyunca yaşanan gelişmeler,
Davutoğlu’nun liderlik yapacak tıynetten hiç nasiplenmediğini apaçık ortaya
koydu ve bu analizi maalesef doğruladı. Kendisini ve kişiliğini inkar ederek konuşma
üslubunu, mimiklerini bile Erdoğan’a benzetmeye çalışmaktan, onu taklit
etmekten çekinmeyen birinden ne beklenirdi ki zaten?
Dün de AKP 5. Olağan
Kongresi’ni yaptı ve tek aday gösterilen Davutoğlu, oy kullanan bin 360
delegenin, geçersiz sayılan 7 oy hariç, tamamının oyuyla yeniden AKP başkanı
seçildi. Pardon yeniden atandı. AKP hakiki bir demokratik siyasal parti olsaydı
şayet, her şeyden önce mutlaka bu kadar türbulanslı bir zamanda içinden
kaçınılmaz olarak başka adaylar ve başka listeler de çıkardı. Tek aday, tek
liste ile yapılan Kongre, AKP’nin demokratik niteliklerinden geriye pek bir şeyin
kalmadığının apaçık ve güçlü bir teyidi niteliğinde oldu. Ama bu durum hiç
şaşırtmadı.
Aslında AKP 5. Olağan
Kongresi, 28 Ağustos 2014 AKP 1. Olağanüstü Kongresi’nden çok daha feciydi.
Çünkü, bu sefer Davutoğlu’nun parti yönetiminin şekillenmesi konusundaki etkisi
de tamamen sıfırlandı. Kendisine en yakın isimleri bile parti yönetiminde
koruyamazken, Erdoğan’ın dayattığı tüm isimleri parti yönetimine sokmak zorunda
kaldı. Böylece Davutoğlu, kendi elleriyle Erdoğan’ın ellerine tamamen teslim
olmuş kullanışlı bir siyasi aparatçığa dönüşmüş oldu. Bu garip durumun Türk
siyasi tarihinde bir ilk olma özelliğiyle hep anılacağından hiç kimsenin
şüphesi olmasın. Çünkü, Davutoğlu, kendi ekibini bile seçme hürriyetine sahip
olamayan, en yakın yardımcılarını bile seçmesine izin verilmeyen bir genel
başkan olarak ‘etkisiz eleman’ haline getirildi.
Kongreyle AKP’nin karar
alma organı olan 50 üyeli Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nun (MKYK) yüzde 70'i
yenilendi. Listenin neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sadakatleri ve bu
sadakatin gereği militanlıklarıyla bilinen isimlerden oluştu. Kongre sonuçları Davutoğlu’nun
ne resmen başkanıymış gibi yaptığı AKP üzerinde, ne de resmen başbakanıymış
gibi göründüğü hükümet üzerinde herhangi bir fiili ağırlığı olmadığını gözler
önüne serdi. Siyaseti yakından takip edenler bu durumu zaten biliyordu ama
kongre bu tuhaflığı herkesin gözleri önüne serdi.
Neticede, bir “tek adam
rejimi” kurmak amacıyla sivil bir darbe sürecinden geçen Türkiye’de görünürdeki
Başbakan’ın tüm rolünün “tek adam”ın adamı olmaktan öteye gidemeyeceği bir
durumla karşı karşıyayız. Dünkü net tablodan sonra ne AKP artık demokratik bir parti
olarak kabul edilebilir, ne de Erdoğan vesayeti altında zoraki seçtiği parti
yönetimi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder