6 Ocak 2015 Salı

Kötülüğün sıradanlığı ya da çürümenin kurumsallaşması


Meclis Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu’nun 17 Aralık 2013 operasyonuyla rüşvet ve yolsuzlukları afişe olmuş 4 eski bakanla ilgili aldığı Yüce Divan kararını duyar duymaz aklıma nereden geldiyse “kötülüğün sıradanlığı” kavramı ve bu kavramın yol açtığı çağrışımlar geldi. Komisyonun 14 üyesinden AKP’li 9’u, ahlak ve vicdanlarını sıfırlayıp blok halinde oy kullanarak şüpheli bakanların Yüce Divan’a gitmesini şimdilik engelledi. Ancak, muhalefetin muhtemel bir talebiyle Ocak ayı içerisinde aynı gündemle Meclis’te de bir oylama yapılabileceği için şüpheli dört bakanın Yüce Divan’a gitme ihtimali teorik olarak hala bulunuyor.
Komisyonunun yolsuzluk suçlamaları karşısında istifa etmek zorunda kalan 4 eski bakana Yüce Divan yolunu şimdilik kapatmaktan daha önemli bir kararı daha var ki, halkın vicdanında ve adalet duygusunda bu kararın yol açacağı hasarın telafisi belki de hiçbir zaman mümkün olmayacak. Yine AKP’li üyelerinin blok oyuyla Komisyon tüm yolsuzluk ve rüşvet dellilerinin 1-2 gün içerisinde imha edilmesi yönünde de bir karar aldı.
Komisyondaki temsilcilerinin bu kararlarıyla AKP resmen 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun partide yoldan çıkmış, Şeytan’a ve nefsine yenilmiş bir kaç yozlaşmış kişiliği ilgilendiren berbat bir sorun olmayıp, bu sorunun AKP’nin kurumsal kimliğini ve partinin kişiliğini oluşturur hale geldiğini ispatlamış oldu. Suçluları kollama, suçları örtme ve suç delillerini karartma yönündeki bu vahim karardan sonra artık karşımızda sadece suça, rüşvete, yolsuzluğa, hırsızlığa bulaşmış birkaç bakan sorunu bulunmuyor. Karşımızda bu adilikleri artık suç, ayıp ya da günah görmeyen bir iktidar partisinin yozlaşmış, çürümüş, kokuşmuş kurumsal kimliği duruyor. Bu kararlarla bütün parti adeta kurumsal olarak “hepimiz hırsızız, hepimiz rüşvetçiyiz, hepimiz yolsuzuz” diye haykırmış ve dahası “hepimiz Reza Zarrab’ız” demiş oluyor.
Tıpkı Hannah Arendt’in “A Report on the Banality of Evil / Eichmann in Jerusalem” adlı kitabında kavramlaştırarak düşünce dünyasına hediye ettiği “kötülüğün sıradanlığı” tabirinin çağrıştırdıkları gibi. Komisyonda çıkan kararla AKP’nin kurumsal olarak sahiplenmesi sonucu hırsızlıklar, rüşvetler, yolsuzluklar, keyfilikler, yalanlar, iftiralar ve hukuksuzlukların yol açtığı kokuşma ve çürüme de iyice sıradanlaşıyor. Zaten Arendt de, farklı bir konu ve bağlamda olsa dahi, aslında akıl almaz kötülüklerin ortalama her insanın yapabileceği türden günahlar olduğunu anlatmıyor muydu?
Hatırlayalım: Nazi subayı Adolf Eichmann, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Arjantin’de yakalanıp soykırım suçundan yargılanmak üzere Kudüs’e götürülünce, New Yorker dergisi, New York’ta yaşayan bir Alman filozof olan Hannah Arendt’i duruşmayı izlemesi için Kudüs’e göndermişti. Arendt mahkemeyi takip etti ve izlenimlerini uzun uzadıya dergi için yazdı. Daha sonra kitaplaşan o metinde Arendt, milyonlarca insanı toplama kamplarında ölüme yollayan Eichmann’ın suçunu “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla açıklamıştı. Bu kavramla Arendt,  kötülüğün “sıradan” bir şey olduğunu değil; tam tersine büyük insanlık suçlarının sıradan insanlar eliyle gerçekleşebileceğini anlatmak istiyordu. Adolf Eichmann mahkemede suçunu kabul etmemiş, sadece kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini savunmuştu. Arendt işte bu patolojiyi sorguluyordu: Eleştirel mesafeden ve düşünceden yoksunluk, Eichmann’ın cinayetlerini “sıradan” hale getirmişti
Arendt büyük zulümlerin en basit karakter özelliklerinden çıkabileceğini hatırlatmış ve bunların en kötüsünün adını “kariyerizm” olarak koymuştu. “Eichmann aslında vasat bir bürokrattı, üstlerinin ve diktatörün gözüne girmek için kendisine verilen işi en iyi şekilde yapması gerektiğini düşünüyor, bunu meşru görüyordu. Kendi ikbalinden başka amacı yoktu,” diyor Arendt. Kısacası, insanlık tarihinin en büyük soykırımlarından biri, kariyer düşkünü çapsız memurlar eliyle hazırlanmıştı.
Tıpkı 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalından sonra yaşananlar gibi. Tıpkı niyetleri halis olmayan yozlaşmış bir siyasal ekibe hizmet ederek hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti aklamayı bürokraside terfi almanın, siyasette ilerlemenin, yargıda yükselmenin bir yolu gören kifayetsiz muhterislerin yapıp-ettikleri gibi. Arendt’in “kötülük mekanizması göründüğünden daha basittir” tezinin Türkiye’deki bu yozlaşma, çürüme ve kokuşma için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yozlaşmış bir siyasi çetenin rüşvet ve yolsuzluklardan pay dağıtıp rıza devşirerek meşrulaştırdığı korkunç bir despotizme doğru gidişatın yolunun küçük menfaatlerin taşlarıyla döşeli olduğunu henüz aklını yitirmemiş herkes görebiliyor. Bürokrasinin çarkları, “kariyerizm” ve tatmin olmak bilmez menfaatler Türkiye’de despotluğa, diktatörlüğe doğru hızla yol aldıkça artan yozlaşmanın, çürümenin ve kokuşmanın bitmek bilmez yakıtlarını oluşturuyor.
Bu zehirli yakıt yanmaya bir kez başlamaya görsün. Geriye ne ahlak, ne hukuk, ne din, ne ilke, ne tutarlılık bırakıyor. Sadece iki kişi arasında yaşansa bile hayat boyu utanılacak bir sürü kepazeliğe milyonların gözü önünde imzalar atılabiliyor. Bir dönem daha milletvekili olabilmek, oturduğu başbakanlık ya da bakanlık koltuğunun sıcaklığını bir süre daha uzatabilmek, bulunduğu pozisyonu bir basamak daha yukarı taşıyabilmek, ekonomik kazançlarına haram helal demeden yenilerini katabilmek ya da var olana halel gelmesinden endişe ederek etliye sütlüye karışmaktan uzak durmak sayesinde kötülük de sıradanlaşıyor, ahlaksızlık ve omurgasızlık da…
Her yerde hissedilen bu kesif çürüme ve mide bulandırıcı kokuşma artık sinsice, gizliden ve yavaş yavaş değil, arlanmaz bir cüretkarlıkla, hayasız bir aleniyetle ve şımarık bir hızla yayılıyor. En tepeden başlayan bu yozlaşma, çürüme ve kokuşma, önce en tepedekinin yakınlarına sirayet ediyor, sonra kurumlarına ve en sonunda tüm topluma… Balık baştan kokmakla kalmıyor, tüm vücudu da kokutuyor, çürütüyor… Kokuşma ve çürümeyi yaygınlaştırıp, kurumsallaştırıp kendilerinin ve toplumun ana karakteri haline getiriyorlar. Yani tehlike açıkça görünür olanlardan bile büyük!



Not: Bu yazıda Can Bahadır Yüce’nin 8 Temmuz 2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanan “Kötülüğün sıradanlığı” başlıklı yazısından faydalanılmıştır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder