Meclis Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu’nun 17 Aralık 2013 operasyonuyla rüşvet ve yolsuzlukları afişe olmuş 4 eski bakanla ilgili aldığı Yüce Divan kararını duyar duymaz aklıma nereden geldiyse “kötülüğün sıradanlığı” kavramı ve bu kavramın yol açtığı çağrışımlar geldi. Komisyonun 14 üyesinden AKP’li 9’u, ahlak ve vicdanlarını sıfırlayıp blok halinde oy kullanarak şüpheli bakanların Yüce Divan’a gitmesini şimdilik engelledi. Ancak, muhalefetin muhtemel bir talebiyle Ocak ayı içerisinde aynı gündemle Meclis’te de bir oylama yapılabileceği için şüpheli dört bakanın Yüce Divan’a gitme ihtimali teorik olarak hala bulunuyor.
Komisyonunun yolsuzluk
suçlamaları karşısında istifa etmek zorunda kalan 4 eski bakana Yüce Divan
yolunu şimdilik kapatmaktan daha önemli bir kararı daha var ki, halkın
vicdanında ve adalet duygusunda bu kararın yol açacağı hasarın telafisi belki
de hiçbir zaman mümkün olmayacak. Yine AKP’li üyelerinin blok oyuyla Komisyon
tüm yolsuzluk ve rüşvet dellilerinin 1-2 gün içerisinde imha edilmesi yönünde
de bir karar aldı.
Komisyondaki
temsilcilerinin bu kararlarıyla AKP resmen 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan
çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun partide yoldan çıkmış, Şeytan’a ve nefsine
yenilmiş bir kaç yozlaşmış kişiliği ilgilendiren berbat bir sorun olmayıp, bu
sorunun AKP’nin kurumsal kimliğini ve partinin kişiliğini oluşturur hale
geldiğini ispatlamış oldu. Suçluları kollama, suçları örtme ve suç delillerini
karartma yönündeki bu vahim karardan sonra artık karşımızda sadece suça,
rüşvete, yolsuzluğa, hırsızlığa bulaşmış birkaç bakan sorunu bulunmuyor. Karşımızda
bu adilikleri artık suç, ayıp ya da günah görmeyen bir iktidar partisinin
yozlaşmış, çürümüş, kokuşmuş kurumsal kimliği duruyor. Bu kararlarla bütün parti
adeta kurumsal olarak “hepimiz hırsızız, hepimiz rüşvetçiyiz, hepimiz yolsuzuz”
diye haykırmış ve dahası “hepimiz Reza Zarrab’ız” demiş oluyor.
Tıpkı Hannah Arendt’in “A
Report on the Banality of Evil / Eichmann in Jerusalem” adlı kitabında
kavramlaştırarak düşünce dünyasına hediye ettiği “kötülüğün sıradanlığı”
tabirinin çağrıştırdıkları gibi. Komisyonda çıkan kararla AKP’nin kurumsal
olarak sahiplenmesi sonucu hırsızlıklar, rüşvetler, yolsuzluklar, keyfilikler,
yalanlar, iftiralar ve hukuksuzlukların yol açtığı kokuşma ve çürüme de iyice sıradanlaşıyor.
Zaten Arendt de, farklı bir konu ve bağlamda olsa dahi, aslında akıl almaz
kötülüklerin ortalama her insanın yapabileceği türden günahlar olduğunu
anlatmıyor muydu?
Hatırlayalım: Nazi subayı Adolf Eichmann, II. Dünya
Savaşı’ndan sonra Arjantin’de yakalanıp soykırım suçundan yargılanmak üzere
Kudüs’e götürülünce, New Yorker dergisi, New York’ta yaşayan bir Alman filozof
olan Hannah Arendt’i duruşmayı izlemesi için Kudüs’e göndermişti. Arendt
mahkemeyi takip etti ve izlenimlerini uzun uzadıya dergi için yazdı. Daha sonra
kitaplaşan o metinde Arendt, milyonlarca insanı toplama kamplarında ölüme
yollayan Eichmann’ın suçunu “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla açıklamıştı. Bu
kavramla Arendt, kötülüğün “sıradan” bir
şey olduğunu değil; tam tersine büyük insanlık suçlarının sıradan insanlar
eliyle gerçekleşebileceğini anlatmak istiyordu. Adolf Eichmann mahkemede suçunu
kabul etmemiş, sadece kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini savunmuştu.
Arendt işte bu patolojiyi sorguluyordu: Eleştirel mesafeden ve düşünceden
yoksunluk, Eichmann’ın cinayetlerini “sıradan” hale getirmişti
Arendt büyük zulümlerin en basit karakter
özelliklerinden çıkabileceğini hatırlatmış ve bunların en kötüsünün adını “kariyerizm”
olarak koymuştu. “Eichmann aslında vasat bir bürokrattı, üstlerinin ve
diktatörün gözüne girmek için kendisine verilen işi en iyi şekilde yapması
gerektiğini düşünüyor, bunu meşru görüyordu. Kendi ikbalinden başka amacı
yoktu,” diyor Arendt. Kısacası, insanlık tarihinin en büyük soykırımlarından
biri, kariyer düşkünü çapsız memurlar eliyle hazırlanmıştı.
Tıpkı 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalından
sonra yaşananlar gibi. Tıpkı niyetleri halis olmayan yozlaşmış bir siyasal
ekibe hizmet ederek hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti aklamayı bürokraside terfi
almanın, siyasette ilerlemenin, yargıda yükselmenin bir yolu gören kifayetsiz
muhterislerin yapıp-ettikleri gibi. Arendt’in “kötülük mekanizması
göründüğünden daha basittir” tezinin Türkiye’deki bu yozlaşma, çürüme ve
kokuşma için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yozlaşmış bir
siyasi çetenin rüşvet ve yolsuzluklardan pay dağıtıp rıza devşirerek
meşrulaştırdığı korkunç bir despotizme doğru gidişatın yolunun küçük menfaatlerin
taşlarıyla döşeli olduğunu henüz aklını yitirmemiş herkes görebiliyor. Bürokrasinin
çarkları, “kariyerizm” ve tatmin olmak bilmez menfaatler Türkiye’de despotluğa,
diktatörlüğe doğru hızla yol aldıkça artan yozlaşmanın, çürümenin ve kokuşmanın
bitmek bilmez yakıtlarını oluşturuyor.
Bu zehirli yakıt yanmaya bir kez başlamaya görsün.
Geriye ne ahlak, ne hukuk, ne din, ne ilke, ne tutarlılık bırakıyor. Sadece iki
kişi arasında yaşansa bile hayat boyu utanılacak bir sürü kepazeliğe
milyonların gözü önünde imzalar atılabiliyor. Bir dönem daha milletvekili
olabilmek, oturduğu başbakanlık ya da bakanlık koltuğunun sıcaklığını bir süre
daha uzatabilmek, bulunduğu pozisyonu bir basamak daha yukarı taşıyabilmek,
ekonomik kazançlarına haram helal demeden yenilerini katabilmek ya da var olana
halel gelmesinden endişe ederek etliye sütlüye karışmaktan uzak durmak
sayesinde kötülük de sıradanlaşıyor, ahlaksızlık ve omurgasızlık da…
Her yerde hissedilen bu kesif çürüme ve mide
bulandırıcı kokuşma artık sinsice, gizliden ve yavaş yavaş değil, arlanmaz bir
cüretkarlıkla, hayasız bir aleniyetle ve şımarık bir hızla yayılıyor. En
tepeden başlayan bu yozlaşma, çürüme ve kokuşma, önce en tepedekinin
yakınlarına sirayet ediyor, sonra kurumlarına ve en sonunda tüm topluma… Balık
baştan kokmakla kalmıyor, tüm vücudu da kokutuyor, çürütüyor… Kokuşma ve
çürümeyi yaygınlaştırıp, kurumsallaştırıp kendilerinin ve toplumun ana
karakteri haline getiriyorlar. Yani tehlike açıkça görünür olanlardan bile
büyük!
Not: Bu yazıda Can Bahadır Yüce’nin 8 Temmuz 2014
tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanan “Kötülüğün sıradanlığı” başlıklı
yazısından faydalanılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder