“Her şerde bir hayır vardır” derler. Bazen hayatlarımızı karartan şerre takılıp o şerle birlikte kapımızı umutla çalan hayırları göremeyebiliyoruz. Oysa dünya ve hayat karanlıkla aydınlığın, siyahla beyazın, iyi ile kötünün, hayır ile şerrin iç içe olduğu, birinin diğerinin sebebi veya sonucu olduğu durumlardan ibaret değil midir?
Şayet 14 Aralık 2014 günü, aralarında yaklaşık 1 milyon tirajıyla
Türkiye’nin en çok satan gazetesi Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni ve bünyesinde
Türkiye’nin en fazla izlenen 14 TV ve radyoların bulunduğu Samanyolu Grubu
CEO’su Hidayet Karaca’nın da bulunduğu 31 kişinin ipe sapa gelmez iddialarla
gözaltına alınması büyük bir şer ve zulümse, mutlaka bu zulüm ve şerrin sebep
olduğu hayırları da görmemiz gerekiyor. Elbette ki hayırları görebilmek için
yaşanan şerre şöyle biraz daha yakından ve farklı bir pencereden bakmak
gerekiyor.
Her şeyden önce Türkiye’de son dönemde olup biteni, ülkedeki anti-demokratik
ve despotik gidişatı belki biz demokratlar yerli ve yabancı dostlarımıza anlatmakta
hala güçlük çekiyorduk. Dumanlı’nın, polis tarafından gazete basılarak
gözaltına alınması, 80 saat boyunca haksız ve hukuksuz bir şekilde gözaltında
tutulması, Hidayet Karaca’nın kurgusal bir TV dizisinin senaristi, yönetmeni ve
oyuncularıyla birlikte gözaltına alınması, akabinde yine haksız ve hukuksuz bir
şekilde terör örgütü kurmakla suçlanıp tutuklanarak hapse atılması Türkiye’nin
içinde bulunduğu vahim durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriverdi.
Türkiye’nin hak, hukuk tanımaz bir despotun elinde nasıl keyfi, hukuksuz ve
anti-demokratik bir noktaya savrulduğu herkesin gözünde iyice kristalize oldu. Erdoğan
diktası altındaki ülkenin demokrasi liginden ne kadar uzaklaştığı tartışmaya
mahal kalmayacak şekilde ispatlandı. Özgür basına yönelik akıl almaz bu son
darbe, Erdoğan ve ekürisinin nasıl birer zalim despotlara dönüştükleri
konusunda doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle tüm dünyada hiçbir şüpheyi
geride bırakmayacak şekilde bir mutabakata yol açtı.
Enteresan bir şekilde Erdoğan dikta yönetiminin hak ve özgürlükleri hedef
alan, basın özgürlüğünü yok etmeyi amaçlayan bu son saldırısı Türkiye içinde de
demokrasi ve hukuk hassasiyetini sürdüren herkesi ortak bir ses vermeye teşvik
etti. İdeolojik tercih ve yaşam tarzı açısından birbirinden tamamen farklı çevreler bu
vesileyle bir araya geldi. Demokrasinin hayatiyeti, hukuk devletinin
sürdürülmesi ve Türkiye’nin demokrat ve medeni dünyanın bir parçası olarak
kalması için farklı çevrelerden önde gelen aydınlar ortak bir tavır aldı.
Solcusu, sağcısı, muhafazakarı, liberali, milliyetçisiyle tüm demokrat aydınların
ortak duyarlıklarla verdikleri bu ses dünyanın dört bir tarafında duyulacak adeta
bir çığlığa dönüştü.
İlk olarak, 17 Aralık günü gazetelerde yayınladıkları tam sayfa bir
bildiriyle Türkiye’nin aydınları, yapılan baskınların ve göz altıların “basın
özgürlüğüne ve Türkiye’nin demokratik geleceğine bir darbe” olduğunun altını
kalın çizgilerle çizdiler. Aralarında Doğan Akın’dan, Murat Aksoy’a, Mustafa
Akyol’dan Mehmet Altan’a, Hayko Bağdat’tan Can Dündar’a, Ali Bulaç’tan Hasan
Cemal’e, Yasemin Çongar’dan Nuray Mert’e, Metin Münir’den Zeynep Tanbay’a,
Pınar Türenç’ten Perihan Mağden’e, Utku Çakırözer’den Cengiz Çandar’a, Neşe
Düzel’den Cafer Solgun’a, Derya Sazak’tan Atilla Sertel’e, Amberin Zaman’dan
Yılmaz Odabaşı’na uzanan Türkiye’nin entelektüel birikiminin parlak temsilcileri
olan onlarca aydın bu ortak bildiriye imza atarak gazetecilerin derhal serbest
bırakılmalarını talep ettiler.
“Bu vahim olayın özgür basına yönelik sistematik hale gelen baskı, yasak ve
yıldırma çabalarının son halkası” olduğuna dikkat çekerek, medya ve düşünce
özgülüğüne yönelik her türlü müdahaleye sert ifadelerle karşı çıktılar. Zulme
ve baskıya karşı özgür medyadan yana tavır alarak onurlu, cesur ve asil duruşlarıyla
kıymetli isimlerini tarihe altın harflerle yazdılar ve gelecek nesillere övünç
duyabilecekleri bir miras bıraktılar.
Hukuksuzluk, keyfilik, despotizm ve diktanın zirve yaptığı bu zor dönemde aydın
izzetine ve namusuna halel getirmeyen ve böylelikle Türkiye’nin entelektüel
birikiminin bilhakkın temsilcileri olduklarını ispatlayan bu saygın isimlere 22 Aralık
günü yenileri eklendi. Hep birlikte bir “Aydınlar Deklarasyonu” yayınladılar. Türkiye’nin
gururu bu aydınlar güçlü bir çığlık halinde “Türkiye demokrasisi için çok geç
olmadan, AKP hükümetini girdiği tehlikeli yoldan dönmeye” davet ettiler.
Ahmet Altan’dan, Ahmet İnsel’e, Ahmet Turan Alkan’dan Altan Tan’a, Asaf
Savaş Akat’tan Aslı Tunç’a, Ataol Behramoğlu’ndan Aydın Engin’e kimler yoktu ki
change.org’ta imzaya açılan bildirinin ana imzacılar listesinde: Ayhan Aktar, Baskın Oran, Cafer Solgun, Cemal Uşşak, Cengiz
Aktar, Cengiz Çandar, Ceren Sözeri, Ceyda Karan, Cihangir İslam, Cüneyt Ülsever,
Daron Acemoğlu, Dengir Mir Mehmet Fırat, Doğan Akın, Doğan Satmış, Doğu Ergil, Ergun
Babahan, Erkam Tufan Aytav, Erkan Saka, Ertuğrul Günay, Ferhat Kentel, Gencay
Gürsoy, Hadi Uluengin, Hasan Cemal, Hayko Bağdat, Herkül Milas, Hilmi Yavuz, İbrahim
Betil, İştar Gözaydın, Kazım Güleçyüz, Koray Çalışkan, Kürşat Bumin, Levent
Köker, Mario Levi, Maya Arakon, Mehmet Altan, Mehmet Betil, Mehveş Evin, Melis
Behlil, Murat Aksoy, Murat Belge, Mustafa Erdoğan, Mustafa Yeşil, Müge Göcek, Mümtaz’er
Türköne, Namık Çınar, Nazlı
Ilıcak Neşe Düzel, Nil Mutluer, Nilüfer Göle, Niyazi Öktem, Nuray Mert, Orhan
Kemal Cengiz, Osman Kavala, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Ömer Madra, Pelin Batu, Reha
Çamuroğlu, Sait Çetinoğlu Samim Akgönül, Selahattin Özel, Seyfettin Gürsel, Suat
Kınıklıoğlu, Şahin Alpay, Tahir Özyurtseven, Taner Akçam, Tayfun Atay, Tuğba
Tekerek, Ufuk Uras, Ümit Kardaş, Yasemin Çongar, Yasemin İnceoğlu, Yavuz Baydar,
Yavuz Oğhan, Yüksel Taşkın.
Solcusu-sağcısı, Alevisi-Sünnisi, Türkü-Kürdü, Müslümanı-gayri Müslimi ile
asil ve tarihi bir duruş sergileyen bu aydınların imzalayarak Change.org’ta
yayınladığı bildirilere on binlerce insan da imzalarıyla destek verdiler,
vermeye de halen devam ediyorlar.
“Geçmişte askeri darbelerle kesintiye uğrayan Türkiye demokrasisi, bugün sivil
bir yönetimin idaresi altında büyük bir hızla kan kaybediyor” tespitinde
bulunan bu 2. bildiri, “Kuvvetler ayrılığını, yargının bağımsızlığını,
parlamento denetimini, barışçıl toplanma ve gösteri hürriyetinin kullanılmasını
ve basın özgürlüğünü kendisine bir tehdit/darbe olarak algılayan, demokrasinin
klasik denge ve denetim sistemlerini “milli iradenin” önünde engel olarak sunan
bir iktidar Türkiye’de işbaşındadır” teşhisinde bulunuyordu.
Türkiye’nin Erdoğan diktası altında nerelere savrulduğu ise şu ifadelerle
dile getiriliyordu: “Son bir kaç yılda pek çok yasa değiştirilerek, hukuk
sistemi evrensel hukuk normlarından uzaklaştırılmış ve temel kişi hak ve
özgürlükleri aleyhine bir baskı aracına dönüştürülmüştür. Her geçen gün daha da
otoriterleşen AKP hükümeti yüzlerce gazeteci ve köşe yazarını uyguladığı
baskılarla işlerinden attırmış, kamu gücünü kullanarak birçok gazete ve
televizyonların, kendisine taraftar sermaye sahiplerine devredilmesini
sağlamıştır.
“Son olarak 14 Aralık 2014’te Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV yöneticileri
başta olmak üzere gazeteciler, televizyon yapımcıları ve dizi oyuncuları ‘terör
örgütü’ üyesi oldukları ve devletin egemenliğini ele geçirmeye çalıştıkları
gerekçesiyle gözaltına alınmış ve bir kısmı da tutuklanmıştır. İktidar
tarafından yeniden kurgulanan ceza yasaları ve yargı organları devreye
sokularak eleştirel medya tamamen susturulmak istenmekte, gazetecilik bir
meslek olarak bitirilmeye çalışılmaktadır.”
Türkiye’de yaşamaya devam edecek bir demokrat vatandaş olarak bu saygıdeğer
aydınlarımıza minnetle teşekkür ediyorum.. İyi ki varsınız ve iyi ki hak-hukuk,
demokrasi ve özgürlüklerden yana yükseltilen bu güçlü sese ortaksınız!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder