13 Şubat 2016 Cumartesi

‘Yeni Türkiye’ tarihin hangi aşamasında?


Türkiye maalesef hiç bir zaman gerçek bir demokratik hukuk devleti olmayı başaramadı. Onun içindir ki “Türk demokrasisi” diye bir şeyden bahsetmek aslında mümkün değil. Demokrasinin Türkiye serüveni 1800’lerde başlayan ve henüz hedefine ulaşamamış olan inişli çıkışlı bir demokratileşme hikayesinden ibarettir. Bu serüvenin hak ve özgürlüklere daha saygılı olunan bazı dönemlerinde demokrasi idealine daha yakın olunmuş, hak ihlallerinin ve hukuksuzlukların doruğa çıktığı bazı dönemlerinde ise demokrasi idealinden iyice sapılmıştır.
            “Yeni Türkiye”, temel hak ve özgürlüklerin sürekli ihlal edilmesinden, bir türlü gerçek bir hukuk devleti olunamamasından, dolayısıyla demokrasinin tam yerleşememesinden kaynaklanan ağır sorunlarla anılan geçmiş dönemlerle arasına bir fark koyma iddiasıyla AKP ve Erdoğan yanlıları tarafından çarpıcı bir söylem olarak gündeme getirildi. Şu kaderin garip cilvesine bakın ki, “Yeni Türkiye” denilen dönem demokrasi, hukuk ihlalleri, keyfilikler, zulümler, gasplar, temel hak ve özgürlükler açısından Türkiye’nin en berbat dönemini tanımlar hale geldi. Herkesin bildiği diğer tüm zulümleri ve ihlalleri bir kenara bırakıp sadece mal güvenliği ve mülkiyet dokunulmazlığına dair ihlallere baksak dahi  “Yeni Türkiye”nin içinde yaşadığımız bu çağa ve insanlığın eriştiği gelişmişlik düzeyine ait olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
            Söylem ve eylemleri günümüz evrensel hukuk ilklerine, temel insan hak ve özgürlüklerine dair normlara, demokrasinin gereklerine ve hukuk devleti nosyonuna uymayadığı halde AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin “Yeni Türkiye” diye etiketleyerek pazarlamaya bayıldığı bu dönem acaba tarihin hangi aşamasına denk düşüyor? Her gün hukuksuz ve keyfi bir şekilde holdinglere, özel şirketlere, özel eğitim kurumlarına el koyan; Melek İpek örneğinde olduğu gibi vatandaşların aileleriyle birlikte yaşadıkları evlerini bile zorla gasp etmeye çalışan AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin “Yeni Türkiye” diyerek Türkiye’yi yaşadığı çağdan koparıp nerelere ve hangi eski devirlere doğru sürüklediğini isterseniz birlikte saptamaya çalışalım.
            Basit bir tanımlamayla mülkiyet hakkı malike kullanma, semerelerinden yararlanma, devretme, tüketme yetkilerini veren bir haktır. Mülkiyet hakkı ona sahip olana, hakkın konusu olan eşya üzerinde ve kanunların çizdiği sınırlar içinde dilediği gibi tasarruf etme (kullanma) yetkisini verir. Bu hak, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası 1982 yılında yapılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir” denilerek açıkça güvence altına alınmıştır. Bankalara, şirketlere, okullara, dershanelere, gazetelere, televizyonlara ve hatta insanların aileleriyle yaşadıkları evlere keyfi ve hukuksuz bir şekilde el koyan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi ise, zihniyetleri ve uygulamalarıyla çokça eleştirilen 12 Eylül askeri darbesinin eseri olan 1982 Anayasasının bile çok gerisine düşmüştür.
            İsterseniz Türk siyasi tarihi içerisinde kalmak şartıyla biraz daha gerilere gidelim. Bazı tarihçiler tarafından bu topraklarda demokratikleşmenin ilk somut adımı olarak değerlendirilen 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimât Fermânı tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmasını garantiye almıştır. Herkesin mal ve mülküne sahip olmasını, bunları miras olarak bırakabilmesini öngören Tanzimat Fermanı, özel mülkiyeti tam bir güvence altına almak suretiyle müsadereyi kaldırmıştır. Özel mülklere hukuksuz ve keyfi bir şekilde el koymak suretiyle hukuken kutsal olan mülkiyet dokunulmazlığını hiçe sayan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi ise Tanzimat Fermanı ile mülkiyet dokunulmazlığını garanti altına alan Osmanlı Devleti’nin bile gerisine düşmüştür.
            Müthiş bir ilkesizlik, oportunizm ve Makyavele parmak ısırtacak bir pragmatizm sergilenerek Suriyeli mülteciler üzerinden yapılan kirli ve çirkin pazarlıklar, bu pazarlıklara eşlik eden tehditler ve şantajlar sonucu göstermelik olsa da üyelik müzakerlerinin yeniden başladığı Avrupa Birliği (AB) için de mülkiyet dokunulmazlığı, can ve mal güvenliği en önemli esaslardandır. Kaldı ki, Almanya ve Nazi işgali altındaki diğer ülkelerdeki Yahudilerin mülklerinin keyfi şekilde gasp edilmelerinden yola çıkılarak, AB’nin atası durumundaki Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nun kurulmasından bile önce kaleme alınan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de mülkiyet dokunulmazlığının altını önemle çizer.
            AİHS şöyle der: “Her gerçek veya tüzel kişi, mallarından yararlanmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı gereği olarak ve kanunun ön gördüğü koşullar ile devletler hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde mülkünden mahrum edilebilir. Herkes, yasal şekilde elde ettiği mülküne sahip olma, kullanma, elden çıkarma ve miras bırakma hakkına sahiptir. Bunların kaybı karşılığında zamanında adil bir tazminat ödenmesi koşulu ile kamu menfaati nedeniyle veya yasada öngörülen koşullar çerçevesinde yapılması dışında hiç kimsenin elinden mülkü alınamaz. Mülkün kullanımı, kamu menfaati için gerekli olduğu ölçüde yasa ile düzenlenebilir.”
            Mülkiyet hakkı ve mülkiyet dokunulmazlığı Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1948’de kabul edilen, Türkiye’nin de imzacısı olduğu, 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (İHEB) birinci kuşak hakları arasında da yer alır. İHEB’in 17. Maddesi aynen şöyle der: “Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir. Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.”
            Çağdaş uluslararası hukukun en önemli metinleri arasında yer alan ve bu yönüyle demokratik hukuk devletlerine yön veren bu sözleşme ve bildirilerde yer alan ilkeler AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi tarafından açıkça yok sayılmakta ve büyük bir pervasızlıkla ihlal edilmektedir. AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi zihniyet olarak, zulüm ve gasplarıyla bu sözleşmeleri ihtiyaç haline getiren Hitler Almanyasını andırmaktadır. Yani çağdaş hukuk ve demokrasi tarihinde 1950’lerinin bile çok gerisine düşmüş bir “Yeni Türkiye”den bahsediyoruz.
            Keşke bu kadarla kalsa yine iyi. İngiltere’de yayınlanmakla birlikte Avrupa ve dünya demokrasi ve hukuk tarihi için çok önemli bir metin olan 1215 tarihli Büyük Özgürlük Fermanı (Magna Carta Libertatum), “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” der. Tamamen kendilerine bağladıkları ve dolayısıyla tarafsızlığını yitirmiş olan yargının hükmünü bile beklemeden bankalara, şirketlere, okullara, özel müklere keyfi bir şekilde el koyan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi, bunları yapmak suretiyle 1215 İngiltere Krallığı’nın bile çok gerisine düşmüştür.
            İslâm dini ve İslam hukuku da özel mülkiyeti, kişilerin mal-mülk sahibi olmalarını caiz görmüş, mülkiyet hakkını ve mülkiyet dokunulmazlığını korumak için tedbirler almıştır. Hatta mülkiyet dokunulmazlığı İslam’a göre mülkiyet tanımının bizatihi içeriğinde vardır. Şöyle ki, İslam’a göre mülkiyet, hukuken yalnızca sahibine tasarruf imkanı veren ve izni olmadıkça sahibinden başkasını mülkiyet metası üzerinde faydalanma ve tasarruftan alıkoyan bir haktır. Tariften de anlaşılacağı üzere, bir kişi meşru bir yolla herhangi bir mal elde ettiğinde, artık o mal sadece ona ait olur. Yine bu aidiyet, başkasını o maldan yararlanmaktan veya üzerinde tasarrufta bulunmaktan men eder.
            AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin artık sıklıkla yaptığı gibi sırf muhalif oldukları için birilerinin mal varlıklarına, şirketlerine, medya organlarına keyfi bir şekilde el koymak ya da hukuksuz bir şekilde bu mülkleri müsadere etmek İslam dininin getirdiği hukuki güvenceler açısından cahiliye dönemine bir geri dönüş anlamına gelir. Çünkü, sırf muhaliftir diye bir şahsın veya bir grubun mal varlığına el koymak cahiliye âdetlerindendir. Bankalara, şirketlere, okullara, gazetelere, televizyonlara, ailelerin yaşadığı evlere keyfi ve hukuksuz el koyan, özel mülkleri pervasızca gasp eden AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin “Yeni Türkiye”si, 1400 yıl önce gelmiş olan İslam’ın gerisine düşmüş ve cahiliye dönemine ait hale gelmiştir.
            Öyleyse şunu kolaylıkla söyleyebiliriz: Hangi açıdan bakılırsa bakılsın bu çağa, bu devre, insanlık medeniyetinin bugünkü seviyesine ait olmayan AKP’nin ve Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si tam tamına tarihin İslam öncesi cahiliye devrine aittir.

1 yorum:

  1. Gambling in Las Vegas: Can you gamble online for free? - DRMCD
    Gambling in Las Vegas: Can you gamble online for free? · When it 제주도 출장마사지 comes to gambling in Las Vegas, the first thing 강릉 출장샵 that comes to mind is 천안 출장샵 that Las 동두천 출장마사지 Vegas casino 안성 출장샵

    YanıtlaSil