Türkiye gerek iç siyaset, gerekse dış siyaset açısından tarihinin en zor döneminden geçiyor. Suriye ve Irak’taki gelişmelerle iyice kristalize olduğu gibi Türkiye’nin dış politikasında tam bir çöküş, tam bir hezimet yaşanıyor. Suriye ve Irak’ta Türkiye’yi tamamen edilgen bir sürece sokma ve en hayati çıkarlarını bile savunamaz hale getirme başarısını gösteren Davutoğlu stratejisi, çok iddialı olduğu Ortadoğu’nun genelinde de hızlanan bir ivmeyle baş aşağı bir seyir izliyor. Öyle ki, “Ortadoğu’da düzen kurucu ülke” olma iddiasıyla yola çıkan Davutoğlu stratejisi ve diplomasisi bugün bölgedeki belli başlı bütün başkentleri Türkiye’ye düşman etmiş durumda.
Şüphesiz ki, burnu havada,
kibirli ve snop bir üslupla izlenen politikalardan farklı bir sonuca ulaşılması
da beklenemezdi. Türkiye’nin uzun yıllar boyunca yaşadığı acı tecrübelerle
edindiği diplomatik ve siyasi birikimini tamamen hiçe sayan, kendi ideolojik
şablonları dışında kalan hiçbir görüşe kıymet vermeyen, hatta bu görüşleri
dinleme zahmetine bile katlanamayan, farklı görüşleri küçümseyen, istişareye
tamamen kapalı olan, en yapıcı eleştirileri bile düşmanlık veya ihanet olarak
gören dar görüşlü bir zihniyetle Türk dış politikasının gelebileceği yer
belliydi. Ne yazık ki Davutoğlu diplomasisinin vardığı yer beklenen ve
korkulandan bile feci oldu.
Sadece Ortadoğu’da değil, Türkiye
bugün hem Avrupa ile olan ilişkilerinde, hem de trans-Atlantik ilişkilerinde
tarihinin en sorunlu dönemlerinden birini yaşıyor. Vaziyet o kadar berbat ki Avrupa
ülkelerinin birçoğu kendi halkını bile birbirine düşman etmeyi başarmış bu
ülkenin sürekli nefret pompalayan başbakanının muhtemel tahribatından kendini
kurtarmak isteyen başkentler, bu başbakanın ülkelerini ziyaret etmekten
vazgeçirmek için son derece aşağılayıcı bir üslupla açıktan çağrı yapma
ihtiyacı duyuyor. Bütün bu tahkir edici çağrılara rağmen fiilen “istenmeyen
adam” ilan edildiği ülkeleri ziyarette ısrar edince de, o ülke yönetimleri
tarafından kendisine toplantı yapacağı salon vermemek için kırk dereden su
getiriyorlar. Siz çevresindeki yalakaların “büyük dünya lideri” gibi temelsiz dalkavukluklarına
bakmayın! Bir ülke ve bir başbakan için gitmek
istediği ülkelerce açıktan refüze edilmesinden daha onur kırıcı, daha zelil ve
daha berbat ne olabilir ki!
Geçmişteki konjonktürel başarıların
verdiği sarhoşluk ve güç zehirlenmesiyle kişilik deformasyonuna yol açacak
ölçüde her biri büyük birer kibir abidesine dönüşen iktidar aktörlerinin Türkiye’ye
içeride ve dışarıda yaşattıkları ortada. Anti-demokratik politikalar, hak ve
hukuk tanımayan uygulamalarla içeride Türk halkını polarize ve birbirlerine
düşman eden Erdoğan ve adamları, muhatapları tarafından “küstahlık” olarak
tanımlanan üsluplarıyla dışarıda da Türkiye’yi hızla izole ediyorlar. İçerideki
istişare yokluğu ve farklı fikirleri düşmanlaştırma eğilimin dış politikada da
aynısıyla tekrarlandığına şahitlik ediyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Irak
siyasetinin çökmesi, Suriye siyasetinin çökmesi, Mısır ve İsrail siyasetinin
çıkmaza girmesinin başka bir açıklaması bulunmuyor. AB ve ABD ile olan gergin
ilişkiler, Ukrayna ve Kırım gelişmelerinden sonra Rusya ile olan ilişkilerdeki
kafa karışıklığı, yönünü yitirmiş bir aktörün sağa sola yalpalayan, şuursuzca
oraya buraya çarpan bir bilinçsizlik hali sergiliyor.
Dışarıda olduğu kadar içeride de
sebep olunan sosyo-politik fragmantasyon ve sürekli serpilen nefret ve düşmanlık
tohumlarıyla beslenen kutuplaşma Alevilerle Sünniler, Kürtlerle Türkler, muhafazakarlarla
seküler çevreler, sivil toplum hareketleriyle devlet iktidarını gasp etmiş
klikler arasında düşmanlığa varan sorunlara ve kırılmalara yol açıyor.
Hem içerideki, hem de dışarıdaki bu
yakıcı sorunların temelinde ise iktidara çöreklenmiş bu dar ve azgın kliğe
hakim olan şahsiyet hamlıkları ve ülkenin hava ve su kadar ihtiyaç duyduğu siyasal
olgunluktan ciddi mahrumiyetleri bulunuyor. Öyle ki, Türk siyasetinin son 12
yılına damgasını vuran iktidar partisi çevrelerinde, son birkaç yıldır tutarlılık
ve ilkeli tavırdan uzak şahsiyetsizlikten bol bir şeye rastlanamazken, siyasal
olgunluk ise yokluğundan en fazla mustarip olunan değeri teşkil ediyor. İşte
böyle bir vasatta, gırtlağına kadar hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve yozlaşmaya
batmış AKP ve Erdoğan hükümetinin ülkeyi sürüklediği uçurumun büyük oranda farkında
olduklarından dolayı, özellikle son zamanlarda muhalefette beliren siyasal olgunluk
emareleri, siyasetteki kısır döngünün sebep olduğu hayati sorunlar ve
karamsarlıktan bunalmış geniş kitlelere büyük bir umut veriyor.
30 Mart 2014 yerel seçimleri
öncesinden başlayarak siyasi yelpazenin ortasında birbirine zıt konumda bulunan
muhalefet partilerinden CHP ve MHP arasındaki ilişkilerde gözlenen bu siyasal
olgunluk tecrübeleri özellikle Türk siyasetinin geleceğini sağlıklı bir zemin
üzerinde şekillendirmede büyük önem arz ediyor. Türkiye’nin ve Türk siyasetinin
muhtaç olduğu bu yeni siyasi anlayış, şimdilik çok somut ve başarılı sonuçlar
almamış olsa da, gelecek için umut veriyor. Doymak bilmez siyasal iktidar hırsının
sebep olduğu körlükle Türkiye’yi uçuruma sürükleyen Erdoğan’a bir “dur”
diyebilmek için cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik MHP lideri Devlet Bahçeli’nin
ortaya attığı “muhalefetin ortak bir çatı adayı gösterme” teklifi bahsini
ettiğimiz bu siyasal olgunluğun güzel bir örneğiydi. CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu’nun ise, Türk siyasetinde örneğine fazla rastlanılmayan bu yerinde
teklifi kabul etmenin de ötesine geçerek uygulamaya geçirmek için bizzat
kolları sıvaması ise çok daha büyük bir siyasal olgunluktu.
Seküler ve Kemalist bir sol geçmişe
ve geleneğe sahip CHP’nin muhafazakar, dindar ve sağ kimliğiyle bilinen saygın
bir ilim adamı olan İslam İşbirliği Örgütü (OIC) eski Genel Sekreteri Prof. Dr.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ortak “çatı adayı” olarak MHP’ye teklif etmesi ise Türk
siyasetinde bilinen tüm ezberleri bozan ve geleneksel tüm kalıpları yıkan devrim
niteliğindeki bir adımdır. Uluslararası çapta değerli bir ilim adamı ve iyi
yetişmiş yetenekli bir diplomat olan İhsanoğlu, gireceği cumhurbaşkanlığı
yarışında başarılı da olabilir, başarısız da. Bu konuda yorum yapmak için henüz
erken. Sonuçları bekleyip göreceğiz. Ama gönül rahatlığıyla şimdiden şunu söyleyebilirim
ki, İhsanoğlu kazansa da kazanmasa da cumhurbaşkanlığı seçiminin kazanını İhsanoğlu’nu
ortak aday gösterme olgunluğunu sergileyen CHP ve MHP olmuştur. Gösterdikleri
bu siyasal olgunluktan dolayı Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin şahsında CHP ve MHP
ne kadar takdir ve tebrik edilse azdır.
Seçimlerde AKP’ye oy vermiş
seçmenler de dahil olmak üzere CHP ve MHP’ye gönül vermiş kitlelerin yanı sıra tüm
diğer siyasi parti ve gruplar da, bugün Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu
istişare, uzlaşı arayışı ve siyasal olgunluğun bir semeresi olan İhsanoğlu
formülüne umarım sahip çıkar. Yine umarım ki, ortaya çıkan isimden ziyade, bu
süreçte benimsenen siyasal üslubun ve incelikli medeni tarzın kıymeti her kesim
tarafından takdir edilir ve bunun gereği yapılır.
Muhalif partilerin ülkenin ve
milletin çıkarları, hukuk sisteminin yeniden tesisi demokrasinin geleceği için attıkları
ilk adım niteliğindeki bu uzlaşı, anlayış birlikteliği ve sergiledikleri
siyasal olgunluk ülkemiz ve milletimize hayırlı olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder