Anayasa Mahkemesi
Başkanı Haşim Kılıç’ın Cuma günü mahkemenin 52. kuruluş yıldönümü münasebetiyle
yaptığı demokrasi ve hukuk devleti manifestosu niteliğindeki tarihi konuşma
tartışılmaya devam ediliyor. Demokratik kurumları yok eden, kontrol-denge
mekanizmalarını işlemez hale getiren, vatandaşların temel hak ve hukukunu hiçe
sayan, tüm özgürlük alanlarını gün be gün daraltan Erdoğan hükümetinin keyfi ve
despotik uygulamalarından ve tüm bunlar yüzünden Türkiye’nin sapan yönünden
endişe duyanların yüreğine su serpen konuşma, hükümet çevrelerinde sert
tepkilere ve büyük itirazlara yol açtı.
Başta Erdoğan olmak
üzere hükümet çevreleri oturup “Biz nerede yanlış yaptık ki demokrasi, hukuk,
temel hak ve özgürlükler açısından 1960 askeri darbesinin ürünü olan Anayasa
Mahkemesi’nin ve bu mahkemenin kararlarının dayandığı 1980 askeri darbesi
sonrası yapılan anayasanın bile gerisine düştük” diye ciddi bir özeleştiri
yapmaları gerekir. Ama bakıyorsunuz bunun yerine, konuşmasında hak, hukuk,
özgürlük, demokrasi ve adalet vurgusu yapan Kılıç’a görülmedik bir hınçla saldırıyorlar.
Tüm samimiyetimle
söylüyorum ki bundan birkaç yıl önce birileri çıkıp “Çok kısa bir zaman sonra
hak ve özgürlüklerinizi korumak için bir darbe ürünü olan Anayasa Mahkemesi’ne
ve yine bir darbe ürünü olan 1982 Anayasası’na ihtiyaç duyacaksınız” deseydi asla
inanmazdım. Tıpkı son örnek olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün büyük bir
hızla imzaladığı Türkiye’yi Ortadoğu’daki muhaberat devletlerinin bir benzerine
dönüştüren tartışmalı MİT yasasında olduğu gibi maalesef çok hızlı bir şekilde
o noktaya gelindi.
Erdoğan ve
çevresindekilerin demokrasiden, hukuktan, siyasi ahlaktan bi-nasip despotik ve
keyfi uygulamaları bu ülkede iktidarın dayatmacı uygulamalarına boyun eğmek
istemeyen tüm onurlu kesimleri maalesef buna muhtaç bıraktı. Bu durum, buna
ihtiyaç duyanların değil, halkın oyuyla iktidara geldiği halde halkın iradesine
saygısız dört başı mamur bir diktatörlük kurmaya heveslenenlerin utancıdır.
Aslına bakarsanız, Başbakan’ın
demokrasi ve özgürlükleri adım adım ortadan kaldırarak tam teşekküllü bir diktatörlüğe
doğru yol almasına en büyük itirazın Anayasa Mahkemesi’nden gelmesi kendisi adına
ne kadar büyük bir ayıptır. Daha düne kadar anti-demokratik vesayetçi yapıların
kontrolünde olan bir kurumun demokrasi ve özgürlükler açısından gerisine düşmek
ne büyük bir utançtır. Bu utancın farkında bile olmadan, temel hak ve özgürlüklerin,
demokrasi ve hukuk devletinin evrensel ilkelerinin ifade edilmesine sert itirazlarda
bulunmak ne büyük bir bahtsızlıktır.
En sıradan bir demokrasi
ve hukuk devleti olmanın bile gereği olan temel ilkeleri hatırlatmakla yetinen Haşim
Kılıç’ın söylediklerinin nesine itiraz ediyorlar peki? Aslında Kılıç’ın altını
çizdiği ilkelere yönelik itirazlarının gücü, bu ilkelerden ne kadar uzağa
düştüklerinin de bir göstergesi niteliğinde. Aslında, demokrasi ve hukukun
temel ilkelerine yönelik güçlü itirazları kendilerinin ne olduğunu da açıkça
ele veriyor. İsterseniz gelin Erdoğan ve çevresindekilerin siyasal
savrulmalarını ve yeni siyasal kimliklerini teyit eden söz konusu itirazlarına hedef
ilkelerin bir kısmına hep birlikte bakalım:
“İnsanlık onurunun
varlığı, temel hak ve özgürlükleri de evrenselleştirmiştir. Bu değerleri
yüceltmek, derinleştirmek, tehditler karşısında savunmak Anayasa Mahkemelerinin
en temel görevidir. Esasen Anayasa yargısının varlık nedeni; ırk, renk ve
inancı ne olursa olsun, insan olma ortak paydasına sahip herkesin var olan
onurunu korumaktır. Bu kutsal görevin başarı ile yürütülebilmesi, ancak
bağımsız ve tarafsız kalmayı becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.” Bunda
itiraz edilecek ne var?
“İnsanlar, onurlu bir
hayat yaşayabilmek için, hukuk güvenliğinin egemen olduğu bir devletin
varlığına her zaman ihtiyaç duymuşlardır. Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak
uygulandığı, tüm eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun
üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet, hukuk devleti olarak tanımlanmıştır.
Hukuk devletinin en belirgin diğer bir özelliği ise, tasarruflarının
öngörülebilir, ulaşılabilir açık ve şeffaf olmasıdır. Hukuk devletinin odağında
esas itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır.
Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle
kuşatılmıştır.” Bunda itiraz edilecek ne var?
“Haklı bir neden
olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden, siyasal amaçları gerçekleştirmek
düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan
değişikliklerin, toplumda hukuk güvenliğini sağlayabileceğinden bahsedilemez.”
Peki, bunda itiraz edilecek ne var?
“Hukuk devletinin temel
direği olan yargı, aynı zamanda devletin vicdanı olarak da tanımlanır. Bu
vicdanın, siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle
toplum hayatına verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz
silinmemiştir. İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz.
Yargının vicdanını işgal edenlerin kimliği, düşüncesi ya da kutsalları ne
olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline uğramış mağdurlarla,
bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların kimliklerinin farklı olması bu
bakışımızı asla etkilemeyecektir.” Bu sözlerden neden rahatsız oldunuz ki?
“Kamu gücünü etkili bir
şekilde kullanan yargı, siyasi ve ideolojik yapılanmaların hedefinde her zaman “ele
geçirilmesi gereken bir kale” olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet
sistemini dayatmanın çabasına düşmüştür… Vesayet altındaki bir yargıdan hukuk
güvenliğini sağlaması beklenemez. Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini
sağlarken, ötekilere de ancak, korku, endişe ve umutsuzluk verebilir. Korkunun
ve endişenin hakim olduğu iklimlerde de özgür vicdanlar üretilemez.” İtiraz
edenler vesayet mi istiyor?
“2010 yılında yapılan
Anayasa değişikliği ile yargı organları üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların
ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı… Söz konusu vesayetçi
yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğun,
toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve
evrensel değerleri yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken, ne yazık ki bunu
gerçekleştiremedik. Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin oluşmasına
tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın.
Tarih olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve
cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.” Hemen itiraz ederek kaçmayın, hesap
verin?
“Yargı, milletin
iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu
konuyla ilgili olarak “paralel devlet” ya da “çete” diye nitelendirilen çok
vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı karşıyadır. Bu suçlama
üzerinde yapışık kaldığı sürece yargının ayakta kalması mümkün değildir… Başta
yargı ve yürütme organları olmak üzere herkes bu iddialarla ilgili bilgi, belge
ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak zorundadır. Gerek yargıda, gerekse
yürütme organı içinde var olduğu iddia edilen bu kişilerin başka illere tayin
edilerek ya da yerlerini değiştirerek sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır.”
Evet beyler temelsiz itham ve iftiralarla, kuru gürültüyle olmuyor…
“Görevi, maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan
yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur. Bunun
için yapılması gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak
suretiyle gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile
beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır… Demokratik hukuk devletlerinde,
tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız.”
Hadi buyurun itiraz edeceğinize iddialarınızı somut delillerle ispat edin.
“Kamu gücüne sahip olanların topluma sunduğu
hak ve özgürlükleri, lütuf ya da bağış düzleminde değerlendirmesi düşünülemez.
Farklı olanların hak ve özgürlüklerine karşı kimse, ev sahibi edasıyla duruş da
sergileyemez. Yetmiş altı milyonun her ferdi bu evin sahibi ve Anayasa ile
teminat altına alınmış hakların kullanıcısıdır.” Buna itirazınız medeni bir
demokrat olmak ve olamamak arasındaki farktan kaynaklanmış olabilir?
“Demokrasi, insan
onuru, temel hak ve özgürlükler, Mahkememizin korumak zorunda olduğu evrensel
değerlerdir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere, çağdaş
dünya milletlerinin kabul ettiği insan hakları belgelerinde, temel hak ve
özgürlükler; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak
sadece “insan olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer
olarak tanımlanmıştır.” İtirazınız neye?
“Hukuk devletinde
mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık duyguları
ile de yönlendirilemez. Mahkemeler verdikleri kararların sonuçlarının doğurduğu
üzüntü ve sevinçlerle de ilgilenmez. Bu duyguları gayet doğal kabul eder. Ancak,
verilen kararlardan hukuk dışı sonuçlar çıkararak, Mahkeme mensuplarını
itibarsızlaştırma gayretleri iyi niyetle izah edilemez.” Kötü niyetli
değilseniz itiraz edemezsiniz buna.
“Amacımız sorun üretmek
değil, sorun çözmek olmalıdır. Bir eylemin, işlemin veya yasama tasarrufunun, siyasi
bir belge olan anayasaya göre, denetlenmesi nedeniyle ortaya çıkan Anayasa
Mahkemesi kararının siyasi sonuçlar doğurması doğal bir zorunluluktur. Bu
sonuçlara bakarak Anayasa Mahkemesi’nin siyasi amaçlarla hareket ettiğini
söylemek ya da milli olmamakla suçlamak içeriği ve derinliği olmayan sığ
eleştirilerdir.” Yargıç Kılıç son derece haklı beyler!
“2010 yılındaki anayasa
değişikliğine kadar, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlük, demokrasi, laiklik ve
sosyal hukuk devleti konularındaki sınırlayıcı ve daraltıcı anlayışından mağdur
olanların bugün, bireylerin hak ve özgürlük alanını genişleten, önündeki
engelleri kaldıran, evrensel standartları hayata geçiren bir anlayışa dönüşmüş
olan Mahkeme kararlarından rahatsızlık duymalarını yaşadıkları garip bir
çelişki olarak görüyoruz. Bizler adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir
medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren
bir karakterin sahibi olamayız. Dün hak ihlaline uğrayanların nasıl yanında yer
alınmışsa, bugün de kimliği, kişiliği, gücü ve rütbesi ne olursa olsun, hak
ihlaline sebep olan herkesin karşısına, aynı adalet gömleğiyle çıkmaya devam
edeceğiz. Mahalle baskısı ile yargı
mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının etki altına alınma çabaları,
adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli değildir.” Bu tavra itiraz
edilmez, bu net tavır ancak alkışlanır.
“Başkalarının haklarına
sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilenlerin
yükünü paylaşmak, onurlu insan olma refleksinin doğal bir sonucudur. Demokratik
ülkelerin gücünün yasaklara değil, özgürlüklere dayalı olduğu gerçeği göz ardı
edilmemelidir.” Onurlu insan olmanın sizde karşılığı yok mu yoksa?
Kusura bakmayın ama itirazlarınız
sadece ve sadece demokrasiden, haktan, hukuktan nasipsiz, özgürlüklere duyarsız
kimliğinizi ele veriyor. İşin gerçeği acınacak durumdasınız…
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346291_tell-me-your-objection-and-i-will-tell-you-who-you-are.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346291_tell-me-your-objection-and-i-will-tell-you-who-you-are.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder