27 Nisan 2014 Pazar

Bana itirazını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim



Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Cuma günü mahkemenin 52. kuruluş yıldönümü münasebetiyle yaptığı demokrasi ve hukuk devleti manifestosu niteliğindeki tarihi konuşma tartışılmaya devam ediliyor. Demokratik kurumları yok eden, kontrol-denge mekanizmalarını işlemez hale getiren, vatandaşların temel hak ve hukukunu hiçe sayan, tüm özgürlük alanlarını gün be gün daraltan Erdoğan hükümetinin keyfi ve despotik uygulamalarından ve tüm bunlar yüzünden Türkiye’nin sapan yönünden endişe duyanların yüreğine su serpen konuşma, hükümet çevrelerinde sert tepkilere ve büyük itirazlara yol açtı.
Başta Erdoğan olmak üzere hükümet çevreleri oturup “Biz nerede yanlış yaptık ki demokrasi, hukuk, temel hak ve özgürlükler açısından 1960 askeri darbesinin ürünü olan Anayasa Mahkemesi’nin ve bu mahkemenin kararlarının dayandığı 1980 askeri darbesi sonrası yapılan anayasanın bile gerisine düştük” diye ciddi bir özeleştiri yapmaları gerekir. Ama bakıyorsunuz bunun yerine, konuşmasında hak, hukuk, özgürlük, demokrasi ve adalet vurgusu yapan Kılıç’a görülmedik bir hınçla saldırıyorlar.
Tüm samimiyetimle söylüyorum ki bundan birkaç yıl önce birileri çıkıp “Çok kısa bir zaman sonra hak ve özgürlüklerinizi korumak için bir darbe ürünü olan Anayasa Mahkemesi’ne ve yine bir darbe ürünü olan 1982 Anayasası’na ihtiyaç duyacaksınız” deseydi asla inanmazdım. Tıpkı son örnek olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün büyük bir hızla imzaladığı Türkiye’yi Ortadoğu’daki muhaberat devletlerinin bir benzerine dönüştüren tartışmalı MİT yasasında olduğu gibi maalesef çok hızlı bir şekilde o noktaya gelindi.
Erdoğan ve çevresindekilerin demokrasiden, hukuktan, siyasi ahlaktan bi-nasip despotik ve keyfi uygulamaları bu ülkede iktidarın dayatmacı uygulamalarına boyun eğmek istemeyen tüm onurlu kesimleri maalesef buna muhtaç bıraktı. Bu durum, buna ihtiyaç duyanların değil, halkın oyuyla iktidara geldiği halde halkın iradesine saygısız dört başı mamur bir diktatörlük kurmaya heveslenenlerin utancıdır.
Aslına bakarsanız, Başbakan’ın demokrasi ve özgürlükleri adım adım ortadan kaldırarak tam teşekküllü bir diktatörlüğe doğru yol almasına en büyük itirazın Anayasa Mahkemesi’nden gelmesi kendisi adına ne kadar büyük bir ayıptır. Daha düne kadar anti-demokratik vesayetçi yapıların kontrolünde olan bir kurumun demokrasi ve özgürlükler açısından gerisine düşmek ne büyük bir utançtır. Bu utancın farkında bile olmadan, temel hak ve özgürlüklerin, demokrasi ve hukuk devletinin evrensel ilkelerinin ifade edilmesine sert itirazlarda bulunmak ne büyük bir bahtsızlıktır.
En sıradan bir demokrasi ve hukuk devleti olmanın bile gereği olan temel ilkeleri hatırlatmakla yetinen Haşim Kılıç’ın söylediklerinin nesine itiraz ediyorlar peki? Aslında Kılıç’ın altını çizdiği ilkelere yönelik itirazlarının gücü, bu ilkelerden ne kadar uzağa düştüklerinin de bir göstergesi niteliğinde. Aslında, demokrasi ve hukukun temel ilkelerine yönelik güçlü itirazları kendilerinin ne olduğunu da açıkça ele veriyor. İsterseniz gelin Erdoğan ve çevresindekilerin siyasal savrulmalarını ve yeni siyasal kimliklerini teyit eden söz konusu itirazlarına hedef ilkelerin bir kısmına hep birlikte bakalım:
“İnsanlık onurunun varlığı, temel hak ve özgürlükleri de evrenselleştirmiştir. Bu değerleri yüceltmek, derinleştirmek, tehditler karşısında savunmak Anayasa Mahkemelerinin en temel görevidir. Esasen Anayasa yargısının varlık nedeni; ırk, renk ve inancı ne olursa olsun, insan olma ortak paydasına sahip herkesin var olan onurunu korumaktır. Bu kutsal görevin başarı ile yürütülebilmesi, ancak bağımsız ve tarafsız kalmayı becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.” Bunda itiraz edilecek ne var?
“İnsanlar, onurlu bir hayat yaşayabilmek için, hukuk güvenliğinin egemen olduğu bir devletin varlığına her zaman ihtiyaç duymuşlardır. Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı, tüm eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet, hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Hukuk devletinin en belirgin diğer bir özelliği ise, tasarruflarının öngörülebilir, ulaşılabilir açık ve şeffaf olmasıdır. Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle kuşatılmıştır.” Bunda itiraz edilecek ne var?
“Haklı bir neden olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden, siyasal amaçları gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan değişikliklerin, toplumda hukuk güvenliğini sağlayabileceğinden bahsedilemez.” Peki, bunda itiraz edilecek ne var?
“Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı zamanda devletin vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın, siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz silinmemiştir. İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz. Yargının vicdanını işgal edenlerin kimliği, düşüncesi ya da kutsalları ne olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline uğramış mağdurlarla, bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların kimliklerinin farklı olması bu bakışımızı asla etkilemeyecektir.” Bu sözlerden neden rahatsız oldunuz ki?
“Kamu gücünü etkili bir şekilde kullanan yargı, siyasi ve ideolojik yapılanmaların hedefinde her zaman “ele geçirilmesi gereken bir kale” olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet sistemini dayatmanın çabasına düşmüştür… Vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması beklenemez. Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, ötekilere de ancak, korku, endişe ve umutsuzluk verebilir. Korkunun ve endişenin hakim olduğu iklimlerde de özgür vicdanlar üretilemez.” İtiraz edenler vesayet mi istiyor?
“2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile yargı organları üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı… Söz konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken, ne yazık ki bunu gerçekleştiremedik. Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.” Hemen itiraz ederek kaçmayın, hesap verin?
“Yargı, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili olarak “paralel devlet” ya da “çete” diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı karşıyadır. Bu suçlama üzerinde yapışık kaldığı sürece yargının ayakta kalması mümkün değildir… Başta yargı ve yürütme organları olmak üzere herkes bu iddialarla ilgili bilgi, belge ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak zorundadır. Gerek yargıda, gerekse yürütme organı içinde var olduğu iddia edilen bu kişilerin başka illere tayin edilerek ya da yerlerini değiştirerek sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır.” Evet beyler temelsiz itham ve iftiralarla, kuru gürültüyle olmuyor…
 “Görevi, maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur. Bunun için yapılması gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak suretiyle gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır… Demokratik hukuk devletlerinde, tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız.” Hadi buyurun itiraz edeceğinize iddialarınızı somut delillerle ispat edin.
 “Kamu gücüne sahip olanların topluma sunduğu hak ve özgürlükleri, lütuf ya da bağış düzleminde değerlendirmesi düşünülemez. Farklı olanların hak ve özgürlüklerine karşı kimse, ev sahibi edasıyla duruş da sergileyemez. Yetmiş altı milyonun her ferdi bu evin sahibi ve Anayasa ile teminat altına alınmış hakların kullanıcısıdır.” Buna itirazınız medeni bir demokrat olmak ve olamamak arasındaki farktan kaynaklanmış olabilir?
“Demokrasi, insan onuru, temel hak ve özgürlükler, Mahkememizin korumak zorunda olduğu evrensel değerlerdir.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere, çağdaş dünya milletlerinin kabul ettiği insan hakları belgelerinde, temel hak ve özgürlükler; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak sadece “insan olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer olarak tanımlanmıştır.” İtirazınız neye?
“Hukuk devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık duyguları ile de yönlendirilemez. Mahkemeler verdikleri kararların sonuçlarının doğurduğu üzüntü ve sevinçlerle de ilgilenmez. Bu duyguları gayet doğal kabul eder. Ancak, verilen kararlardan hukuk dışı sonuçlar çıkararak, Mahkeme mensuplarını itibarsızlaştırma gayretleri iyi niyetle izah edilemez.” Kötü niyetli değilseniz itiraz edemezsiniz buna.
“Amacımız sorun üretmek değil, sorun çözmek olmalıdır. Bir eylemin, işlemin veya yasama tasarrufunun, siyasi bir belge olan anayasaya göre, denetlenmesi nedeniyle ortaya çıkan Anayasa Mahkemesi kararının siyasi sonuçlar doğurması doğal bir zorunluluktur. Bu sonuçlara bakarak Anayasa Mahkemesi’nin siyasi amaçlarla hareket ettiğini söylemek ya da milli olmamakla suçlamak içeriği ve derinliği olmayan sığ eleştirilerdir.” Yargıç Kılıç son derece haklı beyler!
“2010 yılındaki anayasa değişikliğine kadar, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlük, demokrasi, laiklik ve sosyal hukuk devleti konularındaki sınırlayıcı ve daraltıcı anlayışından mağdur olanların bugün, bireylerin hak ve özgürlük alanını genişleten, önündeki engelleri kaldıran, evrensel standartları hayata geçiren bir anlayışa dönüşmüş olan Mahkeme kararlarından rahatsızlık duymalarını yaşadıkları garip bir çelişki olarak görüyoruz. Bizler adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız. Dün hak ihlaline uğrayanların nasıl yanında yer alınmışsa, bugün de kimliği, kişiliği, gücü ve rütbesi ne olursa olsun, hak ihlaline sebep olan herkesin karşısına, aynı adalet gömleğiyle çıkmaya devam edeceğiz.  Mahalle baskısı ile yargı mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının etki altına alınma çabaları, adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli değildir.” Bu tavra itiraz edilmez, bu net tavır ancak alkışlanır.
“Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilenlerin yükünü paylaşmak, onurlu insan olma refleksinin doğal bir sonucudur. Demokratik ülkelerin gücünün yasaklara değil, özgürlüklere dayalı olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.” Onurlu insan olmanın sizde karşılığı yok mu yoksa?
Kusura bakmayın ama itirazlarınız sadece ve sadece demokrasiden, haktan, hukuktan nasipsiz, özgürlüklere duyarsız kimliğinizi ele veriyor. İşin gerçeği acınacak durumdasınız… 

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346291_tell-me-your-objection-and-i-will-tell-you-who-you-are.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder