4 Nisan 2014 Cuma

Şaibe


Olağandışı zamanlar yaşayan Türkiye, her haliyle olağandışı bir seçim sürecinden geçti. AKP lideri Erdoğan seçimlerde sanki rakip siyasi partilerle değil de belirli toplumsal kesimlerle yarışıyormuşçasına son derece garip bir seçim kampanyası yürüttü. CHP, MHP ve BDP’yi hedef alan bir kampanya yerine çoğunlukla Hizmet Hareketi’ni ve yer yer de Alevi grupları hedef alan ötekileştirici, düşmanlaştırıcı çirkin bir dil kullanarak kampanyasını yürüttü.
17 Aralık 2013 yolsuzluk skandalının ortalığa saçılmasından da, akim kalan 25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan da hiçbir somut delile dayanma ihtiyacı duymadan “paralel yapı” diye tanımlamayı tercih ettiği Hizmet Hareketi’ni sorumlu tuttu. Oysa konuşulması gereken sadece ve sadece yolsuzluk iddia ve belgeleriydi ve bu delillerin ciddiyetiydi. Belgelerin ciddiyeti konusunda kimsenin şüphesi yoktu. Öyle ki bu kanıtlar yüzünden Erdoğan iddia edilen yolsuzluk ve rüşvetlere adı karışan kabinesinin 5’te birini görevden aldı.
Yeterli miydi bu? Elbette değil. Çünkü, bu kadar ciddi yolsuzluk belge ve kanıtlarının binde biri herhangi bir medeni, demokratik ve asgari düzeyde hukuk devleti olmayı becermiş bir ülkede çıkmış olsaydı eminim ki o ülkede hükümetin tamamı dakikalar içerisinde istifa etmek zorunda kalırdı.
Türkiye’de böyle olmadı. Tam tersine yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet skandallarını ortaya çıkaran kamu görevlilerinden binlercesi hükümet tarafından görevlerinden alındı. Yargı iş yapamaz, hukuk işletilemez hale getirildi. Başbakan her türlü meşru, gayri meşru imkanı değerlendirerek özenle oluşturduğu medya gücünü kullanarak yolsuzluk ve rüşvetin üzerini örtmeye, kanunların verdiği yetkiler çerçevesinde bulundukları konumların gereğini yani görevlerini yapan kamu görevlilerini hayali bir yapının unsuru gibi yansıtmaya çabaladı. Doğrusu bunda da başarılı oldu. Tek elden yönettiği korkunç medya gücünü kullanarak hırsız ve rüşvetçileri, yolsuzluk yapanları adeta masum, dünyadaki en büyük yolsuzluk skandallarını ortaya çıkaran kamu görevlilerini ise suçlu, hatta neredeyse “vatan haini” gibi göstermeyi başardı.
Yaşananlara azıcık dışardan bakanlar fotoğrafın tamamını gördüğü için bu korkunç kara propagandadan etkilenmedi. Dolayısıyla Erdoğan’ın inanmalarını istediği yalanlara değil, gerçeklere itibar etti. Bu yüzdendir ki Erdoğan’ın Batı dünyasındaki itibarı bir daha asla düzelmeyecek şekilde yerle bir oldu. Ama iç kamuoyunda durum bunun tam tersi bir süreç izledi. Özellikle gazeteler, internet ve sosyal medya gibi alternatif bilgi kaynaklarından mahrum geniş kitleler, ağırlıklı olarak Erdoğan’ın tahakkümündeki televizyonlar kanalıyla hükümetin propagandasını gerçeklerin yansıması gibi algıladı.
Hukuk ve genel teamülleri hiçe sayan Erdoğan, nüfuz edemediği ya da kontrol edemediği medya ve iletişim mecralarını ise değişik sansür mekanizmalarını devreye sokarak iş yapamaz hale getirdi. Mesela, muhalif yayın yapan haber kanallarının etkili programlarına onlarca yayın durdurma cezası verdirdi. Bir muhalif televizyon kanalının ulusal yayın yapma lisansını iptal ettirdi. Muhalif fikirler dile getiren gazeteci ve yazarları ya kendi medyasının tetikçi yazarları ya da doğrudan bizzat kendisi tehdit ederek yıldırmaya çabaladı. Bunda tamamen başarısız olduğunu söylememiz imkansız.
Türkiye’yi özgür, medeni ve demokratik dünyadan kopararak içine kapatma riskini bile göze alıp en aktif alternatif bilgi paylaşım ve etkileşim mecrasına dönüşen Twitter’ı ve Youtube’u kapattı. Muhalif görüşlerin halka ulaşmasını engelleyecek her türlü yasağı, hukuk dışılığı devreye sokan Erdoğan, seçim kampanyalarında bütün kamu imkanlarını lehine seferber etmekten de çekinmedi. Pazar günü yapılan seçimler dünyanın en demokratik, en şeffaf ve en adil seçimleri dahi olsa, sadece seçim öncesine damgasını vuran anti-demokratik uygulamalar bile 30 Mart seçimlerinin just and fair kabul edilmesine imkan vermeyecek düzeyde oldu.
Gırtlağına kadar yolsuzluk ve rüşvet iddialarına batmış olan Erdoğan hükümeti, ne tuhaf ki hiçbir demokratik hukuk devletinde olmayacak vaatlerle seçime gitti: Seçimde alınacak bir başarının kendisini, ailesini ve çevresini yolsuzluk ve hırsızlık suçlamalarından temize çıkaracağını savundu. Aklanmak için yargıya gitmek yerine seçim sandığının bu işi yapacağını savunmayı tercih etti. Twitter, Youtube, Facebook gibi sosyal medya mecralarını kapatmayı vaat etti. Her türlü gayri medeni aşağılama ve hakaretin hedefin haline getirdiği toplumun bir kesiminin kökünü kazıyacağını seçim vaadi olarak anlatıp durdu. TÜSİAD ve TUSKON gibi iş çevrelerini tasfiye etmekle tehdit etti. Doğan ve Zaman grubu gibi medya gruplarını tasfiye edeceğine, bazı özel bankaları batıracağına söz verdi. Tüm bunlar iktidardaki bir partinin olabilecek en berbat seçim vaatleri olarak tarihteki yerini aldı.
En sıradan bir demokrasiye ve en vasat hukuk devletine yakışmayacak olağandışılıklar maalesef Pazar günü yapılan seçimler sırasında da devam etti. Seçimlere iktidar partisinin hile, yolsuzluk ve usulsüzlük şaibeleri damgasını vurdu. Pazar günü tamamı AKP menşeli  hilelere dair olmak üzere 2000’den fazla tutanak tutuldu. Sadece Ankara’da hilelere dair YSK’ya 6000 şikayet dilekçesi verildiği medyaya yansıdı. Oyların sayımının devam ettiği Pazar gecesi 40 ayrı şehirde elektrikler kesildi. Oy sayımının ve kayıtlara geçirme işleminin karanlıkta yapılmak zorunda kalınması şaibe iddialarını güçlendirdi. İçişleri Bakanı’nın oylar sayılırken bir yargısal kurum olan YSK’yı ziyaret etmesi de şaibe iddialarına güç kazandırdı.
Yaşanan tek tuhaflıklar bunlar değildi. Çöplerde muhalif partilere ait mühürlü binlerce oy pusulası bulunması, yüzlerce vakayla muhalif partilere ait oyların kayıtlara ya hiç geçirilmemesi ya da düşük geçirilmesi, vatandaş olmayan Suriyeli mültecilere bile oy kullandırıldığı şaiyalarının dolaşması ve benzeri iddialar birçok yerde seçimi şaibeli hale getirdi. Bunlar yetmiyormuş gibi, her seçimde sonuçları en hızlı ve en doğru şekilde edinerek abonelerine geçmeyi başaran Cihan haber ajansı, hükümetin nüfuz ettiği Türk Telekom altyapısı kullanılarak ve siber saldırılar düzenlenerek iş yapamaz hale getirilmeye çaba harcandı. Cihan haber ajansının sunduğu datayı kullanmayı tercih eden televizyon ve medya kuruluşlarının internet bağlantıları çökertildi.
Vatandaşların vergisiyle finanse edilen bir kamu kurumu olan Anadolu Ajansı ve TRT, tamamen AKP’nin hizmetine girerek seçim sonuçlarını manipüle edecek çabaların merkezine dönüştü. Seçim sonuçlarını muhalif partilerin seçim gözlemcilerini yıldıracak nitelikte manipülatif bir şekilde veren kamu medya kurumları tüm inandırıcılık ve güvenilirliklerini partizan yayıncılıkla sıfırladı. Zaman, Today’s Zaman, Bugün, Taraf, Samanyolu TV, Halk TV gibi birçok muhalif yayın organın internet siteleri sürekli bir siber saldırı altında tutularak erişimleri kısıtlandı.
CNN Türk’ün İpsos-Sosyal Araştırmalar Merkezi’ne yaptırdığı bir araştırmaya göre, AKP’nin seçim öncesi medya maniplasyonları ve uyguladığı sansür lehine bir sonuç almasını sağladı. Hakkındaki olağanüstü yolsuzluk ve rüşvet iddiaları halka tam olarak ulaşamadığı ya da bu iddialar Erdoğan’ın tekeli altında bulundurduğu büyük medya gücüye seslendirdiği temelsiz karşıt suçlamalarla bastırıldığı için AKP oylarını korumayı başardı. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarına dair ses kayıtları, sosyal medyaya yönelik kısıtlamalar AKP seçmenini hemen hemen hiçbir şekilde olumsuz yönde etkilemedi. Araştırma sonuçları Erdoğan’ın en büyük silahı niteliğinde olan ‘paralel yapı’ iddialarının da seçmeni etkilemediğini gösterdi.
“Oy tercihinde en çok neyin etkili olduğu” sorusuna AKP seçmenlerinin yüzde 86’sı ‘parti lideri’ ve yüzde 88’i ‘mevcut icraatlar’ cevabını verdi.
Tarihin tanık olabileceği en büyük rüşvet ve yolsuzluk iddialarının ise AKP’li seçmenin yüzde 75’ini hiç etkilemediği tespit edildi. İşin daha da tuhafı AKP seçmeninin 20’lik bir kesiminin bu iddiaların kendilerini partiye daha da bağladığını ve oy tercihini pekiştirdiğini söylemeleri oldu. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının AKP’den kopardığı kesim ise yüzde 4,6’da kaldı. Devlet içinde cemaat yapılanması olduğu iddialarının kendi oylarını etkilemediğini söyleyen AKP’lilerin oranı yüzde 71,3 olarak tespit edildi.
Yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa ve en vahim suçlamalara karşı AKP seçmenindeki derin duyarsızlık ve hatta kısmen tasvip edici tavır, Pazar günkü seçimlerde daha önce görülmedik ölçüdeki hile ve şaibelerin de son derece münbit bir zeminini oluşturdu. Bir partinin ülke menfaatlerine, iktidarını sürdürme adına kendi seçmen tabanında oluşturduğu bu yozlaşmadan daha büyük zararı olamaz. 

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_343586_fraud.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder