Olağandışı zamanlar yaşayan
Türkiye, her haliyle olağandışı bir seçim sürecinden geçti. AKP lideri Erdoğan
seçimlerde sanki rakip siyasi partilerle değil de belirli toplumsal kesimlerle
yarışıyormuşçasına son derece garip bir seçim kampanyası yürüttü. CHP, MHP ve
BDP’yi hedef alan bir kampanya yerine çoğunlukla Hizmet Hareketi’ni ve yer yer
de Alevi grupları hedef alan ötekileştirici, düşmanlaştırıcı çirkin bir dil
kullanarak kampanyasını yürüttü.
17 Aralık 2013 yolsuzluk
skandalının ortalığa saçılmasından da, akim kalan 25 Aralık 2013 yolsuzluk
operasyonundan da hiçbir somut delile dayanma ihtiyacı duymadan “paralel yapı”
diye tanımlamayı tercih ettiği Hizmet Hareketi’ni sorumlu tuttu. Oysa konuşulması
gereken sadece ve sadece yolsuzluk iddia ve belgeleriydi ve bu delillerin
ciddiyetiydi. Belgelerin ciddiyeti konusunda kimsenin şüphesi yoktu. Öyle ki bu
kanıtlar yüzünden Erdoğan iddia edilen yolsuzluk ve rüşvetlere adı karışan
kabinesinin 5’te birini görevden aldı.
Yeterli miydi bu? Elbette değil.
Çünkü, bu kadar ciddi yolsuzluk belge ve kanıtlarının binde biri herhangi bir
medeni, demokratik ve asgari düzeyde hukuk devleti olmayı becermiş bir ülkede
çıkmış olsaydı eminim ki o ülkede hükümetin tamamı dakikalar içerisinde istifa
etmek zorunda kalırdı.
Türkiye’de böyle olmadı. Tam
tersine yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet skandallarını ortaya çıkaran kamu
görevlilerinden binlercesi hükümet tarafından görevlerinden alındı. Yargı iş
yapamaz, hukuk işletilemez hale getirildi. Başbakan her türlü meşru, gayri
meşru imkanı değerlendirerek özenle oluşturduğu medya gücünü kullanarak
yolsuzluk ve rüşvetin üzerini örtmeye, kanunların verdiği yetkiler çerçevesinde
bulundukları konumların gereğini yani görevlerini yapan kamu görevlilerini
hayali bir yapının unsuru gibi yansıtmaya çabaladı. Doğrusu bunda da başarılı
oldu. Tek elden yönettiği korkunç medya gücünü kullanarak hırsız ve
rüşvetçileri, yolsuzluk yapanları adeta masum, dünyadaki en büyük yolsuzluk
skandallarını ortaya çıkaran kamu görevlilerini ise suçlu, hatta neredeyse
“vatan haini” gibi göstermeyi başardı.
Yaşananlara azıcık dışardan
bakanlar fotoğrafın tamamını gördüğü için bu korkunç kara propagandadan
etkilenmedi. Dolayısıyla Erdoğan’ın inanmalarını istediği yalanlara değil,
gerçeklere itibar etti. Bu yüzdendir ki Erdoğan’ın Batı dünyasındaki itibarı
bir daha asla düzelmeyecek şekilde yerle bir oldu. Ama iç kamuoyunda durum
bunun tam tersi bir süreç izledi. Özellikle gazeteler, internet ve sosyal medya
gibi alternatif bilgi kaynaklarından mahrum geniş kitleler, ağırlıklı olarak
Erdoğan’ın tahakkümündeki televizyonlar kanalıyla hükümetin propagandasını
gerçeklerin yansıması gibi algıladı.
Hukuk ve genel teamülleri hiçe
sayan Erdoğan, nüfuz edemediği ya da kontrol edemediği medya ve iletişim
mecralarını ise değişik sansür mekanizmalarını devreye sokarak iş yapamaz hale
getirdi. Mesela, muhalif yayın yapan haber kanallarının etkili programlarına
onlarca yayın durdurma cezası verdirdi. Bir muhalif televizyon kanalının ulusal
yayın yapma lisansını iptal ettirdi. Muhalif fikirler dile getiren gazeteci ve
yazarları ya kendi medyasının tetikçi yazarları ya da doğrudan bizzat kendisi
tehdit ederek yıldırmaya çabaladı. Bunda tamamen başarısız olduğunu söylememiz
imkansız.
Türkiye’yi özgür, medeni ve
demokratik dünyadan kopararak içine kapatma riskini bile göze alıp en aktif
alternatif bilgi paylaşım ve etkileşim mecrasına dönüşen Twitter’ı ve Youtube’u
kapattı. Muhalif görüşlerin halka ulaşmasını engelleyecek her türlü yasağı,
hukuk dışılığı devreye sokan Erdoğan, seçim kampanyalarında bütün kamu
imkanlarını lehine seferber etmekten de çekinmedi. Pazar günü yapılan seçimler
dünyanın en demokratik, en şeffaf ve en adil seçimleri dahi olsa, sadece seçim
öncesine damgasını vuran anti-demokratik uygulamalar bile 30 Mart seçimlerinin
just and fair kabul edilmesine imkan vermeyecek düzeyde oldu.
Gırtlağına kadar yolsuzluk ve
rüşvet iddialarına batmış olan Erdoğan hükümeti, ne tuhaf ki hiçbir demokratik
hukuk devletinde olmayacak vaatlerle seçime gitti: Seçimde alınacak bir
başarının kendisini, ailesini ve çevresini yolsuzluk ve hırsızlık
suçlamalarından temize çıkaracağını savundu. Aklanmak için yargıya gitmek
yerine seçim sandığının bu işi yapacağını savunmayı tercih etti. Twitter,
Youtube, Facebook gibi sosyal medya mecralarını kapatmayı vaat etti. Her türlü
gayri medeni aşağılama ve hakaretin hedefin haline getirdiği toplumun bir
kesiminin kökünü kazıyacağını seçim vaadi olarak anlatıp durdu. TÜSİAD ve
TUSKON gibi iş çevrelerini tasfiye etmekle tehdit etti. Doğan ve Zaman grubu
gibi medya gruplarını tasfiye edeceğine, bazı özel bankaları batıracağına söz
verdi. Tüm bunlar iktidardaki bir partinin olabilecek en berbat seçim vaatleri
olarak tarihteki yerini aldı.
En sıradan bir demokrasiye ve en
vasat hukuk devletine yakışmayacak olağandışılıklar maalesef Pazar günü yapılan
seçimler sırasında da devam etti. Seçimlere iktidar partisinin hile, yolsuzluk
ve usulsüzlük şaibeleri damgasını vurdu. Pazar günü tamamı AKP menşeli hilelere dair olmak üzere 2000’den fazla
tutanak tutuldu. Sadece Ankara’da hilelere dair YSK’ya 6000 şikayet dilekçesi
verildiği medyaya yansıdı. Oyların sayımının devam ettiği Pazar gecesi 40 ayrı
şehirde elektrikler kesildi. Oy sayımının ve kayıtlara geçirme işleminin karanlıkta
yapılmak zorunda kalınması şaibe iddialarını güçlendirdi. İçişleri Bakanı’nın
oylar sayılırken bir yargısal kurum olan YSK’yı ziyaret etmesi de şaibe
iddialarına güç kazandırdı.
Yaşanan tek tuhaflıklar bunlar
değildi. Çöplerde muhalif partilere ait mühürlü binlerce oy pusulası bulunması,
yüzlerce vakayla muhalif partilere ait oyların kayıtlara ya hiç geçirilmemesi
ya da düşük geçirilmesi, vatandaş olmayan Suriyeli mültecilere bile oy
kullandırıldığı şaiyalarının dolaşması ve benzeri iddialar birçok yerde seçimi
şaibeli hale getirdi. Bunlar yetmiyormuş gibi, her seçimde sonuçları en hızlı
ve en doğru şekilde edinerek abonelerine geçmeyi başaran Cihan haber ajansı,
hükümetin nüfuz ettiği Türk Telekom altyapısı kullanılarak ve siber saldırılar
düzenlenerek iş yapamaz hale getirilmeye çaba harcandı. Cihan haber ajansının
sunduğu datayı kullanmayı tercih eden televizyon ve medya kuruluşlarının
internet bağlantıları çökertildi.
Vatandaşların vergisiyle finanse
edilen bir kamu kurumu olan Anadolu Ajansı ve TRT, tamamen AKP’nin hizmetine
girerek seçim sonuçlarını manipüle edecek çabaların merkezine dönüştü. Seçim
sonuçlarını muhalif partilerin seçim gözlemcilerini yıldıracak nitelikte
manipülatif bir şekilde veren kamu medya kurumları tüm inandırıcılık ve güvenilirliklerini
partizan yayıncılıkla sıfırladı. Zaman, Today’s Zaman, Bugün, Taraf, Samanyolu
TV, Halk TV gibi birçok muhalif yayın organın internet siteleri sürekli bir
siber saldırı altında tutularak erişimleri kısıtlandı.
CNN Türk’ün İpsos-Sosyal Araştırmalar
Merkezi’ne yaptırdığı bir araştırmaya göre, AKP’nin seçim öncesi medya
maniplasyonları ve uyguladığı sansür lehine bir sonuç almasını sağladı.
Hakkındaki olağanüstü yolsuzluk ve rüşvet iddiaları halka tam olarak
ulaşamadığı ya da bu iddialar Erdoğan’ın tekeli altında bulundurduğu büyük
medya gücüye seslendirdiği temelsiz karşıt suçlamalarla bastırıldığı için AKP
oylarını korumayı başardı. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarına dair ses kayıtları,
sosyal medyaya yönelik kısıtlamalar AKP seçmenini hemen hemen hiçbir şekilde olumsuz
yönde etkilemedi. Araştırma sonuçları Erdoğan’ın en büyük silahı niteliğinde
olan ‘paralel yapı’ iddialarının da seçmeni etkilemediğini gösterdi.
“Oy tercihinde en çok neyin etkili olduğu” sorusuna AKP seçmenlerinin yüzde 86’sı ‘parti lideri’ ve yüzde 88’i ‘mevcut icraatlar’ cevabını verdi.
“Oy tercihinde en çok neyin etkili olduğu” sorusuna AKP seçmenlerinin yüzde 86’sı ‘parti lideri’ ve yüzde 88’i ‘mevcut icraatlar’ cevabını verdi.
Tarihin
tanık olabileceği en büyük rüşvet ve yolsuzluk iddialarının ise AKP’li seçmenin
yüzde 75’ini hiç etkilemediği tespit edildi. İşin daha da tuhafı AKP seçmeninin
20’lik bir kesiminin bu iddiaların kendilerini partiye daha da bağladığını ve
oy tercihini pekiştirdiğini söylemeleri oldu. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının
AKP’den kopardığı kesim ise yüzde 4,6’da kaldı. Devlet içinde cemaat
yapılanması olduğu iddialarının kendi oylarını etkilemediğini söyleyen AKP’lilerin
oranı yüzde 71,3 olarak tespit edildi.
Yolsuzluğa,
hırsızlığa, hukuksuzluğa ve en vahim suçlamalara karşı AKP seçmenindeki derin
duyarsızlık ve hatta kısmen tasvip edici tavır, Pazar günkü seçimlerde daha
önce görülmedik ölçüdeki hile ve şaibelerin de son derece münbit bir zeminini
oluşturdu. Bir partinin ülke menfaatlerine, iktidarını sürdürme adına kendi
seçmen tabanında oluşturduğu bu yozlaşmadan daha büyük zararı olamaz.
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_343586_fraud.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_343586_fraud.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder