Başbakan Erdoğan ve
çevresinde kümelenen “niyetlerinden emin olunamayacak” azılı bir grubun uzun
süredir dillerine doladıkları “paralel devlet” suçlamasına dair görüşlerime daha
önceden biraz değinmiştim. Özetleyecek olursam, neyin “asıl devlet”, neyin “paralel
devlet” olduğunu belirleyecek olanın hukukun şaşmaz terazisi olduğunu
söylemiştim.
Yani her kim cari hukuk
çerçevesinde hareket ediyor, bulunduğu konumun gereği olan görev ve sorumlulukları
o çerçevede yerine getiriyor ve bu görevleri yerine getiriyorken yine hukukun
verdiği yetkileri kullanıyorsa bu kişiler “asıl devlet”in en asli unsurlarıdır.
Yine her kim hukuk ve demokrasi açısından suç teşkil eden, yasadışı ve gayri
meşru eylem ve işlemlerin üstünü örtmek için devletin bu asli unsurlarını hedef
alır şekilde hareket ediyorsa, yine aynı amaçla ulusal ve evrensel hukukun tüm
ilkelerini ihlal ediyorsa işte o asıl “paralel devlet”in ta kendisidir.
Şimdi elimizi
vicdanımıza koyup aşağı yukarı son dört aydır Türkiye’de yaşananları şöyle bir
gözümüzün önüne getirelim. Hakkında iddia edilen vahim suçlamalar hesaba
katıldığında hukukun üstünlüğünün esas olduğu normal bir demokraside ülkeyi bir
dakika bile yönetemeyecek durumda olan Başbakan Erdoğan ve AKP’nin komitacı, siyasal
İslamcı militan unsurlarının kontrolüne giren hükümetin asıl kendisi o çok
sevdikleri “paralel devlet” tanımını fazlasıyla hak etmiyor mu? Oysa ne gariptir
ki, asli devletin gelenek ve teamüllerine uygun şekilde liyakat esaslı olarak görevlendirdiği,
görevlerini de hukukun verdiği yetkiler çerçevesinde yerine getirmekle yükümlü
kıldığı kamu görevlilerinin etkin olduğu kamu kurumlarından neredeyse bu asıl “paralel
devlet”in, “paralel devlet” suçlamasına maruz bırakmadığı hiçbir kurum bulunmuyor.
AKP paralel devleti,
bunları yaparken de hiçbir hak, hukuk, teamül, gelenek, ilke, ahlak tanımadı,
tanımıyor. Hukukun kendilerine verdiği yetkilerle hukukun belirlediği sorumluluklarını
ve görevlerini kamu adına yerine getirmeye çalışan tüm savcılar ve hakimler,
yüksek yargı mensupları “paralel devlet” denilerek hedefe konuldu. Yine hukuk
önünde herkesin eşit olduğu ilkesiyle hareket eden ve görevlerini hukuk
çerçevesinde yerine getirmeye çalışan polis teşkilatında 13 binden fazla polis
amiri ve memuru tasfiye edildi. Hakkında korkunç iddialar ve deliller bulunan Başbakan
Erdoğan ve çevresindeki asıl paralel yapının tam dört aydır durmaksızın dile
getirdiği iddia, iftira ve suçlamalara dair henüz somut bir delil ortaya
konamadığını ve bu iddialara dair inandırıcı bir soruşturma başlatılamadığını
tüm millet ve dünya görüyor.
TRT gibi bir hantal
yapıdan evrensel demokratik standartlarda bir kamu televizyonculuğu çıkarma başarısı
gösteren, yani işini hukuk ve haklar çerçevesinde iyi yapan her kim varsa, farazi
paralel yapının unsuru denilerek tasfiye edildi. Yerine getirilen mesleken kifayetsiz
siyasal İslamcı militanların bu güzide kamu yayın organını nasıl bir partizan
propaganda makinasına çevirdiğine seçimler öncesi ve sonrasında herkes şahit
oldu. Yarı-kamu kuruluşu niteliğindeki Anadolu Ajansı’nın içinde bulunduğu
hazin durumu ise en iyi savrulduğu yeni habercilik anlayışı ortaya koyuyor.
AKP’nin asli devletin
tüm unsurlarını işlevsiz bırakıp kendi keyfi düzenini ve düzensizliğini nasıl kurduğuna
dair en iyi örneklerden birini ise millet adına kamu denetimi yapan Sayıştay’ın
tamamen işlevsiz hale getirilmesi oluşturuyor. Son birkaç yıldır ne yazık ki vergiler
ve diğer kamu gelirlerinden oluşan mali kaynakların ve bütçenin yerinde mi
kullanıldığı, iç mi edildiği, peşkeş mi çekildiği konusunda kimsenin bir fikri
bulunmuyor. Bu anlamda, kendisi adına denetim yapan Sayıştay’ın devre dışı
bırakılmasıyla Parlamento’nun denetim rolü de tamamen devre dışı bırakılmış
oluyor. Asıl “paralel devlet” asli devletin kamu denetim kurumunu iğdiş ediyor,
anayasal konumunu militanca bir inatla yok sayıyor.
Maalesef Parlamento’nun
yok edilen tek yetki alanını kamu denetimi alanı oluşturmuyor. Asıl daha vahim
olanı Parlamento’nun yasama yetkisinin dar bir oligarşik yapının vesayeti altına
girmesi. Ortaya saçılan ses kayıtlarından öğreniyoruz ki özünde sadece bir devlet
memuru olan Başbakanlık Müsteşarı suç teşkil eden bazı eylemleri suç olmaktan
çıkaracak yasalar yapmak konusunda suça teşvik ettiği yetkililere yönelik son
derece cesurca vaatlerde bulunabiliyor. Üstelik bu olayı takip eden sonraki
yasama süreçleri söz verdiği gibi oluyor. Millet iradesinin tecelligahı olan
Meclis’in yasama yetkisi bu dar oligarşik kadronun vesayeti altında neredeyse
tamamen yok oluyor.
Halkın temel hak ve özgürlükler
alanını muhafazası, toplumdaki hukuk ve adalet anlayışının bir nebze de olsa
korunması adına umut bağlanan asli devletin son kalelerinden biri olarak Anayasa
Mahkemesi de hukuk çerçevesinde aldığı tarihi kararlardan dolayı derhal “paralel
devlet”in bir unsuru olarak yaftalanıverdi. Sadece bu yaftalama bile devletin
asli kurum, organ ve aktörlerine “paralel devlet” suçlamasında bulunanların asıl
kendilerinin bir “paralel devlet” niteliğinde hareket etiklerini ispatlamaya yeter.
Hükümet çevreleri işi o
kadar azıttı ki, yüzde yüz kendi lehlerine olacak haksız hukuksuz kararlar
almayan, sadece kendilerinin beğenecekleri keyfi uygulamalara ve icraatlara
imza atmayan kim ya da hangi kurum varsa bir çırpıda “paralel devlet”in bir
unsuru olmakla suçlamaktan çekinmiyorlar. Kendi lehlerine onlarca karar alan iktidar
yanlısı Yüksek Seçim Kurulu ve RTÜK’ün bile bu temelsiz suçlamalardan nasibini alması
iktidar çevrelerindeki paranoyanın derinliğini ve durumun vahametini gözler
önüne seriyor. Bu paranoya derinleştikçe ilk başörtülü rektör olarak tarihe
geçen Dicle Üniversitesi’nin kadın rektörünün başörtüsü bile iktidar
çevrelerince bir “paralel devlet” hamlesi olarak değerlendirilebiliyor.
İyice patalojik bir hal
alan paranoya bu kadarla da kalsa iyi. Asli devletin onlarca yıldır bir bütünlük
içerisinde milli bir hedef olarak benimsediği Batı’yla entegrasyonun en temel
aracı olan Avrupa Birliği üyeliğine bile şaşı bakan Erdoğan ve çevresindekiler,
nihayet AB’yi de “paralel yapı”nın bir unsuru olarak görmeye başladı. Akıl
almaz bu paranoyadan ABD ile olan ilişkiler de nasibini aldı. Beyaz Saray tarihinde
doğrudan ve açıkça yalanlanan ilk yabancı başbakan olma ünvanını almayı başaran
Başbakan Erdoğan ve çevresindeki azgın azınlık ABD Yönetimi’ni de sözde “paralel
devlet”in kontrolünde hareket etmekle suçlayacak kadar paranoyayı abarttı. O
kadar ki Başbakan Erdoğan’ın çok sevdiği yaşlı bir yandaş gazeteci canlı
yayında Başbakan’a “Cemaat’in Beyaz Saray’da da mı bir imamı var?” diye soracak
kadar şirazeyi kaybetti.
Şirazeyi kaybeden sadece
bir kişi olsa sorun yok. Hükümetin yanı sıra doğrudan hükümetin kontörlündeki medyada
da akıl almaz iddialar, iftiralar ve yalanlar artık sıradanlaştı. Türkiye’nin
ABD’deki en güçlü lobisi durumunda olan Hizmet Hareketi’ne yakın Türki Amerikan Birliği (Turkic American Alliance), bu medya ve hükümet tarafından Ermeni
soykırım tasarısının Kongre Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçmesinden bile
sorumlu tutuldu. Hatta Amerikan Kongresi bile adeta “paralel yapı”nın bir unsuruymuş
gibi sunuldu ve bu vesileyle yalan ve iftira kadar paranoya ve akıl dışılığın da
hiçbir sınırının olmadığı cümle aleme ispatlanmış oldu.
Dünya tarihinin görüp görebileceği
en büyük yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve usulsüzlüklere imza atmakla itham
edilen ve hakkında çok güçlü deliller ortalığa saçılan Erdoğan Hükümeti, son üç
aydır Hizmet Hareketi’ne yakın oldukları iddiasıyla devletin her asli unsurunu “paralel
devlet” diye suçluyor. Erdoğan ve etkili konumlardaki azgın militanları bu
temelsiz ve haksız suçlamanın gölgesine sığınarak her türlü hukuksuzluğa ve
keyfiliğe başvuruyor. Böylece bizzat kendileri aslında o bildiğimiz anayasal devlete
savaş açan tam bir paralel devlet gibi hareket ediyorlar.
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344597_i-hereby-present-the-parallel-state.html
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344597_i-hereby-present-the-parallel-state.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder