13 Nisan 2014 Pazar

“Paralel devleti” takdimimdir


Başbakan Erdoğan ve çevresinde kümelenen “niyetlerinden emin olunamayacak” azılı bir grubun uzun süredir dillerine doladıkları “paralel devlet” suçlamasına dair görüşlerime daha önceden biraz değinmiştim. Özetleyecek olursam, neyin “asıl devlet”, neyin “paralel devlet” olduğunu belirleyecek olanın hukukun şaşmaz terazisi olduğunu söylemiştim.
Yani her kim cari hukuk çerçevesinde hareket ediyor, bulunduğu konumun gereği olan görev ve sorumlulukları o çerçevede yerine getiriyor ve bu görevleri yerine getiriyorken yine hukukun verdiği yetkileri kullanıyorsa bu kişiler “asıl devlet”in en asli unsurlarıdır. Yine her kim hukuk ve demokrasi açısından suç teşkil eden, yasadışı ve gayri meşru eylem ve işlemlerin üstünü örtmek için devletin bu asli unsurlarını hedef alır şekilde hareket ediyorsa, yine aynı amaçla ulusal ve evrensel hukukun tüm ilkelerini ihlal ediyorsa işte o asıl “paralel devlet”in ta kendisidir.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup aşağı yukarı son dört aydır Türkiye’de yaşananları şöyle bir gözümüzün önüne getirelim. Hakkında iddia edilen vahim suçlamalar hesaba katıldığında hukukun üstünlüğünün esas olduğu normal bir demokraside ülkeyi bir dakika bile yönetemeyecek durumda olan Başbakan Erdoğan ve AKP’nin komitacı, siyasal İslamcı militan unsurlarının kontrolüne giren hükümetin asıl kendisi o çok sevdikleri “paralel devlet” tanımını fazlasıyla hak etmiyor mu? Oysa ne gariptir ki, asli devletin gelenek ve teamüllerine uygun şekilde liyakat esaslı olarak görevlendirdiği, görevlerini de hukukun verdiği yetkiler çerçevesinde yerine getirmekle yükümlü kıldığı kamu görevlilerinin etkin olduğu kamu kurumlarından neredeyse bu asıl “paralel devlet”in, “paralel devlet” suçlamasına maruz bırakmadığı hiçbir kurum bulunmuyor.
AKP paralel devleti, bunları yaparken de hiçbir hak, hukuk, teamül, gelenek, ilke, ahlak tanımadı, tanımıyor. Hukukun kendilerine verdiği yetkilerle hukukun belirlediği sorumluluklarını ve görevlerini kamu adına yerine getirmeye çalışan tüm savcılar ve hakimler, yüksek yargı mensupları “paralel devlet” denilerek hedefe konuldu. Yine hukuk önünde herkesin eşit olduğu ilkesiyle hareket eden ve görevlerini hukuk çerçevesinde yerine getirmeye çalışan polis teşkilatında 13 binden fazla polis amiri ve memuru tasfiye edildi. Hakkında korkunç iddialar ve deliller bulunan Başbakan Erdoğan ve çevresindeki asıl paralel yapının tam dört aydır durmaksızın dile getirdiği iddia, iftira ve suçlamalara dair henüz somut bir delil ortaya konamadığını ve bu iddialara dair inandırıcı bir soruşturma başlatılamadığını tüm millet ve dünya görüyor.
TRT gibi bir hantal yapıdan evrensel demokratik standartlarda bir kamu televizyonculuğu çıkarma başarısı gösteren, yani işini hukuk ve haklar çerçevesinde iyi yapan her kim varsa, farazi paralel yapının unsuru denilerek tasfiye edildi. Yerine getirilen mesleken kifayetsiz siyasal İslamcı militanların bu güzide kamu yayın organını nasıl bir partizan propaganda makinasına çevirdiğine seçimler öncesi ve sonrasında herkes şahit oldu. Yarı-kamu kuruluşu niteliğindeki Anadolu Ajansı’nın içinde bulunduğu hazin durumu ise en iyi savrulduğu yeni habercilik anlayışı ortaya koyuyor.
AKP’nin asli devletin tüm unsurlarını işlevsiz bırakıp kendi keyfi düzenini ve düzensizliğini nasıl kurduğuna dair en iyi örneklerden birini ise millet adına kamu denetimi yapan Sayıştay’ın tamamen işlevsiz hale getirilmesi oluşturuyor. Son birkaç yıldır ne yazık ki vergiler ve diğer kamu gelirlerinden oluşan mali kaynakların ve bütçenin yerinde mi kullanıldığı, iç mi edildiği, peşkeş mi çekildiği konusunda kimsenin bir fikri bulunmuyor. Bu anlamda, kendisi adına denetim yapan Sayıştay’ın devre dışı bırakılmasıyla Parlamento’nun denetim rolü de tamamen devre dışı bırakılmış oluyor. Asıl “paralel devlet” asli devletin kamu denetim kurumunu iğdiş ediyor, anayasal konumunu militanca bir inatla yok sayıyor.
Maalesef Parlamento’nun yok edilen tek yetki alanını kamu denetimi alanı oluşturmuyor. Asıl daha vahim olanı Parlamento’nun yasama yetkisinin dar bir oligarşik yapının vesayeti altına girmesi. Ortaya saçılan ses kayıtlarından öğreniyoruz ki özünde sadece bir devlet memuru olan Başbakanlık Müsteşarı suç teşkil eden bazı eylemleri suç olmaktan çıkaracak yasalar yapmak konusunda suça teşvik ettiği yetkililere yönelik son derece cesurca vaatlerde bulunabiliyor. Üstelik bu olayı takip eden sonraki yasama süreçleri söz verdiği gibi oluyor. Millet iradesinin tecelligahı olan Meclis’in yasama yetkisi bu dar oligarşik kadronun vesayeti altında neredeyse tamamen yok oluyor.
Halkın temel hak ve özgürlükler alanını muhafazası, toplumdaki hukuk ve adalet anlayışının bir nebze de olsa korunması adına umut bağlanan asli devletin son kalelerinden biri olarak Anayasa Mahkemesi de hukuk çerçevesinde aldığı tarihi kararlardan dolayı derhal “paralel devlet”in bir unsuru olarak yaftalanıverdi. Sadece bu yaftalama bile devletin asli kurum, organ ve aktörlerine “paralel devlet” suçlamasında bulunanların asıl kendilerinin bir “paralel devlet” niteliğinde hareket etiklerini ispatlamaya yeter.  
Hükümet çevreleri işi o kadar azıttı ki, yüzde yüz kendi lehlerine olacak haksız hukuksuz kararlar almayan, sadece kendilerinin beğenecekleri keyfi uygulamalara ve icraatlara imza atmayan kim ya da hangi kurum varsa bir çırpıda “paralel devlet”in bir unsuru olmakla suçlamaktan çekinmiyorlar. Kendi lehlerine onlarca karar alan iktidar yanlısı Yüksek Seçim Kurulu ve RTÜK’ün bile bu temelsiz suçlamalardan nasibini alması iktidar çevrelerindeki paranoyanın derinliğini ve durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu paranoya derinleştikçe ilk başörtülü rektör olarak tarihe geçen Dicle Üniversitesi’nin kadın rektörünün başörtüsü bile iktidar çevrelerince bir “paralel devlet” hamlesi olarak değerlendirilebiliyor.
İyice patalojik bir hal alan paranoya bu kadarla da kalsa iyi. Asli devletin onlarca yıldır bir bütünlük içerisinde milli bir hedef olarak benimsediği Batı’yla entegrasyonun en temel aracı olan Avrupa Birliği üyeliğine bile şaşı bakan Erdoğan ve çevresindekiler, nihayet AB’yi de “paralel yapı”nın bir unsuru olarak görmeye başladı. Akıl almaz bu paranoyadan ABD ile olan ilişkiler de nasibini aldı. Beyaz Saray tarihinde doğrudan ve açıkça yalanlanan ilk yabancı başbakan olma ünvanını almayı başaran Başbakan Erdoğan ve çevresindeki azgın azınlık ABD Yönetimi’ni de sözde “paralel devlet”in kontrolünde hareket etmekle suçlayacak kadar paranoyayı abarttı. O kadar ki Başbakan Erdoğan’ın çok sevdiği yaşlı bir yandaş gazeteci canlı yayında Başbakan’a “Cemaat’in Beyaz Saray’da da mı bir imamı var?” diye soracak kadar şirazeyi kaybetti.
Şirazeyi kaybeden sadece bir kişi olsa sorun yok. Hükümetin yanı sıra doğrudan hükümetin kontörlündeki medyada da akıl almaz iddialar, iftiralar ve yalanlar artık sıradanlaştı. Türkiye’nin ABD’deki en güçlü lobisi durumunda olan Hizmet Hareketi’ne yakın Türki Amerikan Birliği (Turkic American Alliance), bu medya ve hükümet tarafından Ermeni soykırım tasarısının Kongre Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçmesinden bile sorumlu tutuldu. Hatta Amerikan Kongresi bile adeta “paralel yapı”nın bir unsuruymuş gibi sunuldu ve bu vesileyle yalan ve iftira kadar paranoya ve akıl dışılığın da hiçbir sınırının olmadığı cümle aleme ispatlanmış oldu.
Dünya tarihinin görüp görebileceği en büyük yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve usulsüzlüklere imza atmakla itham edilen ve hakkında çok güçlü deliller ortalığa saçılan Erdoğan Hükümeti, son üç aydır Hizmet Hareketi’ne yakın oldukları iddiasıyla devletin her asli unsurunu “paralel devlet” diye suçluyor. Erdoğan ve etkili konumlardaki azgın militanları bu temelsiz ve haksız suçlamanın gölgesine sığınarak her türlü hukuksuzluğa ve keyfiliğe başvuruyor. Böylece bizzat kendileri aslında o bildiğimiz anayasal devlete savaş açan tam bir paralel devlet gibi hareket ediyorlar.  

English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344597_i-hereby-present-the-parallel-state.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder