Yaptıklarının uzaktan
ya da yakından gazetecilikle ilgisi olmadığının düşündüğüm için bunları gazete
dışı bir şey olarak adlandırmaya başlayalı uzunca bir zaman oldu. Şimdilerde mecburen
ne zaman adlarını anacak olsam bunlara Akşam şeysi, Sabah şeysi, Yeni Şafak
şeysi, Star şeysi, Akit şeysi, Takvim şeysi demek zorunda hissediyorum kendimi.
Evet, bunlar mutlaka bir şeyler ama o bildiğimiz anlamda gazete falan değiller.
Bir de tabii bunların
televizyon, radyo ve internet versiyonları var ki onlar da bir medya organı
olmaktan ziyade ancak tanımlanmakta güçlük çekilen şeyleri isimlendirmek için
kullanılan “şey” kelimesiyle isimlendirilebilirler. Çünkü, haber televizyonu,
haber radyosu ya da haber portalı demek bu “şeyler” için fazlasıyla büyük bir
iltifat olur.
Mesleğime olan
saygımdan, daha önemlisi bu mesleği tüm zorluklara ve baskılara karşı ilkeli
bir şekilde yapmaya gayret etmekte direnen meslektaşlarımın emeğine saygımdan
dolayı hükümet tarafından medya sektörüne iliştirilmiş ya da hükümetin
dağıttığı menfaatin çekiciliğine kendisini kaptırarak baskıcı, yıkıcı iktidar
çizgisine yaklaşmış olanları artık gazeteci olarak kabul etmiyorum. Onları, baskılara
karşı omurgalı duruş; türlü menfaatlerle baştan çıkarılmalara (temptations) karşı
dirayetli, onurlu ve izzetli bir tavır alış uğraşısı olması gereken bu
meslekten saymıyorum.
Halkın doğru bilgi ve
haber alma ihtiyaç ve hakkının tezahürü olan bu mesleğin etik ilkelerine samimi
olarak inanan hiçbir meslektaşımın da hükümet yanlısı medyada yapılanlara razı
olabileceğine ve buna “gazetecilik” diyebileceğine ihtimal vermiyorum. Gazetecilik
mesleğini kirleten, gazetecileri değersizleştiren bu kerih ameliye toplumu bölücü,
kutuplaştırıcı, toplumun farklı kesimlerini şeytanlaştırıcı, ötekileştirici,
düşmanlaştırıcı çirkin ve ahlaksız iktidar dilinin taşıyıcısı olabilir, ama
asla gazetecilik olarak kabul edilemez. Çünkü gazetecilik gerçek ve objektif haber
demektir, saygı içerisinde dengeli yorum demektir. Oysa bunların yaptıkları
sadece ve sadece kara propagandadan, yalandan, iftiradan, tezvirattan ve
aşağılamadan ibaret.
Türkiye elbette ki medyanın
bir kısmının belirli güç odaklarının emir, talimat ve beklentileri doğrultusunda
çirkefleştiği başka dönemlere de şahitlik etti. Ama bu günlerde yaşananlar
kadar pespayeleşip, siyasal veya ticari menfaatler için mesleğin olmazsa olmazlarının
bu kadar yok sayıldığı veya bile-isteye çiğnendiği bir döneme şahit olunmadı. Tecrübeli
gazeteci Rıdvan Akar da Cihan Medya Haber Dergisi’nin son sayısında yayınlanan
söyleşisinde benzer şeyler söylemiş. Akar, içinden geçilen süreci 12 Eylül 1980
askeri darbe dönemiyle mukayese etmiş ve 12 Eylül’deki
baskılarla günümüz arasında fark olmadığını kaydetmiş.
Akar’ın
özellikle şu sözlerinin altını çizmek gerekir: “Medyaya müdahale biçimlerinin
hangisinin daha meşru olduğu konusunda herhangi bir yarıştırma yapamayız diye
düşünüyorum. Yani 12 Eylül askeri cuntasının subaylar aracılığı ile yolladığı ‘şu
haber şöyle girecek veya bu habere değinmeyeceksiniz’ şeklindeki tamimlerle bu
dönemde en yetkililerin medyaya yaptıkları muamele arasında çok büyük fark
olmadığı kanaatindeyim.”
Şirazesinden
iyice çıkarak bir nefret ve kin jenaratörüne dönüşen iktidara ve siyasete
kendisini endeksleyen bu çarpık anlayış, yalan ve aldatmaca üzerine kurulu
muktedir siyasetin tüm itibarsızlaştırıcı etkisinden de nasibini alıyor. Bu
yüzden bazı araştırmalara göre Türkiye’de medyaya olan güven yüzde 30’un altına
gerilemiş durumda. Medyanın ve gazeteciliğin Türkiye’de geldiği noktayı “içler
acısı” tabiri dışında tanımlayacak bir söz bulamıyorum.
Ancak, bu
acıklı durumun sebeplerinin tamamının sektörden kaynaklanmadığını da biliyorum.
Özellikle farklı fikir, değerlendirme ve söyleme hiçbir çoğulcu demokraside görülmedik
derecede tahammülsüzlük sergileyen Erdoğan hükümetinin bu hazin tablodaki rolü
görmezden gelinemez. Aslında medya sektörünün kendi dinamikleri ile hareket
etmesine müsaade etmeyerek, kolayca maniple edebildikleri siyasal ve ekonomik
araçları kullanmak suretiyle etik ve ilke tanımayan bir yandaş medya oluşması
konusunda girişilen medya mühendisliğinin yozlaştırıcılığının cehennemsi sonuçlarını
yaşıyoruz.
Yanlış
doğru ayırt etmeksizin koşulsuz destek veren bir iktidar medyası oluşturmak
için basitçe mafyatik diyebileceğimiz her türlü sofistike yönteme başvuruluyor.
Mesela medya gruplarına el konuluyor, yandaş iş adamlarına devrediliyor. Haklı/haksız
büyük vergi cezaları konarak bağımsız medya sesleri kısılmaya çalışılıyor. Muhalif
gazetecilerin her an tutuklanabileceğine dair şaiyalar maharetle yayılarak her
şeye rağmen gazeteciliğin izzetini korumaya çalışan meslektaşlar üzerinde korku
ve terör estiriliyor.
Öte
yandan, medyanın sil baştan hükümet dostu olarak yeniden yapılandırılması
amacıyla yüksek hacimli kamu ihalelerinin verildiği yandaş iş adamları hoyratça
araçsallaştırılıyor. Önlerine serilen kamu imkanlarının diyeti olarak kendilerinden
medyada rol oynamaları isteniyor. Başta kamu bankaları olmak üzere kamu imkanlarının
sınırsızca ve pervasızca peşkeş çekildiği bu görülmedik medya mühendisliği
ortamında ilk can çekişen elbette gazeteciliğin kendisi oluyor.
Bu
şartlar altında tamamen Türkiye’de siyasi iktidarın tahakkümü altına giren boğucu
medya ikliminde mesleğe nefes olan oksijen her geçen gün azalıyor. Gazetecilik işlevinden
tamamen çıkardığı yandaş medya araçlarını psikolojik harp ve kara propaganda
silahı olarak kullanmakta hiçbir sınır tanımayan Erdoğan, bu uğurda ne etik
dinliyor, ne ahlak, ne hak ve özgürlük, ne de hukuk.
Tam
anlamıyla “faşizm”e karşılık gelen bu ortamda, Erdoğan hükümeti en masum
eleştirileri bile artık vatan hainliği olarak görüyor. Haber Türk gazetesi
yazarı Yavuz Semerci de bu korkunç gidişatın altını çizenlerden. Yine Cihan
Medya Haber Dergisi’ne verdiği söyleşide Semerci, ilk defa iktidardan gitmekten
ölesiye korkan bir iktidar oluştuğunun altını çizerek, ‘Biz gidersek her şey
mahvolur’ anlayışının ülkeyi otoriterleştirdiğine dikkat çekmiş. Semerci, gelinen noktaya dair hayretlerini ise
“Türkiye’de eleştiriler bile vatan hainliği sınıfına girmeye başladı. Bu inanılmaz
bir şey,” diyerek dile getirmiş.
Türkiye’de
iktidar yandaşı medyanın ve gazetecilik demeye dilim varmayan tezviratın
hayrete düşürdüğü tek kişi elbette Semerci değil. Öyle ki, medyanın o kesiminde
yıllarca çalıştığı halde gelinen rezil duruma artık tahammül edemeyip
ayrılanlara her gün yeni meslektaşlarımız ekleniyor. Star şeysinin Yazı İşleri
Müdürü Doğan Ertuğrul, yapılan akıl, insaf, ahlak ve gerçek dışı yayıncılığın
nefret suçu boyutlarına varmasına isyan ederek 7-8 yıldır çalıştığı görevinden
bir süre önce istifa etmişti.
Hükümet
yandaşı medyadaki benzerleri gibi her gün yeni bir yalanı manşet yaparak çıkan,
doğrular önlerine konulduğunda ise o yalanı tekrarlamak ya da özür dilemek
yerine yepyeni bir yalan üreten Akşam şeysinde de önceki gün benzer bir durum
yaşandı. Hizmet hareketine yönelik akıl almaz bir iftirayı manşetine taşıyarak bu
yöndeki performansını iyice yükselten Akşam şeysine en vurucu tepki içeriden
geldi. Meslek etiğine olduğu kadar temel ahlak ilkelerine ve insanlık onuruna
hala sahip çıkmaya çalışan Akşam şeysinin tecrübeli köşe yazarı Fikri Akyüz, sert
bir manifestoyla iktidarın bu kara propaganda aracıyla yollarını ayırdı.
“Akşam,
28 Şubat medyasından beter bir yayıncılığa soyundu,” diyen Fikri Akyüz, istifasını
Twitter üzerinden duyurdu. Akyüz, Zaman gazetesine yaptığı açıklamada ise
“Savaşın bile bir ahlakı vardır. 28 Şubat dönemi medyasında, saçma ve
antidemokratik de olsa bir miktar düşünce yer alıyordu. Şimdi bel altı yayın
anlayışı egemen,” dedi. Akyüz, vicdanın her şeyden önce geldiğini vurgularken
“İki kızım yarın ‘Babam cüzdanını düşünmedi, vicdanını önceledi’ desinler
istiyorum,” ifadelerini kullandı.
Türkiye
tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalıyla suçlanan Erdoğan ve
hükümetinin bu skandalın üzerini örtmek için ürettiği “paralel yapı” yalanına
delil oluşturmak için hükümet medyasının giriştiği yalan haber üretme çabası azıcık
ahlak, onur ve izzeti, birazcık insaf ve vicdanı olan meslektaşlarımızı gerçekten
isyan ettirmeyecek gibi değil. Vicdanını bugün susturup, kirlenmiş kapkara bir iktidarın
hizmetinde onurlarını kirli bir paspasa çevirenler, eminim ki ileride bu acıklı
günlerini utanç içerisinde hatırlayacaklardır. Çünkü kendileri unutmak istese
de bu rezillikleri mesleğinin onuruna saygı duyan gazeteciler asla unutmayacak
ve unutturmayacaktır!
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344806_things-and-media-ethics.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344806_things-and-media-ethics.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder