15 Nisan 2014 Salı

“Şeyler” ve medya etiği


Yaptıklarının uzaktan ya da yakından gazetecilikle ilgisi olmadığının düşündüğüm için bunları gazete dışı bir şey olarak adlandırmaya başlayalı uzunca bir zaman oldu. Şimdilerde mecburen ne zaman adlarını anacak olsam bunlara Akşam şeysi, Sabah şeysi, Yeni Şafak şeysi, Star şeysi, Akit şeysi, Takvim şeysi demek zorunda hissediyorum kendimi. Evet, bunlar mutlaka bir şeyler ama o bildiğimiz anlamda gazete falan değiller.
Bir de tabii bunların televizyon, radyo ve internet versiyonları var ki onlar da bir medya organı olmaktan ziyade ancak tanımlanmakta güçlük çekilen şeyleri isimlendirmek için kullanılan “şey” kelimesiyle isimlendirilebilirler. Çünkü, haber televizyonu, haber radyosu ya da haber portalı demek bu “şeyler” için fazlasıyla büyük bir iltifat olur.
Mesleğime olan saygımdan, daha önemlisi bu mesleği tüm zorluklara ve baskılara karşı ilkeli bir şekilde yapmaya gayret etmekte direnen meslektaşlarımın emeğine saygımdan dolayı hükümet tarafından medya sektörüne iliştirilmiş ya da hükümetin dağıttığı menfaatin çekiciliğine kendisini kaptırarak baskıcı, yıkıcı iktidar çizgisine yaklaşmış olanları artık gazeteci olarak kabul etmiyorum. Onları, baskılara karşı omurgalı duruş; türlü menfaatlerle baştan çıkarılmalara (temptations) karşı dirayetli, onurlu ve izzetli bir tavır alış uğraşısı olması gereken bu meslekten saymıyorum.
Halkın doğru bilgi ve haber alma ihtiyaç ve hakkının tezahürü olan bu mesleğin etik ilkelerine samimi olarak inanan hiçbir meslektaşımın da hükümet yanlısı medyada yapılanlara razı olabileceğine ve buna “gazetecilik” diyebileceğine ihtimal vermiyorum. Gazetecilik mesleğini kirleten, gazetecileri değersizleştiren bu kerih ameliye toplumu bölücü, kutuplaştırıcı, toplumun farklı kesimlerini şeytanlaştırıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı çirkin ve ahlaksız iktidar dilinin taşıyıcısı olabilir, ama asla gazetecilik olarak kabul edilemez. Çünkü gazetecilik gerçek ve objektif haber demektir, saygı içerisinde dengeli yorum demektir. Oysa bunların yaptıkları sadece ve sadece kara propagandadan, yalandan, iftiradan, tezvirattan ve aşağılamadan ibaret.
Türkiye elbette ki medyanın bir kısmının belirli güç odaklarının emir, talimat ve beklentileri doğrultusunda çirkefleştiği başka dönemlere de şahitlik etti. Ama bu günlerde yaşananlar kadar pespayeleşip, siyasal veya ticari menfaatler için mesleğin olmazsa olmazlarının bu kadar yok sayıldığı veya bile-isteye çiğnendiği bir döneme şahit olunmadı. Tecrübeli gazeteci Rıdvan Akar da Cihan Medya Haber Dergisi’nin son sayısında yayınlanan söyleşisinde benzer şeyler söylemiş. Akar, içinden geçilen süreci 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemiyle mukayese etmiş ve 12 Eylül’deki baskılarla günümüz arasında fark olmadığını kaydetmiş.
Akar’ın özellikle şu sözlerinin altını çizmek gerekir: “Medyaya müdahale biçimlerinin hangisinin daha meşru olduğu konusunda herhangi bir yarıştırma yapamayız diye düşünüyorum. Yani 12 Eylül askeri cuntasının subaylar aracılığı ile yolladığı ‘şu haber şöyle girecek veya bu habere değinmeyeceksiniz’ şeklindeki tamimlerle bu dönemde en yetkililerin medyaya yaptıkları muamele arasında çok büyük fark olmadığı kanaatindeyim.”
Şirazesinden iyice çıkarak bir nefret ve kin jenaratörüne dönüşen iktidara ve siyasete kendisini endeksleyen bu çarpık anlayış, yalan ve aldatmaca üzerine kurulu muktedir siyasetin tüm itibarsızlaştırıcı etkisinden de nasibini alıyor. Bu yüzden bazı araştırmalara göre Türkiye’de medyaya olan güven yüzde 30’un altına gerilemiş durumda. Medyanın ve gazeteciliğin Türkiye’de geldiği noktayı “içler acısı” tabiri dışında tanımlayacak bir söz bulamıyorum.
Ancak, bu acıklı durumun sebeplerinin tamamının sektörden kaynaklanmadığını da biliyorum. Özellikle farklı fikir, değerlendirme ve söyleme hiçbir çoğulcu demokraside görülmedik derecede tahammülsüzlük sergileyen Erdoğan hükümetinin bu hazin tablodaki rolü görmezden gelinemez. Aslında medya sektörünün kendi dinamikleri ile hareket etmesine müsaade etmeyerek, kolayca maniple edebildikleri siyasal ve ekonomik araçları kullanmak suretiyle etik ve ilke tanımayan bir yandaş medya oluşması konusunda girişilen medya mühendisliğinin yozlaştırıcılığının cehennemsi sonuçlarını yaşıyoruz.
Yanlış doğru ayırt etmeksizin koşulsuz destek veren bir iktidar medyası oluşturmak için basitçe mafyatik diyebileceğimiz her türlü sofistike yönteme başvuruluyor. Mesela medya gruplarına el konuluyor, yandaş iş adamlarına devrediliyor. Haklı/haksız büyük vergi cezaları konarak bağımsız medya sesleri kısılmaya çalışılıyor. Muhalif gazetecilerin her an tutuklanabileceğine dair şaiyalar maharetle yayılarak her şeye rağmen gazeteciliğin izzetini korumaya çalışan meslektaşlar üzerinde korku ve terör estiriliyor.
Öte yandan, medyanın sil baştan hükümet dostu olarak yeniden yapılandırılması amacıyla yüksek hacimli kamu ihalelerinin verildiği yandaş iş adamları hoyratça araçsallaştırılıyor. Önlerine serilen kamu imkanlarının diyeti olarak kendilerinden medyada rol oynamaları isteniyor. Başta kamu bankaları olmak üzere kamu imkanlarının sınırsızca ve pervasızca peşkeş çekildiği bu görülmedik medya mühendisliği ortamında ilk can çekişen elbette gazeteciliğin kendisi oluyor.
Bu şartlar altında tamamen Türkiye’de siyasi iktidarın tahakkümü altına giren boğucu medya ikliminde mesleğe nefes olan oksijen her geçen gün azalıyor. Gazetecilik işlevinden tamamen çıkardığı yandaş medya araçlarını psikolojik harp ve kara propaganda silahı olarak kullanmakta hiçbir sınır tanımayan Erdoğan, bu uğurda ne etik dinliyor, ne ahlak, ne hak ve özgürlük, ne de hukuk.
Tam anlamıyla “faşizm”e karşılık gelen bu ortamda, Erdoğan hükümeti en masum eleştirileri bile artık vatan hainliği olarak görüyor. Haber Türk gazetesi yazarı Yavuz Semerci de bu korkunç gidişatın altını çizenlerden. Yine Cihan Medya Haber Dergisi’ne verdiği söyleşide Semerci, ilk defa iktidardan gitmekten ölesiye korkan bir iktidar oluştuğunun altını çizerek, ‘Biz gidersek her şey mahvolur’ anlayışının ülkeyi otoriterleştirdiğine dikkat çekmiş.  Semerci, gelinen noktaya dair hayretlerini ise “Türkiye’de eleştiriler bile vatan hainliği sınıfına girmeye başladı. Bu inanılmaz bir şey,” diyerek dile getirmiş.
Türkiye’de iktidar yandaşı medyanın ve gazetecilik demeye dilim varmayan tezviratın hayrete düşürdüğü tek kişi elbette Semerci değil. Öyle ki, medyanın o kesiminde yıllarca çalıştığı halde gelinen rezil duruma artık tahammül edemeyip ayrılanlara her gün yeni meslektaşlarımız ekleniyor. Star şeysinin Yazı İşleri Müdürü Doğan Ertuğrul, yapılan akıl, insaf, ahlak ve gerçek dışı yayıncılığın nefret suçu boyutlarına varmasına isyan ederek 7-8 yıldır çalıştığı görevinden bir süre önce istifa etmişti.
Hükümet yandaşı medyadaki benzerleri gibi her gün yeni bir yalanı manşet yaparak çıkan, doğrular önlerine konulduğunda ise o yalanı tekrarlamak ya da özür dilemek yerine yepyeni bir yalan üreten Akşam şeysinde de önceki gün benzer bir durum yaşandı. Hizmet hareketine yönelik akıl almaz bir iftirayı manşetine taşıyarak bu yöndeki performansını iyice yükselten Akşam şeysine en vurucu tepki içeriden geldi. Meslek etiğine olduğu kadar temel ahlak ilkelerine ve insanlık onuruna hala sahip çıkmaya çalışan Akşam şeysinin tecrübeli köşe yazarı Fikri Akyüz, sert bir manifestoyla iktidarın bu kara propaganda aracıyla yollarını ayırdı.
“Akşam, 28 Şubat medyasından beter bir yayıncılığa soyundu,” diyen Fikri Akyüz, istifasını Twitter üzerinden duyurdu. Akyüz, Zaman gazetesine yaptığı açıklamada ise “Savaşın bile bir ahlakı vardır. 28 Şubat dönemi medyasında, saçma ve antidemokratik de olsa bir miktar düşünce yer alıyordu. Şimdi bel altı yayın anlayışı egemen,” dedi. Akyüz, vicdanın her şeyden önce geldiğini vurgularken “İki kızım yarın ‘Babam cüzdanını düşünmedi, vicdanını önceledi’ desinler istiyorum,” ifadelerini kullandı.
Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalıyla suçlanan Erdoğan ve hükümetinin bu skandalın üzerini örtmek için ürettiği “paralel yapı” yalanına delil oluşturmak için hükümet medyasının giriştiği yalan haber üretme çabası azıcık ahlak, onur ve izzeti, birazcık insaf ve vicdanı olan meslektaşlarımızı gerçekten isyan ettirmeyecek gibi değil. Vicdanını bugün susturup, kirlenmiş kapkara bir iktidarın hizmetinde onurlarını kirli bir paspasa çevirenler, eminim ki ileride bu acıklı günlerini utanç içerisinde hatırlayacaklardır. Çünkü kendileri unutmak istese de bu rezillikleri mesleğinin onuruna saygı duyan gazeteciler asla unutmayacak ve unutturmayacaktır!

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344806_things-and-media-ethics.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder