Bu işler bu memlekette zaten hep böyle oluyor. Sırf doğru olduğu için değil. Sırf hak olduğu için değil. Sırf zaten yapılması gerektiği için değil. Olması, yapılması gereken şeyler, atılması gereken adımlar hep bir ihtiyaca, hep bir maslahata göre gerçekleşiyor. Çoğunlukla yapılanlar ilkeli olmanın, ahlaklı olmanın, erdemli olmanın, başkalarına saygılı olmanın, onlarla empati kurabilmenin ve mağduriyetlerine sempati besleyebilmenin veya gerçek bir demokratlığın gereği olarak değil, ihtiyaca binaen yapılıyor. Yine çoğunlukla yapılması gerekenler için, Türkçe’deki o taşı gediğine koyan ifade şekliyle “yumurta kapıya gelince” adım atılıyor. Dahası ve daha kötüsü bazen de yapılması gerekenler samimiyetle değil “yapılıyormuş gibi” yapılıyor.
Birinci Dünya Savaşı
sırasında ve özellikle 1915’te yaşanan dramatik olaylara dair de bu gelenek hiç
bozulmadı. Adam gibi oturup hakkın, hukukun, ahlakın, medeni olmanın gereği
olan insani bir yaklaşım ve bütün tarafları en azından nispeten tatmin edecek
kalıcı bir çözüm geliştirmek yerine, hep günü kurtarma peşinde olundu. Günü
kurtarmak için de yine hep “yumurta kapıya gelince” hareket edildi. 23 Nisan
günü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı tarafından yapılan 1915 tehcir ve
katliamlarında hayatını kaybeden Ermenilerin hala hayattaki çocuk ve
torunlarına yönelik “acıları anlamak ve paylaşmak” vurgulu taziye mesajı da maalesef
bu çerçevenin dışında değil.
Yine de hakkını teslim
etmek gerekir. Başbakan Erdoğan imzasıyla Türkçe ve Ermeni dilinin iki lehçesi
de dahil olmak üzere tam 9 ayrı dilde yayınlanan bu tarihi açıklama doğru yönde
atılmış çok cesur bir adım. Ama ne kadar doğru yönde atılmış cesur bir adım
olursa olsun neticede bir taktik hamle olmanın ötesine yine de geçemiyor.
Çünkü bu açıklama bir
sorunun çözümü, tarihi bir yüzleşmenin gerçekleşmesi, hoşumuza gitse de gitmese
de bazı hakikatlerin ortaya çıkarılmasını hedef almıyor. Tam tersine gelip
kapımıza dayanmış bir büyük ve pratik sıkıntıyı bir süreliğine daha atlatma
amacı taşıyor. Açıklamanın 23 Nisan günü, yani 24 Nisan “Ermeni Soykırımı Anma
Günü”nün hemen arefesinde gerçekleşmiş olması bile bu tezi güçlendiriyor.
O 24 Nisan ki, başta ABD
Başkanı Barack Obama olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde her yılın bugünü
devlet başkanları, hükümetler ya da parlamentolar 1915 trajedisi ile ilgili
açıklama üzerine açıklamalar yapıyor. Politik, diplomatik ya da ekonomik
menfaatleri sebebiyle, Birinci Dünya Savaşı şartlarında gerçekleşen 1915
katliamlarını ve tehcirini bir “soykırım” olarak ifade etseler de etmeseler de bu
olayları vicdanen bir “soykırım” olarak anmaya daha yakın durduklarını herkes
biliyor. “Soykırım” yaklaşımına yakın duranlar arasında bu acıyı
araçsallaştırarak pragmatik amaçlar peşinde olanların ya da başka sahalardaki
sorunları sebebiyle Türkiye ile olan hesaplaşmalarını Ermenilerin bu büyük
acısı üzerinden gerçekleştirmek isteyen ülkelerin, yönetimlerin ve çevrelerin
de var olduğunu elbette not etmeliyiz.
Bu yılın 24 Nisan’ı
aslında görüp görebileceğimiz en kötü tecrübe değil. Çünkü, bugüne kadar
olanlar Türkiye’nin kaçma ya da yok sayma şansına sahip olamayacağı “Ermeni Soykırımı”nın
100. yılı olarak anılacak olan 2015’te yaşayacağımız asıl depremin sadece öncü
sarsıntıları niteliğinde. Başbakanlık’tan yapılan açıklamayla bu öncü
sarsıntıların etkisi hafifletilebilir belki ama 365 gün sonra kapımıza
dayanacak olan o kaçınılmaz deprem için bir çare olabileceği ihtimal dahilinde
bile düşünülemez.
Bir başka açıdan
bakacak olursak, Başbakan Erdoğan imzasıyla yayınlanan taziye mesajı aslında üzerinde
hassasiyetle çalışılmış oldukça iyi ve duyarlı bir metin. O kadar ki, kim
tarafından yayınlandığı bilinmeyerek okunmuş olsa bu metnin Başbakan Erdoğan
tarafından yayınlanmış bir metin olabileceğini kimse tahmin edemez. Çünkü,
kendisinin sebep olduğu ya da en azından sorumlusu olduğu acılara son derece duyarsız
kalan, son dönemdeki söylem ve eylemleriyle toplumun farklı kesimleri arasına
sürekli kin, nefret ve düşmanlık tohumları serpen bir Başbakan’ın bundan tam 99
yıl önce gerçekleşmiş büyük bir trajediye dair empati duyguları
geliştirebileceğini tahmin etmek hiç kolay olmayacaktır. 34 vatandaşımızın
öldürüldüğü Uludere/Roboski katliamına ve Gezi Parkı olayları sırasında yaşanan
ölümlere karşı takınmış olduğu duyarsız tavrın sahibiyle, insani duyguların
yoğun olduğu bu metni yayınlayan kişinin aynı kişi olduğunu inanmak gerçekten
zor.
Halbuki bir başbakandan
ulusal çıkarlar perspektifinden de olsa, şahsi politik çıkarları çerçevesinde
de olsa ilkesel ve ahlaki temeller üzerine uzun soluklu stratejiler
geliştirmesi büyük bir doğallık içerisinde beklenebilir. Ama bizim vakamızda
durum pek öyle değil. Bunun için de günü kurtarmaya amade bir taktik adımların
adamı profili çizen Başbakan Erdoğan’ın bu son açıklamasının amacını iyi tahlil
etmek lazım. Özellikle bu girişimin bir boyutunun da Ermenilerin acılarını
paylaşmaktan ziyade uluslararası camiada yıpranan imajını düzeltme amacına
matuf olduğunun altını çizmek gerekir. Bir imaj çalışması olarak da
değerlendirilebilecek bu çıkışla Başbakan Erdoğan’ın geçici etkili bir Türk
tarzı “sempati taarruzu – charm offensive” başlattığı bile söylenebilir.
Tamamen planlı bir “sempati
taarruzu” amaçlı dahi olsa bu tarihi adım elbette ki konjonktürel manevi değerinden
bir şey kaybetmez. Ama bu durum, ciddi bir samimiyet sorununu da tüm
çıplaklığıyla gündemimize taşımaktan geri durmaz. Kendi ülkesinde kendi
halkının farklı kesimlerinin hak ve hukukunu hiçe sayan, demokratik kurum ve
kuralları sürekli yok sayarak inat ve ısrarla keyfi bir idare kurmaya çalışan,
eline geçirdiği güçle kendisi gibi düşünmeyen kim varsa ezmeye çabalayan bir
despotik anlayışın münferid olumlu çıkışının elbette ki samimiyeti ve iyi
niyeti sorgulanmalıdır.
Eline geçirdiği iktidar
imkanlarını temel insan hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi ve hukuku hiçe
sayarak bir baskı aracına dönüştürmek suretiyle etkisi on yıllarca sürecek köklü
sosyo-politik sorunların oluşmasına yol açan bir baskıcı liderin, bundan 100
yıl önceki bir trajediden kaynaklanan ciddi bir sorunu çözecek samimi adımlar atabileceğini
sanmak, aslında çok büyük bir naiflik olur.
Artık kendisinden hak,
hukuk ve özgürlüklere saygı beklenmediği gibi bir daha asla demokratlık da
beklenemeyecek bir siyasal figüre dönüşen Başbakan Erdoğan’ın bir nevi karakteri
haline dönüştürdüğü anti-demokratik tavırlar, ne esef vericidir ki, Ermeni
acılarına dair imzaladığı metni de anlamsızlaştırma potansiyeli içeriyor. Kaldı
ki, Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar tek tek kaybettiği tüm samimiyet sınavları
ortadayken, şimdi samimi olacağına dair ortada herhangi bir karine de bulunmuyor.
İlla ki bir samimiyet
beklenmesi gerekiyorsa, konjonktürel bir ihtiyaca binaen, görüntüde de olsa, “Ermeni
açılımı” sayılabilecek cesur bir işe imza atan Başbakan Erdoğan’dan, ancak politik
hesaplarla giriştiği Kürt sorununun çözümü sürecinde takındığı “siyaseten
kazandırdığı kadar adım atma” taktiğinde olduğu kadar samimiyet beklenebilir. Ya
da seçimler öncesinde vaat ettiği demokratik bir sivil anayasayı yapmak yerine sınırsız
ve kuralsız bir iktidara ulaşmak için neler yapmayı göze alabildiği iyice analiz
edildikten sonra ancak bir beklentiye girilebilir. Belki bu son girişimden de, hakkında
birçok çalıştay yaptırdığı halde, kendisine siyaseten bir kazanç getirmeyeceğini
düşündüğü için, Alevi sorununu çözüm çabalarını tamamen toprağa gömen akıbet
gibi bir sonuç beklemek gerekir. Veyahut onlarca defa vaat ettiği halde
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını Atina’yla bayağı bir pazarlığa
dönüştürmesi kadar kendisinden sahih bir samimiyet umulabilir.
Diyeceğim o ki, hak-hukuk
tanımaz antidemokratik bir kişilik geliştiren bir liderden; inat ve ısrarla sürdürdüğü
nefret söylemiyle sürekli düşmanlaştırdığı kesimlere karşı sosyo-kültürel ve ekonomik
soykırıma varan linç kampanyaları düzenleyen bir liderden; her geçen gün daha
da artırdığı bir dozla kin kusarak büyük toplumsal sorunlara yol açan bir liderden
beklentileri düşük tutmakta büyük fayda var. Çünkü, içinde yaşadığımız günün büyük
trajedilerine kaynaklık eden bir kişilikten tarihi bir trajediye dair çözüm
beklemek sadece ve sadece yeni ve onulmaz hayal kırıklıklarıyla sonuçlanır.
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346055_charm-offensive-a-la-turca.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346055_charm-offensive-a-la-turca.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder