24 Nisan 2014 Perşembe

Türk tipi sempati atağı


Bu işler bu memlekette zaten hep böyle oluyor. Sırf doğru olduğu için değil. Sırf hak olduğu için değil. Sırf zaten yapılması gerektiği için değil. Olması, yapılması gereken şeyler, atılması gereken adımlar hep bir ihtiyaca, hep bir maslahata göre gerçekleşiyor. Çoğunlukla yapılanlar ilkeli olmanın, ahlaklı olmanın, erdemli olmanın, başkalarına saygılı olmanın, onlarla empati kurabilmenin ve mağduriyetlerine sempati besleyebilmenin veya gerçek bir demokratlığın gereği olarak değil, ihtiyaca binaen yapılıyor. Yine çoğunlukla yapılması gerekenler için, Türkçe’deki o taşı gediğine koyan ifade şekliyle “yumurta kapıya gelince” adım atılıyor. Dahası ve daha kötüsü bazen de yapılması gerekenler samimiyetle değil “yapılıyormuş gibi” yapılıyor.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve özellikle 1915’te yaşanan dramatik olaylara dair de bu gelenek hiç bozulmadı. Adam gibi oturup hakkın, hukukun, ahlakın, medeni olmanın gereği olan insani bir yaklaşım ve bütün tarafları en azından nispeten tatmin edecek kalıcı bir çözüm geliştirmek yerine, hep günü kurtarma peşinde olundu. Günü kurtarmak için de yine hep “yumurta kapıya gelince” hareket edildi. 23 Nisan günü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı tarafından yapılan 1915 tehcir ve katliamlarında hayatını kaybeden Ermenilerin hala hayattaki çocuk ve torunlarına yönelik “acıları anlamak ve paylaşmak” vurgulu taziye mesajı da maalesef bu çerçevenin dışında değil.
Yine de hakkını teslim etmek gerekir. Başbakan Erdoğan imzasıyla Türkçe ve Ermeni dilinin iki lehçesi de dahil olmak üzere tam 9 ayrı dilde yayınlanan bu tarihi açıklama doğru yönde atılmış çok cesur bir adım. Ama ne kadar doğru yönde atılmış cesur bir adım olursa olsun neticede bir taktik hamle olmanın ötesine yine de geçemiyor.
Çünkü bu açıklama bir sorunun çözümü, tarihi bir yüzleşmenin gerçekleşmesi, hoşumuza gitse de gitmese de bazı hakikatlerin ortaya çıkarılmasını hedef almıyor. Tam tersine gelip kapımıza dayanmış bir büyük ve pratik sıkıntıyı bir süreliğine daha atlatma amacı taşıyor. Açıklamanın 23 Nisan günü, yani 24 Nisan “Ermeni Soykırımı Anma Günü”nün hemen arefesinde gerçekleşmiş olması bile bu tezi güçlendiriyor.
O 24 Nisan ki, başta ABD Başkanı Barack Obama olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde her yılın bugünü devlet başkanları, hükümetler ya da parlamentolar 1915 trajedisi ile ilgili açıklama üzerine açıklamalar yapıyor. Politik, diplomatik ya da ekonomik menfaatleri sebebiyle, Birinci Dünya Savaşı şartlarında gerçekleşen 1915 katliamlarını ve tehcirini bir “soykırım” olarak ifade etseler de etmeseler de bu olayları vicdanen bir “soykırım” olarak anmaya daha yakın durduklarını herkes biliyor. “Soykırım” yaklaşımına yakın duranlar arasında bu acıyı araçsallaştırarak pragmatik amaçlar peşinde olanların ya da başka sahalardaki sorunları sebebiyle Türkiye ile olan hesaplaşmalarını Ermenilerin bu büyük acısı üzerinden gerçekleştirmek isteyen ülkelerin, yönetimlerin ve çevrelerin de var olduğunu elbette not etmeliyiz.  
Bu yılın 24 Nisan’ı aslında görüp görebileceğimiz en kötü tecrübe değil. Çünkü, bugüne kadar olanlar Türkiye’nin kaçma ya da yok sayma şansına sahip olamayacağı “Ermeni Soykırımı”nın 100. yılı olarak anılacak olan 2015’te yaşayacağımız asıl depremin sadece öncü sarsıntıları niteliğinde. Başbakanlık’tan yapılan açıklamayla bu öncü sarsıntıların etkisi hafifletilebilir belki ama 365 gün sonra kapımıza dayanacak olan o kaçınılmaz deprem için bir çare olabileceği ihtimal dahilinde bile düşünülemez.
Bir başka açıdan bakacak olursak, Başbakan Erdoğan imzasıyla yayınlanan taziye mesajı aslında üzerinde hassasiyetle çalışılmış oldukça iyi ve duyarlı bir metin. O kadar ki, kim tarafından yayınlandığı bilinmeyerek okunmuş olsa bu metnin Başbakan Erdoğan tarafından yayınlanmış bir metin olabileceğini kimse tahmin edemez. Çünkü, kendisinin sebep olduğu ya da en azından sorumlusu olduğu acılara son derece duyarsız kalan, son dönemdeki söylem ve eylemleriyle toplumun farklı kesimleri arasına sürekli kin, nefret ve düşmanlık tohumları serpen bir Başbakan’ın bundan tam 99 yıl önce gerçekleşmiş büyük bir trajediye dair empati duyguları geliştirebileceğini tahmin etmek hiç kolay olmayacaktır. 34 vatandaşımızın öldürüldüğü Uludere/Roboski katliamına ve Gezi Parkı olayları sırasında yaşanan ölümlere karşı takınmış olduğu duyarsız tavrın sahibiyle, insani duyguların yoğun olduğu bu metni yayınlayan kişinin aynı kişi olduğunu inanmak gerçekten zor.
Halbuki bir başbakandan ulusal çıkarlar perspektifinden de olsa, şahsi politik çıkarları çerçevesinde de olsa ilkesel ve ahlaki temeller üzerine uzun soluklu stratejiler geliştirmesi büyük bir doğallık içerisinde beklenebilir. Ama bizim vakamızda durum pek öyle değil. Bunun için de günü kurtarmaya amade bir taktik adımların adamı profili çizen Başbakan Erdoğan’ın bu son açıklamasının amacını iyi tahlil etmek lazım. Özellikle bu girişimin bir boyutunun da Ermenilerin acılarını paylaşmaktan ziyade uluslararası camiada yıpranan imajını düzeltme amacına matuf olduğunun altını çizmek gerekir. Bir imaj çalışması olarak da değerlendirilebilecek bu çıkışla Başbakan Erdoğan’ın geçici etkili bir Türk tarzı “sempati taarruzu – charm offensive” başlattığı bile söylenebilir.
Tamamen planlı bir “sempati taarruzu” amaçlı dahi olsa bu tarihi adım elbette ki konjonktürel manevi değerinden bir şey kaybetmez. Ama bu durum, ciddi bir samimiyet sorununu da tüm çıplaklığıyla gündemimize taşımaktan geri durmaz. Kendi ülkesinde kendi halkının farklı kesimlerinin hak ve hukukunu hiçe sayan, demokratik kurum ve kuralları sürekli yok sayarak inat ve ısrarla keyfi bir idare kurmaya çalışan, eline geçirdiği güçle kendisi gibi düşünmeyen kim varsa ezmeye çabalayan bir despotik anlayışın münferid olumlu çıkışının elbette ki samimiyeti ve iyi niyeti sorgulanmalıdır.
Eline geçirdiği iktidar imkanlarını temel insan hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi ve hukuku hiçe sayarak bir baskı aracına dönüştürmek suretiyle etkisi on yıllarca sürecek köklü sosyo-politik sorunların oluşmasına yol açan bir baskıcı liderin, bundan 100 yıl önceki bir trajediden kaynaklanan ciddi bir sorunu çözecek samimi adımlar atabileceğini sanmak, aslında çok büyük bir naiflik olur.
Artık kendisinden hak, hukuk ve özgürlüklere saygı beklenmediği gibi bir daha asla demokratlık da beklenemeyecek bir siyasal figüre dönüşen Başbakan Erdoğan’ın bir nevi karakteri haline dönüştürdüğü anti-demokratik tavırlar, ne esef vericidir ki, Ermeni acılarına dair imzaladığı metni de anlamsızlaştırma potansiyeli içeriyor. Kaldı ki, Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar tek tek kaybettiği tüm samimiyet sınavları ortadayken, şimdi samimi olacağına dair ortada herhangi bir karine de bulunmuyor.
İlla ki bir samimiyet beklenmesi gerekiyorsa, konjonktürel bir ihtiyaca binaen, görüntüde de olsa, “Ermeni açılımı” sayılabilecek cesur bir işe imza atan Başbakan Erdoğan’dan, ancak politik hesaplarla giriştiği Kürt sorununun çözümü sürecinde takındığı “siyaseten kazandırdığı kadar adım atma” taktiğinde olduğu kadar samimiyet beklenebilir. Ya da seçimler öncesinde vaat ettiği demokratik bir sivil anayasayı yapmak yerine sınırsız ve kuralsız bir iktidara ulaşmak için neler yapmayı göze alabildiği iyice analiz edildikten sonra ancak bir beklentiye girilebilir. Belki bu son girişimden de, hakkında birçok çalıştay yaptırdığı halde, kendisine siyaseten bir kazanç getirmeyeceğini düşündüğü için, Alevi sorununu çözüm çabalarını tamamen toprağa gömen akıbet gibi bir sonuç beklemek gerekir. Veyahut onlarca defa vaat ettiği halde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını Atina’yla bayağı bir pazarlığa dönüştürmesi kadar kendisinden sahih bir samimiyet umulabilir.
Diyeceğim o ki, hak-hukuk tanımaz antidemokratik bir kişilik geliştiren bir liderden; inat ve ısrarla sürdürdüğü nefret söylemiyle sürekli düşmanlaştırdığı kesimlere karşı sosyo-kültürel ve ekonomik soykırıma varan linç kampanyaları düzenleyen bir liderden; her geçen gün daha da artırdığı bir dozla kin kusarak büyük toplumsal sorunlara yol açan bir liderden beklentileri düşük tutmakta büyük fayda var. Çünkü, içinde yaşadığımız günün büyük trajedilerine kaynaklık eden bir kişilikten tarihi bir trajediye dair çözüm beklemek sadece ve sadece yeni ve onulmaz hayal kırıklıklarıyla sonuçlanır. 

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_346055_charm-offensive-a-la-turca.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder