8 Nisan 2014 Salı

Erdoğan, Türkiye’yi artık yönetmek istemiyor



Her şey tıpkı eskiden olduğu gibi… Türkiye uzun bir süredir gerçeklerle değil, aşırı baskı altına alınan ya da topyekün ele geçirilen medya üzerinden yaratılan temelsiz algılarla yönetiliyor. Uzunca süredir unutulmuş olan iç düşmanlar, bu sefer farklı adreslerde de olsa, özenle yeniden yaratılıyor. İktidar çevrelerinin içinde bulunduğu patalojik ruh haletinin aldığı şekle göre nöbetleşerek öne çıkan dış düşmanlar ise zaten dört bir tarafımızı sarmış durumda.
Öte yandan, düne kadar üyesi olmak için can attığımız ve bugün hala üye adayı olmaya devam ettiğimiz Avrupa Birliği başta olmak üzere AKP hükümetinin yapıp ettiği o kadar güzellikler(!) nedense hiç kimse tarafından bir türlü doğru şekilde anlaşılmıyor, takdir edilmiyor. Mesela memleketin ve milletin iyiliği için Twitter ve Youtube kapatılıyor, anlaşılmaz bir şekilde tüm dünya hemen ayağa kalkıyor. Erdoğan hükümetinin ihtiyaçlarına binaen daha istikrarlı ve güçlü bir yönetim için yargı tamamen yürütmenin yedeğine alındığında ise her yerden bir homurdanma duyuluyor. İçerideki can sıkıcı yolsuzluklar ortalığa saçılmışken, insanların bu tür maleyani şeylerle vakit kaybetmesini engellemek için büyük bir vatanseverlik örneği sergilenerek Suriye ile savaş çıkarma senaryoları yapıldığında, “millilik”ten nasibini almamış bazı vatan hainleri(!) hemen bunu da kamuoyuna sızdırıyor.
Bunlar yetmiyormuş gibi AB ve benzeri kötü niyetli diğer tüm dış mihraklar (!) mütemadiyen Türkiye’ye karşı kötülük üzerine kötülük planlıyor. Gerçi paralel devletçiler mi AB merkezli dış mihraklarla paralel hareket ediyor, yoksa AB mihrakları mı paralel devlete paralel hareket ediyor orası tam anlaşılmıyor. Ama olsun, Erdoğan hükümetinin tüm dünyaya nizam verecek “Büyük ve Güçlü Türkiye” idealini bir türlü anlayamıyorlar. Anlasalar da zaten böyle bir Türkiye’ye genetik kodlarından ötürü karşı oldukları için derhal düşmanlığa yöneliyorlar. Daha birkaç yıl öncesine kadar demokratikleşme ve ekonomik büyüme yönünde hareket eden Erdoğan hükümetinin en büyük destekçilerinin aynı çevreler olması da bu gerçeği hiç mi hiç değiştirmiyor. AB, ABD ve geleneksel müttefiklerin hepsi Erdoğan yönetimindeki Türkiye’ye karşı büyük bir düşmanlık ve ihanet içerisinde bulunuyor.
Hele bir de bu dış güçlerin içerdeki hain işbirlikçileri yok mu? İster bunlara “faiz lobisi” deyin, ister “paralel devlet”, ister “haşaşi”, isterseniz bunları Gezi Parkı protestolarında olduğu gibi “OTPOR/Zello çetesi” diye adlandırın, tıpkı yine eski günlerde olduğu gibi bu memlekette eksikliği hissedilmeyen en görünür sosyo/politik sınıfı işte bu “hainler” oluşturuyor.
Dilerseniz sarkazmı bırakalım ve gerçeklere dönelim biraz. Siz siz olun Erdoğan ve partisinin son seçimlerde büyük bir başarı ile çıkmış olmasına sakın bakmayın, aldanmayın. Çünkü, seçimlerde başarı ile çıkan sanki kendileri değilmiş gibi müthiş bir korku ve paranoya içerisinde hareket ediyorlar. Kaynağı ve motivasyonu belli bu korku ve paranoya duygusunun iktidar partisini ne türden seçim hilelerine ittiğini Türkiye günlerdir tartışıyor. Yine aynı paranoyadan dolayı başarısızlığa gömülen bazı politikalarını şöyle ya da böyle eleştiren herkesi düşman, sesini yükselten herkesi hain olarak görüyorlar. Erdoğan’ın düşman ya da hain algısında yerinizi almakta ne daha düne kadar izlediği demokratikleştirici politikalarının en önde gelen destekçisi olmanız, ne NATO’da müttefiklik ilişkisi içerisinde olmanız, ne de on yıllardır Türkiye’nin girmek için hayaller kurduğu AB’nin üyesi olmanız sizi kurtarabiliyor.  
Türkiye’yi kara pençeleri içerisine alan paranoya ve kötü yönetimin hazin durumu sadece bunlardan ibaret olsa yine iyi. Daha beteri Erdoğan hükümeti sanki artık Türkiye’yi yönetmek gibi ciddi bir amaç taşımıyormuş gibi sıkıntılı bir imaj veriyor. Özellikle Başbakan Erdoğan, izlediği kutuplaştırıcı, toplumsal kesimleri birbirlerine karşı düşmanlaştırıcı gerilim siyasetiyle çok uzunca bir süredir Türkiye’yi yönetme ve yönetilebilir bir ülke olarak tutma amacından iyice sapmış görünüyor. “Ama nasıl olur, ülkeyi yönetme yetkisini onaylatmak için yerel seçimleri bile genel seçimler havasına sokan kişi de bu Başbakan değil mi? Üstelik en başarılı parti olarak seçimlerde ipi göğüsleyip yeniden güven tazelemedi mi?” diye sorabilirsiniz.
Doğru, sadece yerel yöneticilerin seçilmesi gereken 30 Mart seçimlerinde Başbakan kendisini oylattı ve onaylattı. Ama bu, memleketi birlik ve bütünlük içerisinde, demokratik hukuk devleti çerçevesinde yönetmek için yetki aldığı anlamına gelmez. Çünkü seçim sonuçları şayet bu anlama gelseydi Başbakan Erdoğan’ın da bu doğrultuda davranması gerekirdi. Halkın yüzde 43’ü son seçimlerde belki o niyetle Erdoğan’ın AKP’sine ve adaylarına oy vermiş olabilir. Ancak Erdoğan, müthiş algı operasyonlarıyla kendisine çekmeyi başardığı bu desteği ülkeyi yönetmek ve yönetilebilir bir ülke olarak tutmak için değerlendireceğine dair hiçbir sinyal vermiyor. Tam tersine tüm tavır ve söylemleri bize Başbakan Erdoğan’ın demokratik, katılımcı, şeffaf ve hukukun üstünlüğünün olduğu yönetişim ilkeleriyle ülkeyi yönetmekten tamamen vaz geçtiğini gösteriyor.
Çevresindekilerin ve kendisinin adının karıştığı yolsuzluk iddiaları yüzünden dünyanın en corrupt liderleri arasına girmesi kaçınılmaz olan Başbakan Erdoğan’ın, dış düşmanlar ve bunlarla işbirliği içerisineymiş gibi sunduğu hayali iç düşmanlar üzerinden oluşturduğu algıyla devşirdiği siyasal gücü ülkeye tamamen tahakküm etmekte kullanacağı şimdiden çok açık. Demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini hiçe sayarak ülke üzerinde tam bir tahakküm kurma arayışındaki Erdoğan’ın ne yazık ki bunu yapmak üzere elinde epey enstrüman da bulunuyor. Bu etkili enstrümanların en başında da medya ve iletişim üzerinde oluşturduğu görülmedik ölçüdeki tahakküm geliyor. Erdoğan, doğrudan yönettiği medya gücü ve vesayeti altına aldığı devletin kurum ve kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirdiği sansür ve baskılama sayesinde en büyük başarısızlıkları ve fiyaskoları bile bir başarı gibi gösterebilmekte ya da en azından bu fiyaskoları kamuoyunun dikkatlerinden kaçırabilmektedir.
Belki de tarihin görüp görebileceği en büyük yolsuzluk skandallarının seçimlerde neredeyse hiçbir etkisinin olmaması ve bugün neredeyse gündemden tamamen düşürülmüş olmasındaki başarı Erdoğan’ın bu konudaki gücünü gösterir niteliktedir. İşte bu durum Sunday’s Zaman’da yayınlanan söyleşisinde “Erdoğan’ın gücü, Türkiye’nin zayıflığıdır” diyen Alman gazeteci Rainar Hermann’ı çok haklı çıkarıyor. 

English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344149_erdogan-no-longer-wants-to-govern-turkey.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder