Her şey tıpkı
eskiden olduğu gibi… Türkiye uzun bir süredir gerçeklerle değil, aşırı baskı
altına alınan ya da topyekün ele geçirilen medya üzerinden yaratılan temelsiz algılarla
yönetiliyor. Uzunca süredir unutulmuş olan iç düşmanlar, bu sefer farklı
adreslerde de olsa, özenle yeniden yaratılıyor. İktidar çevrelerinin içinde
bulunduğu patalojik ruh haletinin aldığı şekle göre nöbetleşerek öne çıkan dış
düşmanlar ise zaten dört bir tarafımızı sarmış durumda.
Öte
yandan, düne kadar üyesi olmak için can attığımız ve bugün hala üye adayı
olmaya devam ettiğimiz Avrupa Birliği başta olmak üzere AKP hükümetinin yapıp
ettiği o kadar güzellikler(!) nedense hiç kimse tarafından bir türlü doğru
şekilde anlaşılmıyor, takdir edilmiyor. Mesela memleketin ve milletin iyiliği
için Twitter ve Youtube kapatılıyor, anlaşılmaz bir şekilde tüm dünya hemen ayağa
kalkıyor. Erdoğan hükümetinin ihtiyaçlarına binaen daha istikrarlı ve güçlü bir
yönetim için yargı tamamen yürütmenin yedeğine alındığında ise her yerden bir
homurdanma duyuluyor. İçerideki can sıkıcı yolsuzluklar ortalığa saçılmışken,
insanların bu tür maleyani şeylerle vakit kaybetmesini engellemek için büyük
bir vatanseverlik örneği sergilenerek Suriye ile savaş çıkarma senaryoları yapıldığında,
“millilik”ten nasibini almamış bazı vatan hainleri(!) hemen bunu da kamuoyuna sızdırıyor.
Bunlar
yetmiyormuş gibi AB ve benzeri kötü niyetli diğer tüm dış mihraklar (!) mütemadiyen
Türkiye’ye karşı kötülük üzerine kötülük planlıyor. Gerçi paralel devletçiler
mi AB merkezli dış mihraklarla paralel hareket ediyor, yoksa AB mihrakları mı
paralel devlete paralel hareket ediyor orası tam anlaşılmıyor. Ama olsun,
Erdoğan hükümetinin tüm dünyaya nizam verecek “Büyük ve Güçlü Türkiye” idealini
bir türlü anlayamıyorlar. Anlasalar da zaten böyle bir Türkiye’ye genetik kodlarından
ötürü karşı oldukları için derhal düşmanlığa yöneliyorlar. Daha birkaç yıl
öncesine kadar demokratikleşme ve ekonomik büyüme yönünde hareket eden Erdoğan
hükümetinin en büyük destekçilerinin aynı çevreler olması da bu gerçeği hiç mi
hiç değiştirmiyor. AB, ABD ve geleneksel müttefiklerin hepsi Erdoğan
yönetimindeki Türkiye’ye karşı büyük bir düşmanlık ve ihanet içerisinde bulunuyor.
Hele bir
de bu dış güçlerin içerdeki hain işbirlikçileri yok mu? İster bunlara “faiz
lobisi” deyin, ister “paralel devlet”, ister “haşaşi”, isterseniz bunları Gezi
Parkı protestolarında olduğu gibi “OTPOR/Zello çetesi” diye adlandırın, tıpkı yine
eski günlerde olduğu gibi bu memlekette eksikliği hissedilmeyen en görünür sosyo/politik
sınıfı işte bu “hainler” oluşturuyor.
Dilerseniz
sarkazmı bırakalım ve gerçeklere dönelim biraz. Siz siz olun Erdoğan ve
partisinin son seçimlerde büyük bir başarı ile çıkmış olmasına sakın bakmayın,
aldanmayın. Çünkü, seçimlerde başarı ile çıkan sanki kendileri değilmiş gibi
müthiş bir korku ve paranoya içerisinde hareket ediyorlar. Kaynağı ve
motivasyonu belli bu korku ve paranoya duygusunun iktidar partisini ne türden seçim
hilelerine ittiğini Türkiye günlerdir tartışıyor. Yine aynı paranoyadan dolayı
başarısızlığa gömülen bazı politikalarını şöyle ya da böyle eleştiren herkesi
düşman, sesini yükselten herkesi hain olarak görüyorlar. Erdoğan’ın düşman ya
da hain algısında yerinizi almakta ne daha düne kadar izlediği
demokratikleştirici politikalarının en önde gelen destekçisi olmanız, ne NATO’da
müttefiklik ilişkisi içerisinde olmanız, ne de on yıllardır Türkiye’nin girmek
için hayaller kurduğu AB’nin üyesi olmanız sizi kurtarabiliyor.
Türkiye’yi
kara pençeleri içerisine alan paranoya ve kötü yönetimin hazin durumu sadece bunlardan
ibaret olsa yine iyi. Daha beteri Erdoğan hükümeti sanki artık Türkiye’yi
yönetmek gibi ciddi bir amaç taşımıyormuş gibi sıkıntılı bir imaj veriyor. Özellikle
Başbakan Erdoğan, izlediği kutuplaştırıcı, toplumsal kesimleri birbirlerine
karşı düşmanlaştırıcı gerilim siyasetiyle çok uzunca bir süredir Türkiye’yi
yönetme ve yönetilebilir bir ülke olarak tutma amacından iyice sapmış görünüyor.
“Ama nasıl olur, ülkeyi yönetme yetkisini onaylatmak için yerel seçimleri bile
genel seçimler havasına sokan kişi de bu Başbakan değil mi? Üstelik en başarılı
parti olarak seçimlerde ipi göğüsleyip yeniden güven tazelemedi mi?” diye
sorabilirsiniz.
Doğru,
sadece yerel yöneticilerin seçilmesi gereken 30 Mart seçimlerinde Başbakan kendisini
oylattı ve onaylattı. Ama bu, memleketi birlik ve bütünlük içerisinde, demokratik
hukuk devleti çerçevesinde yönetmek için yetki aldığı anlamına gelmez. Çünkü
seçim sonuçları şayet bu anlama gelseydi Başbakan Erdoğan’ın da bu doğrultuda
davranması gerekirdi. Halkın yüzde 43’ü son seçimlerde belki o niyetle Erdoğan’ın
AKP’sine ve adaylarına oy vermiş olabilir. Ancak Erdoğan, müthiş algı
operasyonlarıyla kendisine çekmeyi başardığı bu desteği ülkeyi yönetmek ve
yönetilebilir bir ülke olarak tutmak için değerlendireceğine dair hiçbir sinyal
vermiyor. Tam tersine tüm tavır ve söylemleri bize Başbakan Erdoğan’ın demokratik,
katılımcı, şeffaf ve hukukun üstünlüğünün olduğu yönetişim ilkeleriyle ülkeyi
yönetmekten tamamen vaz geçtiğini gösteriyor.
Çevresindekilerin
ve kendisinin adının karıştığı yolsuzluk iddiaları yüzünden dünyanın en corrupt
liderleri arasına girmesi kaçınılmaz olan Başbakan Erdoğan’ın, dış düşmanlar ve
bunlarla işbirliği içerisineymiş gibi sunduğu hayali iç düşmanlar üzerinden
oluşturduğu algıyla devşirdiği siyasal gücü ülkeye tamamen tahakküm etmekte
kullanacağı şimdiden çok açık. Demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini hiçe
sayarak ülke üzerinde tam bir tahakküm kurma arayışındaki Erdoğan’ın ne yazık ki
bunu yapmak üzere elinde epey enstrüman da bulunuyor. Bu etkili enstrümanların en
başında da medya ve iletişim üzerinde oluşturduğu görülmedik ölçüdeki tahakküm
geliyor. Erdoğan, doğrudan yönettiği medya gücü ve vesayeti altına aldığı
devletin kurum ve kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirdiği sansür ve baskılama
sayesinde en büyük başarısızlıkları ve fiyaskoları bile bir başarı gibi
gösterebilmekte ya da en azından bu fiyaskoları kamuoyunun dikkatlerinden kaçırabilmektedir.
Belki de tarihin
görüp görebileceği en büyük yolsuzluk skandallarının seçimlerde neredeyse
hiçbir etkisinin olmaması ve bugün neredeyse gündemden tamamen düşürülmüş
olmasındaki başarı Erdoğan’ın bu konudaki gücünü gösterir niteliktedir. İşte bu
durum Sunday’s Zaman’da yayınlanan söyleşisinde “Erdoğan’ın gücü, Türkiye’nin
zayıflığıdır” diyen Alman gazeteci Rainar Hermann’ı çok haklı çıkarıyor.
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344149_erdogan-no-longer-wants-to-govern-turkey.html
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344149_erdogan-no-longer-wants-to-govern-turkey.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder