Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklerin tarumar edildiği en fırtınalı dönemlerde bile kürsüye çıkıp sanki her şey çok normal, her yer güllük gülistanlıkmış gibi bir tablo çizme kabiliyetine gerçekten hayranım. Aynen beklendiği gibi Cumhurbaşkanı Gül’ün TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşma da bu minval üzerineydi.
Kabul etmek gerekir ki kendisiyle
aynı fikirde olmayan hemen herkesi “vatan hainliği” veya “ihanetle” suçlayan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gazabından payını almış TÜSİAD’ın toplantısına
katılması bile başlı başına bir mesaj içeriyor, büyük bir alkış ve takdiri hak
ediyor. Ama bu durum, herkesin gözleri önünde demokrasinin ırzına geçilirken ve
hukuk devletinin canına okunurken, bu menfur girişimlere ya destek olarak ya da
sessiz kalarak, ama her halükarda konumunun verdiği imkanları bu anti-demokratik
ve keyfi girişimlere karşı kullanmayarak yaşananlara suç ortaklığı yaptığı gerçeğini
ortadan kaldırmıyor.
İsterseniz gelin kendisinin
de aralarından çıktığı bir siyasal parti olarak AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın,
yönetimindeki Türkiye’de son dönemde yaşananlar konusunda Cumhurbaşkanı Gül’ün
varlığını ve etkisini konumlandırmaya hep birlikte çalışalım.
Türkiye’de rüşvet, hırsızlıklar,
yolsuzluklar, usulsüzlükler ve kamu imkanları kullanılarak haksız çıkar elde
etmeler ayyuka çıkmışken, bu kadar yolsuzluğa bulaştıkları halde hukuk önünde
hesap vermekten kaçan kadrolar tarafından yönetilmeye devam edilerek ülke tüm
dünyaya rezil edilmişken, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu rezilane durum hakkında iki
çift laf edip şeffaflık ve hukuktan yana tavır alır gibi yaptığına bile şahit
olanınız var mı?
Erdoğan hükümeti, sırf
yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetçilikleri ortaya çıkmasın diye rejimin güçler
ayrılığı ilkesini ve demokratik sistemin kontrol-denge mekanizmasını tamamen ortadan
kaldırırken, Sayıştay denetimini devre dışı bırakıp, medyayı otokratik bir
düzen inşasına uygun bir mühendisliğe tabii tutarken, hukukun üstünlüğünün
yerine ilkel bir keyfilik ve vahşi bir cebriliği koyarken, katılımcı demokrasinin
yerine kabile devletlerini aratmayacak sakillikte ben-yaptım-oldu tarzı bir oldu-bitticiliği
dayatırken Cumhurbaşkanı Gül’ün varlığını hissedeniniz oldu mu?
Yine iç ve dış
politikada yanlışları ortaya çıkmasın, gırtlaklarına kadar gömüldükleri rüşvet
ve yolsuzlukları ortaya saçılmasın diye ifade ve basın özgürlüğü gibi en temel
hak ve özgürlüklerin alanı her geçen gün daraltılırken, Türkiye demokrasi ve
hukuk rayından çıkarılarak daha fazla demokrasi, hak ve özgürlükler eksenli geleneksel
yönelimlerinden radikal şekilde saparken, Cumhurbaşkanı Gül’den “ne
yapıyorsunuz böyle!” diyen bir ses duyanınız oldu mu?
Dershanelerin
kapatılması veya Twitter ve Youtube’un yasaklanması gibi özgürlükçü liberal
demokrasinin olmazsa olmazı niteliğindeki teşebbüs hürriyeti Erdoğan hükümeti
tarafından hunharca iğfal edilirken, Cumhurbaşkanı Gül’ün esamisini göreniniz
oldu mu?
Hırslarının esiri olmuş
kifayetsiz muhterislerin temelsiz ve hayalci yanlış varsayımları yüzünden dış
politikanın hemen hemen her cephesinde hezimet üstüne hezimet yaşanırken, Türkiye
büyük bir hızla medeni, demokratik, özgürlükçü dünya ile tarihinde olmadık
ölçüde bir değerler ayrışmasına sürüklenirken, trans-Atlantik ilişkiler, AB ile
bağların berbat hale geldiği bir ortamda komşularla da sorun üzerine sorunlar yaşadığımız
bir süreçte yıllarca başarılı dışişleri bakanlığı yapmış bir isim olan Cumhurbaşkanı
Gül’ün kayda değer bir çıkışını duydunuz mu?
Her nedense, ki o nedeni birazdan irdeleyeceğim,
özgürlük ve demokrasiden yana kamu yararını gözeten cesur bir tavır içerisinde
göremediğimiz Cumhurbaşkanı Gül’ü, eğitim sektörüne büyük darbe vuran dershane
yasasını çabucak imzalarken, “Anayasa’ya aykırı 15 unsur tespit ettim” diye
şikayet ettiği yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tamamen felç edip tümden
yürütmenin kontrolüne verecek HSYK yasasını onaylarken ve devletin sansür prangalarına
henüz vurulamadığı için halkın güvenilir tek medya mecrası olarak gördüğü İnternet
ve sosyal medyaya kelepçe vuracak sansür yasalarını hızla kabul ederken gördük.
Cumhurbaşkanı Gül’ün kendi
imzasıyla çıkan yasakçı yasayla yasaklanan Twitter’dan mesaj atmak, yasaklı
Youtube’dan paylaşımda bulunmak gibi iyi niyetli ama fazlasıyla yapmacık şirinlikleri
de en fazla Çankaya Köşkü’nün bahçesinde bisiklet sürmek veya konuklarını atlı
süvarilerle karşılama töreni yapmak kadar sevimli ve fakat yararsız çabalar
olarak tarihe geçti.
Peki, dünyayı yakından
tanıyan; hukuk, demokrasi ve özgürlüklerin ülke çıkarları ve ekonomi için
değerini bilen Cumhurbaşkanı Gül, neden böyle bu kadar sinik ve silik bir tavır
sergilemek zorunda hissetti kendisini? TÜSİAD’da yaptığı konuşmada söylem
olarak kullandığı hukukun üstünlüğü, demokrasi, özgürlük ve şeffaflık ilkeleri tek
tek tarumar edilirken neden onaylayıcı bir sessizlik içerisine girip, yeri ve
zamanı geldiğinde bu fecaatlerin destekçisi oldu? Sahi, “ne şiş yansın, ne
kebap” pragmatizmi sergileyerek, demokratik ilkelerin, hukukun ve özgürlüklerin
arkasında durmayarak neler elde etmeyi umdu? Umduklarını buldu mu, bulabilecek
mi?
Bana göre, Cumhurbaşkanı
Gül’ün cesaretten ve ilkelerden uzak pragmatik ve hesapçı tavrı maalesef hem
ülkeye, demokrasiye, hukuka, hem de siyaseten kendisine çok şeyler kaybettirdi.
Her şeyden önce “ilkeli demokratik lider” imajı hem yurt içinde, hem de yurt
dışında çok güçlü bir yara aldı. İlk kez halk tarafından seçilecek olan cumhurbaşkanlığına
ikinci defa gelebilmek ya da Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmak istemesi durumunda
siyasete etkin bir şekilde, yani Başbakan ve parti başkanı olarak, geri dönmek
hesaplarının gereği olarak AKP’yle ters düşmemek adına milletin çoğunluktaki
geri kalanıyla ters düşmeyi göze aldı. Yüzde 57’yi yok sayarak yüzde 43’lük bir
AKP’nin onayının devamı için ne ilke tanıdı, ne hukuk, ne hak, ne de özgürlük. Peki,
bu tavır beklediği gibi kendisine kazandırdı mı?
Hemen ifade etmeliyim
ki, konjonktürel siyasal çıkarlar gereği takındığı sinik tavrın Cumhurbaşkanı
Gül’e umduklarını kazandırmasının herhangi bir garantisi yok. Ama elindeki
mevcutları bile kaybettirdiğine dair pek çok karine var. Tüm siyasal
hesaplarını AKP sepetine koyan Cumhurbaşkanı Gül, çoktan Erdoğan’ın tartışmasız
mülkü haline gelen bu parti ve tabanına ancak Erdoğan’ın müsaade ettiği kadar
nüfuz edebileceği gerçeğini ıskaladı. Nafile çabaları yüzünden de halkın geri
kalanı üzerinde oluşturduğu saygın imajı büyük ölçüde yerle bir etti.
Halbuki, yapılan
kamuoyu araştırmalarına göre, uzun yıllar boyunca görevini yapış tarzına olan
güven ve onay yüzde 76-yüzde 78 bandında yer alan Cumhurbaşkanı Gül, bu desteği
ve sempatiyi 2012 Aralık ayında yüzde 81’e kadar yükseltebilmişti. Ancak aynı
araştırmaların 2 ay önceki verilerine göre bu oran çoktan yüzde 45’ler civarına
inmiş durumda. Bir yıl öncesine kadar, Cumhurbaşkanlığı yarışına Erdoğan’a
karşı bile girse, diğer siyasal eğilimlerin taktik oylarının da desteğiyle ipi
açık ara göğüsleyebileceği tahmin edilen Cumhurbaşkanı Gül, bugün bu imkanların
çok uzağında.
Büyük bir potansiyeli olduğu
halde Cumhurbaşkanı Gül’ün kendi başına özgül ağırlığa sahip bir siyasal varlık
ve değer olmayı tercih etmek yerine, Erdoğan’ın verdiğine razı olacak bir
liderlik sergilemesi hem ülkeye ve demokrasiye, hem de kendisine çok şey
kaybettirdi. Bakalım Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’de demokrasiyi ve hukuku
tamamen ortadan kaldırarak yerine örneklerine ancak bazı Ortadoğu diktatörlüklerinde
rastladığımız muhaberat devletini tesis edecek olan MİT yasasında da bu sinik
ve silik tavrı tekrarlayarak tarihe demokrasi şampiyonu olarak değil de tam
tersi olan bir lider olarak mı geçecek?
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344990_guls-impasse.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344990_guls-impasse.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder