17 Nisan 2014 Perşembe

Gül’ün çıkmazı


Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklerin tarumar edildiği en fırtınalı dönemlerde bile kürsüye çıkıp sanki her şey çok normal, her yer güllük gülistanlıkmış gibi bir tablo çizme kabiliyetine gerçekten hayranım. Aynen beklendiği gibi Cumhurbaşkanı Gül’ün TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşma da bu minval üzerineydi.
Kabul etmek gerekir ki kendisiyle aynı fikirde olmayan hemen herkesi “vatan hainliği” veya “ihanetle” suçlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gazabından payını almış TÜSİAD’ın toplantısına katılması bile başlı başına bir mesaj içeriyor, büyük bir alkış ve takdiri hak ediyor. Ama bu durum, herkesin gözleri önünde demokrasinin ırzına geçilirken ve hukuk devletinin canına okunurken, bu menfur girişimlere ya destek olarak ya da sessiz kalarak, ama her halükarda konumunun verdiği imkanları bu anti-demokratik ve keyfi girişimlere karşı kullanmayarak yaşananlara suç ortaklığı yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
İsterseniz gelin kendisinin de aralarından çıktığı bir siyasal parti olarak AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın, yönetimindeki Türkiye’de son dönemde yaşananlar konusunda Cumhurbaşkanı Gül’ün varlığını ve etkisini konumlandırmaya hep birlikte çalışalım.
Türkiye’de rüşvet, hırsızlıklar, yolsuzluklar, usulsüzlükler ve kamu imkanları kullanılarak haksız çıkar elde etmeler ayyuka çıkmışken, bu kadar yolsuzluğa bulaştıkları halde hukuk önünde hesap vermekten kaçan kadrolar tarafından yönetilmeye devam edilerek ülke tüm dünyaya rezil edilmişken, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu rezilane durum hakkında iki çift laf edip şeffaflık ve hukuktan yana tavır alır gibi yaptığına bile şahit olanınız var mı?
Erdoğan hükümeti, sırf yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetçilikleri ortaya çıkmasın diye rejimin güçler ayrılığı ilkesini ve demokratik sistemin kontrol-denge mekanizmasını tamamen ortadan kaldırırken, Sayıştay denetimini devre dışı bırakıp, medyayı otokratik bir düzen inşasına uygun bir mühendisliğe tabii tutarken, hukukun üstünlüğünün yerine ilkel bir keyfilik ve vahşi bir cebriliği koyarken, katılımcı demokrasinin yerine kabile devletlerini aratmayacak sakillikte ben-yaptım-oldu tarzı bir oldu-bitticiliği dayatırken Cumhurbaşkanı Gül’ün varlığını hissedeniniz oldu mu?
Yine iç ve dış politikada yanlışları ortaya çıkmasın, gırtlaklarına kadar gömüldükleri rüşvet ve yolsuzlukları ortaya saçılmasın diye ifade ve basın özgürlüğü gibi en temel hak ve özgürlüklerin alanı her geçen gün daraltılırken, Türkiye demokrasi ve hukuk rayından çıkarılarak daha fazla demokrasi, hak ve özgürlükler eksenli geleneksel yönelimlerinden radikal şekilde saparken, Cumhurbaşkanı Gül’den “ne yapıyorsunuz böyle!” diyen bir ses duyanınız oldu mu?
Dershanelerin kapatılması veya Twitter ve Youtube’un yasaklanması gibi özgürlükçü liberal demokrasinin olmazsa olmazı niteliğindeki teşebbüs hürriyeti Erdoğan hükümeti tarafından hunharca iğfal edilirken, Cumhurbaşkanı Gül’ün esamisini göreniniz oldu mu?
Hırslarının esiri olmuş kifayetsiz muhterislerin temelsiz ve hayalci yanlış varsayımları yüzünden dış politikanın hemen hemen her cephesinde hezimet üstüne hezimet yaşanırken, Türkiye büyük bir hızla medeni, demokratik, özgürlükçü dünya ile tarihinde olmadık ölçüde bir değerler ayrışmasına sürüklenirken, trans-Atlantik ilişkiler, AB ile bağların berbat hale geldiği bir ortamda komşularla da sorun üzerine sorunlar yaşadığımız bir süreçte yıllarca başarılı dışişleri bakanlığı yapmış bir isim olan Cumhurbaşkanı Gül’ün kayda değer bir çıkışını duydunuz mu?
 Her nedense, ki o nedeni birazdan irdeleyeceğim, özgürlük ve demokrasiden yana kamu yararını gözeten cesur bir tavır içerisinde göremediğimiz Cumhurbaşkanı Gül’ü, eğitim sektörüne büyük darbe vuran dershane yasasını çabucak imzalarken, “Anayasa’ya aykırı 15 unsur tespit ettim” diye şikayet ettiği yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tamamen felç edip tümden yürütmenin kontrolüne verecek HSYK yasasını onaylarken ve devletin sansür prangalarına henüz vurulamadığı için halkın güvenilir tek medya mecrası olarak gördüğü İnternet ve sosyal medyaya kelepçe vuracak sansür yasalarını hızla kabul ederken gördük.
Cumhurbaşkanı Gül’ün kendi imzasıyla çıkan yasakçı yasayla yasaklanan Twitter’dan mesaj atmak, yasaklı Youtube’dan paylaşımda bulunmak gibi iyi niyetli ama fazlasıyla yapmacık şirinlikleri de en fazla Çankaya Köşkü’nün bahçesinde bisiklet sürmek veya konuklarını atlı süvarilerle karşılama töreni yapmak kadar sevimli ve fakat yararsız çabalar olarak tarihe geçti.  
Peki, dünyayı yakından tanıyan; hukuk, demokrasi ve özgürlüklerin ülke çıkarları ve ekonomi için değerini bilen Cumhurbaşkanı Gül, neden böyle bu kadar sinik ve silik bir tavır sergilemek zorunda hissetti kendisini? TÜSİAD’da yaptığı konuşmada söylem olarak kullandığı hukukun üstünlüğü, demokrasi, özgürlük ve şeffaflık ilkeleri tek tek tarumar edilirken neden onaylayıcı bir sessizlik içerisine girip, yeri ve zamanı geldiğinde bu fecaatlerin destekçisi oldu? Sahi, “ne şiş yansın, ne kebap” pragmatizmi sergileyerek, demokratik ilkelerin, hukukun ve özgürlüklerin arkasında durmayarak neler elde etmeyi umdu? Umduklarını buldu mu, bulabilecek mi?
Bana göre, Cumhurbaşkanı Gül’ün cesaretten ve ilkelerden uzak pragmatik ve hesapçı tavrı maalesef hem ülkeye, demokrasiye, hukuka, hem de siyaseten kendisine çok şeyler kaybettirdi. Her şeyden önce “ilkeli demokratik lider” imajı hem yurt içinde, hem de yurt dışında çok güçlü bir yara aldı. İlk kez halk tarafından seçilecek olan cumhurbaşkanlığına ikinci defa gelebilmek ya da Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmak istemesi durumunda siyasete etkin bir şekilde, yani Başbakan ve parti başkanı olarak, geri dönmek hesaplarının gereği olarak AKP’yle ters düşmemek adına milletin çoğunluktaki geri kalanıyla ters düşmeyi göze aldı. Yüzde 57’yi yok sayarak yüzde 43’lük bir AKP’nin onayının devamı için ne ilke tanıdı, ne hukuk, ne hak, ne de özgürlük. Peki, bu tavır beklediği gibi kendisine kazandırdı mı?
Hemen ifade etmeliyim ki, konjonktürel siyasal çıkarlar gereği takındığı sinik tavrın Cumhurbaşkanı Gül’e umduklarını kazandırmasının herhangi bir garantisi yok. Ama elindeki mevcutları bile kaybettirdiğine dair pek çok karine var. Tüm siyasal hesaplarını AKP sepetine koyan Cumhurbaşkanı Gül, çoktan Erdoğan’ın tartışmasız mülkü haline gelen bu parti ve tabanına ancak Erdoğan’ın müsaade ettiği kadar nüfuz edebileceği gerçeğini ıskaladı. Nafile çabaları yüzünden de halkın geri kalanı üzerinde oluşturduğu saygın imajı büyük ölçüde yerle bir etti.
Halbuki, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, uzun yıllar boyunca görevini yapış tarzına olan güven ve onay yüzde 76-yüzde 78 bandında yer alan Cumhurbaşkanı Gül, bu desteği ve sempatiyi 2012 Aralık ayında yüzde 81’e kadar yükseltebilmişti. Ancak aynı araştırmaların 2 ay önceki verilerine göre bu oran çoktan yüzde 45’ler civarına inmiş durumda. Bir yıl öncesine kadar, Cumhurbaşkanlığı yarışına Erdoğan’a karşı bile girse, diğer siyasal eğilimlerin taktik oylarının da desteğiyle ipi açık ara göğüsleyebileceği tahmin edilen Cumhurbaşkanı Gül, bugün bu imkanların çok uzağında.
Büyük bir potansiyeli olduğu halde Cumhurbaşkanı Gül’ün kendi başına özgül ağırlığa sahip bir siyasal varlık ve değer olmayı tercih etmek yerine, Erdoğan’ın verdiğine razı olacak bir liderlik sergilemesi hem ülkeye ve demokrasiye, hem de kendisine çok şey kaybettirdi. Bakalım Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’de demokrasiyi ve hukuku tamamen ortadan kaldırarak yerine örneklerine ancak bazı Ortadoğu diktatörlüklerinde rastladığımız muhaberat devletini tesis edecek olan MİT yasasında da bu sinik ve silik tavrı tekrarlayarak tarihe demokrasi şampiyonu olarak değil de tam tersi olan bir lider olarak mı geçecek?

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_344990_guls-impasse.html
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder