Devrim ve
rejim ihracı ağırlıklı olarak basın-yayın, propaganda ve kültürel faaliyetler
kılıfı altında gerçekleşse de, şiddeti yol olarak benimsemiş yıkıcı ve bölücü radikal
terör örgütlerinin kurulmasını ya da halihazırda var olan bu tür örgütlerin
desteklenmesini kendisine bir yöntem olarak seçmişti. Bu bağlamda Endonezya’dan
Filipinler’e, Körfez ülkelerinden Kuzey Afrika’ya uzanan çok geniş bir
coğrafyada bazı muhalif hareketlerin yanı sıra radikal İslamcı terör
örgütlerinin desteklenmesi yoluna da gidilmişti.
Hiç
şüphesiz ki İran’ın oldum olası bir bölgesel rakip ve ideolojik hasım olarak
gördüğü Türkiye Cumhuriyeti Humeyni rejiminin bu devrim ve rejim ihracı çabalarından
en fazla payını alan ülkelerden biri olmuştu. Radikal İslamcı terör örgütü Hizbullah
ve konjontürel ihtiyaçları çerçevesinde desteklediği terör örgütü PKK başta
olmak üzere bir çok terör örgütü ya da yıkıcı radikal İslamcı grup İran’ın kendisine
rakip ve hasım gördüğü rejimleri yıkma ve buralara kendi rejimini ihraç etme
politikası çerçevesinde Tahran tarafından desteklenmiştir.
Bu destek,
ağırlıklı olarak gayr-i resmi devrimci kuruluşlar üzerinden yürütülmesine
rağmen “Devrim Muhafızları” bünyesinde yurtdışında faaliyet göstermek üzere
oluşturulan “Kudüs Ordusu” gibi belirli bir alenilik içerisinde hareket
edenlere de rastlanmştır. Türkiye’ye yönelik heyecanlı bir devrimci ütopizmin
etkisi altında yürütülen faaliyetlerin temel amacı, radikal İslamcı grupları
kullanarak siyasi cinayetler işlemek, bombalı saldırılar düzenleyerek toplumda
bir kaos ortamı oluşturmak ve bu ortamdan yararlanarak mevcut anayasal düzeni silah
zoru ile değiştirip İran rejimine benzer bir teokratik devlet kurmaktı. İran’ın
devrimden henüz birkaç yıl sonra bu yöndeki faaliyelerini iyice somutlaştırdığı
ve bu amaç doğrultusunda ciddi yol aldığı görülmektedir. 1985 yılına
gelindiğinde bu sistematik çabaların devrimci örgütsel yayınlar ve zemin
kazanan terör faaliyetleri şeklinde kendisini gösterdiği görülmektedir.
Türk Emniyeti’nin
resmi kayıtlarına göre, Hizbullah ve benzeri radikal terör örgütlerinin yanı
sıra Selam Tevhid Kudüs Ordusu yapılanmasının da ilk izlerine bu yıllarda rastlanmıştır.
Buna göre, önce başka isimler altında çıkan dergiler ve daha sonra Selam
Gazetesi çevresinde oluşturulan ilişkiler ağı üzerinden yapılandırılan “Selam
Tevhid Kudüs Ordusu”, Türkiye toprakları üzerinde İran benzeri bir teokratik
devlet kurmayı hedefini sürdürmüştür. Örgütün bu amacı Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısı tarafından hazırlanan 1999/648 hazırlık
2000/158 Esas no, 2000/111 sayılı iddianamede kanıtlarıyla gözler önüne
serilmiştir.
Gazeteci Uğur
Mumcu, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Muammer
Aksoy gibi laik kimlikli isimlere ve bir çok diplomat başta olmak üzere en az
18 kişiye yönelik suikaste adı karışan
Selam Tevhid Kudüs Ordusu’nun bir terör örgütü olduğu ise en üst yargı makamları
tarafından onaylanarak tescil edilmiştir. 2000 yılında yapılan Umut Operasyonu’yla
hücreleri çökertilen örgüt hakkında Yargıtay 2002, 2006 ve 2013 yılında
aldığı kararlarla bu yapının şüphe götürmez bir şekilde terör örgütü olduğunu onamıştır.
Yani Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın dediği gibi bu terör ve casusluk örgütü ‘Girerken
selam vermişler, çıkarken vermemişler’ diye sulandırılabilecek basitlikte bir
örgüt değildir. Öyle olmadığı için de Bozdağ’ın bu örgütü aceleyle sulandırma
motivasyonunun kaynağı çok ciddi bir merak konusudur.
Malum
olduğu üzere zaman ilerledikçe devrimci heyecanı küllenen, ülkenin pratik ve
pragmatik ihtiyaçlarından dolayı uluslararası topluma dönme ihtiyacıyla
muhataplarını açıktan rahasız etmemeye daha fazla hassasiyet gösteren İran
rejimi, devrimin ilk yıllarında neredeyse açıktan yürüttüğü rejim ve devrim
ihracı faaliyetlerinde hız kesmiştir. Bununla birlikte İran rejimi, daha önce
devrim ve rejim ihracı için örgütlediği bu yapıları hemen tasfiye etmemiştir.
Tam tersine bu örgütleri ve yapılanmaları başka amaçlar için kullanır hale gelmiştir.
Bu amaçların başında hiç şüphesiz ki İran lehine casusluk faaliyetleri
gelmektedir. Bahsettiğimiz şey belli belirsiz türden bir nüfuz casusluğundan
ibaret olmayıp, ülkenin güvenliğine ve milli çıkarlarına dair stratejik
bilgilerin peşinde olunan konvansiyonel casusluktur.
Bilindiği
gibi post-modern askeri darbe süreci olarak bilinen 28 Şubat 1997’da alınan
anti-demokratik MGK kararlarını tetikleyen Ankara’nın Sincan Belediyesi
tarafından düzenlenen tartışmalı Kudüs Gecesi’dir. Dönemin İran Büyükelçisi’nin
de katılarak kışkırtıcı bir konuşma yaptığı Kudüs Gecesi’nin organizasyonunda bu
örgütün izlerine rastlamak ise şaşırıtıcı olmamıştır. İşte bu örgütün 2002’den
bu yana AKP’li çevreler içerisindeki bağlantılarını kullanarak devletin
derinliklerine ulaştıkları, en hassas kurumlarına kadar kolayca sızdıkları ve
bu yolla İran lehine casusluk faaliyetlerine hız verdikleri anlaşılmıştır.
17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet sklandalından sonra yaşanan gelişmelerden
anlaşılabildiği kadarıyla emniyet birimlerinin ve adli mercilerin hukuk
çerçevesinden ve tamamen yetki ve sorumlulukları dahilinde yürüttükleri soruşturmalarla
bu örgütün erişimini, çapını ve etkinliğini anlamaya çalıştıkları ve bu konuda
çok önemli somut kanıtlara ulaştıkları görülmüştür.
Ancak, tıpkı
hükümet üyelerinin 17/25 Aralık 2013 rüşvet alırken, yolsuzluk ve hırsızlık
yaparken suçüstü yakalanma vakasında olduğu gibi Erdoğan hükümeti bu soruşturmayı
öğrenince de büyük bir paniğe kapılmış, vatana ihanet unsurlarının takibiyle
elde edilmiş somutve hukuki kanıtlarla dolu olduğundan şüphelendikleri bu
soruşturmayı derhal kapattırmıştır. Darmadağın ettiği yargı sistemi üzerinden bu
soruşturmayı sadece kapatmakla kalmamış, Selam Tevhid Kudüs Ordusu’nın casusluk
faaliyetlerine dair yürütülen soruşturma sürecini de ters yüz etmiştir. Hukuk
çerçevesinde yürütülen bu soruşturmalarda yer alan savcıları, hakimleri, askerleri
ve polisleri oluşturduğu mahkemeler sayesinde tutuklatarak hepsini “hükümete
darbe” yapmakla suçlamıştır. İran lehine casusluk yaptıkları hukuki takipler ve
somut kanıtlarla ispatlanan etkin isimlerin hukuk çerçevesinde
soruşturulmasının neden “hükümete darbe” olacağı sorusu ise hala
havadadır.
Erdoğan’ın
yakın çevresinden bazı kişilerin ve hükümetin önemli isimlerinin de adının
karıştığı Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması, medya imkanları kullanılarak yapılan
“7000 kişi dinlenildi” gibi sistematik yalan haberlerle sulandırılmış
ve Erdoğan’ın oluşturduğu proje mahkemeler kullanılarak bu soruşturma da apaçık
suçluların korunup, suçluları soruşturanların soruşturulduğu bir davaya
dönüştürülerek ters yüz edilmiştir. Tıpkı 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk
soruşturmasında, GDO’lu prinç kaçakçılığı soruşturmasında, BM’nin uluslararası
terörü destekleyenler listesinde yer aldığı dönemde Erdoğan’ın himayesinde
Türkiye’ye defalarca gelen Yasin el-Kadı soruşturmasında, Suriye’deki radikal
örgütlere yasadışı silah taşıyan MİT tırları soruşturmasında, el-Kaide
bağlantılı Tahşiyeciler Grubu’na yönelik yürütülen soruşturmada, Türkiye’deki el-Kaide
ve IŞİD bağlantılı gruplara yönelik yürütülen pek çok soruşturmada olduğu gibi
Selam-Tevhid Kudüs Ordusu’na yönelik soruşturmada görev alan savcılar,
hakimler, askerler ve polislerin yanı sıra bu konuda yazılar ve haberler kaleme
alan gazeteciler de “hükümete karşı darbe yapmak”la suçlanmış, tutuklanmış ve
hapse atılmışlardır.
Ne olduğuna kısaca
değindiğim “Selam Tevhid Kudüs Ordusu”nun Türkiye’deki faaliyetlerini
soruşturdukları için tutuklanarak hapse atılan emniyet mensupları, tutuklanmalarından
bu yana geçen tam 18 ay sonra, nihayet pazartesi günü İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktılar. İranlı casuslar, onların hükümet ve
devlet içerisindeki üzt düzey bağlantıları ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşırken, belki
de casusluk faaliyetlerine tüm hızlarıyla devam ederken, ülkenin milli
güvenliği için bu ihanet faaliyetlerinin peşine düşen kamu görevlileri ve bu
konuda haber yapanlar hiçbir somut kanıt gösterilmeden “hükümete darbe yapmak”
suçundan yargılanıyorlar. Hukuktan ve yargıdan kaçmakla kalmayıp kendi hukuksuz
yargısını oluşturan Erdoğan Rejimi’nin adaletten anladığı bu olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder