3 Şubat 2016 Çarşamba

Davutoğlu, Erdoğan’a Anayasa kitapçığı fırlatır mı?

Alışılmadık bir başbakanlık tarzı sergileyen Ahmet Davutoğlu hakkında eleştirel bir şeyler yazmak benim için artık daha da zorlaştı. Çünkü yapılan eleştirilerin hangisini hakaret kapsamına sokacağını, hangisine derhal dava açacağını ve bağımsızlığını yitirmiş hangi mahkemeden ne ceza verdireceğini kestirmek imkansız.
1 Ocak 2015 tarihinde Today’s Zaman için kaleme aldığım, Türkçesini ise şahsi bloğumda yayınladığım yıllık değerlendirme yazısında 2014 yılının temel sorunlarını analize gayret etmiştim. Yazının ana tezi olarak tek-adam rejimi peşinde koşan Erdoğan’ın Türkiye’nin en büyük sorunu haline geldiğini, bu hale gelmesinde ise en büyük sorumluluğun Anayasa’da tanımlanmış başbakanlık yetkilerine sahip çıkma iradesini gösteremeyen Davutoğlu’na ait olduğunu işlemiştim. Eleştirel ifadelerim belki sert ve köşeli olabilir ama söz konusu yazıda o güne kadar ne gördümse onu yazmaya çalışmıştım.
Maalesef, 2015 yılı boyunca ikili arasında yaşananlar ve ülkeye yaşattıkları o yazıdaki görüşlerimi sadece doğrulamakla kalmadı, daha da güçlendirdi. Ama bu ülkede haklı olmak, doğrulanmak hiçbir şeyi değiştirmiyor. Tam tersine başınızı beladan belaya sokuyor. Benim de öyle oldu.
Tıpkı gölgesinden bir türlü çıkamadığı Erdoğan’ın muhaliflerine karşı bir sansür, yıldırma, sindirme ve susturma yöntemi olarak kullandığı gibi farklı mecralardaki eleştirilerimden dolayı hakkımda birçok dava açan Davutoğlu, bu yazım hakkında da hapse atılarak cezalandırılmam talebiyle derhal bir hakaret davası açmıştı.
İfade ve basın özgürlüğünü evrensel demokratik kriterlere uygun olarak düzenleyen ilgili AİHS maddeleri ve bu konudaki AİHM kararları çerçevesinde asla suç olmayacak yazımdaki eleştirel düşüncelerden dolayı yargılandım. Bağımsızlık ve tarafsızlık açısından nasıl bir durumda olduklarını özel olarak anlatmaya gerek duymadığım bir mahkeme tarafından 1 Şubat 2016 günü 354 gün hapis cezasına çarptırıldım. Nispeten insaflı olmalı ki mahkeme bu cezayı günde 20 TL üzerinden 7080 TL’lik para cezasına çevirdi. Yeniden hapse atılma opsiyonunu açık bırakmak ve “aynı suçu” işlememem şartıyla hükmün açıklanmasını 5 yıl erteledi.
Yani o yazıdaki basit eleştirilerimden dolayı şimdilik hapse girmedim. Mahkeme masrafları dışında kalan 7080 TL’lik para cezasını da şimdilik ödemem gerekmiyor. Ama kim bilir belki şu an bile bu satırları yazmak suretiyle “aynı suçu” işleyerek tekrarlamış olabilirim. Neyin suç olup olmadığını hukukun belirlemediği, kimin keyfi şekilde cezalandırılacağına muktedirlerin bir işaretinin yeterli olduğu bir iklimde ceza almak açıkçası çok da önemli değil. Hem mademki asıl amaçları en basit eleştiriye bile bu türden saçma sapan davalar açarak gazetecileri, aydınları ve halkı sindirmek, o zaman bizlerin üzerine düşen görev de her türlü riski göze alarak yanlışlara yanlış, zulümlere zulüm demeye ve hukuksuzlukları, hırsızlıkları, yolsuzlukları, keyfilikleri eleştirmeye devam etmektir.
            Bu haksız ve hukuksuz cezanın tek iyi tarafı varsa o da hiçbir anayasal sınırı tanımayan, hiçbir demokratik teamüle uymayan ve güçler ayrılığı sistemini kasti bir şekilde tarumar eden Erdoğan karşısında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun muhteşem iradesizliğini yeniden düşünmeme vesile olmasıdır. Hala geçerli olan parlamenter demokratik sistem çerçevesinde konumları, yetkileri ve sorumlulukları Anayasa tarafından çok net bir şekilde tanımlanmış olduğu halde Erdoğan’ın adeta bir diktatör gibi davranmasına olanak veren zeminin Davutoğlu’nun iradesizliğinden kaynaklandığına dair görüşüm geçerliliğini bugün de ve üstelik güçlenerek koruyor. Ama yine de insan bir siyasal fantezi kabilinden Davutoğlu gibi bir şahsiyetten “bir sürpriz gelir mi acaba?” diye beklemeden de edemiyor.
            Hem hazır AKP’nin kurucu babalarından Bülent Arınç geç de olsa, az da olsa, ürkek de olsa Erdoğan diktasına karşı sesini şöyle bir hafiften yükseltmişken bir benzerini neden Davutoğlu yapmasın ki? Mesela, arkasında pek de hoş olmayan izler bırakarak kaçak göçek davranmak yerine Türk siyasi tarihinde öncülü olan bir davranışı neden tekrarlamasın? Fantezi bu ya, mesela, Erdoğan’ın anayasa gereği başkanlık ettiği bir MKG toplantısı ya da keyfi bir şekilde başköşeye oturduğu bir bakanlar kurulu toplantısı sırasında Davutoğlu, anayasal sınırlarını etkili bir şekilde hatırlatmak için anayasa kitapçığını Erdoğan’a neden fırlatmasın?
Sınır tanımayan ihtiraslarına ulaşmak için sergilediği pervasız tavırlarıyla Erdoğan’ın sadece Anayasayı veya demokratik parlamenter hukuk devletini değil kendisinin iradesini ve hatta şahsiyetini de paçavraya çevirdiğini engin birikimiyle Davutoğlu hiç görmüyor olabilir mi? Farkında olduğu halde bu acıklı durumuna nasıl tahammül edebiliyor, doğrusu ben hiç anlayamıyorum.  
Biliyorum 19 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında DDK konusunda ve büyük ölçüde haksız bir zeminde dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e karşı yaptığı şeyin bir benzerini, çok haklı bir zeminde dahi olsa, Davutoğlu’ndan beklemek neredeyse imkansız. Güneydoğu’da iç savaşa, Ankara’da kaosa, tıpkı 2001’deki gibi ekonomide büyük bir yıkıma ve toplumda güçlü bir sosyal patlamaya doğru koşar adım gidildiği şu şartlarda böyle bir çıkışa oysa ne kadar da ihtiyaç var.
Hep söylendiği gibi olağandışı şartlardan ancak olağandışı yöntemlerle çıkılabilir. Mevcut olağandışı şartlar mademki çok büyük ölçüde Erdoğan’ın sınır tanımayan ihtiraslarından ve demokratik nezakete uymayan tavırlarından kaynaklanıyor, öyleyse Erdoğan’ın şu ya da bu yöntemle zinhar kendi Anayasal sınırlarına çekilmesini sağlayacak meşru olmakla birlikte olağandışı bir hamle şart. Şüphesiz ki, zaten her açıdan perişan durumda olan ülkeye daha fazla bedel ödetmeyecek olağan ya da olağandışı bir yöntem bulmak gerekiyor.
Anayasa’da ve parlamenter sistem içerisinde kendisine tanınan müthiş yetkilere rağmen sergilediği acıklı iradesizliğine dair yazdıklarımdan dolayı Davutoğlu, bana ister yeni davalar açar, isterse açmaz. Bu tamamen kendisinin bileceği ve karar vereceği bir durum. Ama unutmasın ki böyle devam ederse, bütün sosyal bilimciler gibi çok sevdiğini bildiğim tarih bir gün bu dönemde yaşananları yargılamaya başladığında Türkiye Cumhuriyeti başbakanları arasında Davutoğlu’nu ne kendisinin, ne çocuklarının, ne de torunlarının hiç de memnun kalmayacakları ve asla gurur duyamayacakları ayrı bir kategoride ele alacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder