6 Şubat 2016 Cumartesi

Dem Erdoğan entgegenarbeiten!

Başlıkta yer alan Almanca ifadenin orjinali “Dem Führer entgegenarbeiten”dir. “Führer için çalışmak” anlamına gelen bu motto tahmin edileceği gibi Nazi Almanyası’nda yasadışı veya etiğe aykırı olmasına bakmaksızın bir eylem şayet “Hitler için yapılıyorsa meşrudur” anlamına da gelmekteydi. Bugün Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukların, keyfiliklerin, baskı ve zulümlerin arkasında da böyle bir zihniyetin olduğu apaçık gözüküyor artık.
            Tıpkı Nazi Almanyası’nda Führer için olduğu gibi Türkiye’de de ülkenin milli çıkarları, milletin refahı ve huzuru için çalışması gerekenler uzunca bir zamandır “Erdoğan için çalışır” hale geldi. Bugün ülkenin bütün dinamik unsurları, gönüllü ya da zoraki olarak, Erdoğan’ın doymak bilmeyen siyasi ihtiraslarını, eriştikçe daha fazlasını isteyen güce ve iktidara açlığını tatmin etmek için çalışıyor. İnsanlar, bu yolun çıkmaz sokak olduğunu ve bu çabaların tıpkı Almanya’da olduğu gibi mutlak bir felaketle neticeleneceğini bilerek ya da bilmeyerek, “Erdoğan için çalışmak” üzere kıran kırana rekabet ediyor.
            Milli menfaatler, halkın rehafı ve huzuru, topyekün insanlığın iyiliği ve barışı için çalışmayı en başta Erdoğan’ın kendisi bıraktı. Şayet herhangi biri için “Tek ideali ve hedefi Erdoğan için çalışmak” denilecekse, bu sözün en fazla uyacağı kişi hiç şüphesiz ki Erdoğan’ın kendisidir. Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanlığı’ndan İstanbul Belediye Başkanlığı’na, oradan Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı’na doğru ilerlerken elbette Erdoğan’ın bu ülkeye ve bu millete önemli hizmetleri oldu. Ama belirli bir aşamadan sonra niyetler ve gayretler rota değiştirdi ve tam tersi bir istikamete yöneldi. Kendisiyle ilgili adeta “Allah tarafından özel bir misyonla gönderilmiş” gibi bir algı oluşturan Erdoğan, epeyce bir zamandır kendisini ve ihtiraslarını milletin ve devletin önüne koydu. Ve sadece “Erdoğan için çalışmaya” başladı. Üstelik meşru ya da gayri meşru her türlü aracı kullanmak suretiyle kontrol altına aldığı tüm toplumsal unsurları ve devlet organlarını da “Erdoğan için çalışmak” hedefine kilitledi.
            Erdoğan bu çabasında şüphesiz ki en büyük anlayışı ve desteği iplerini sıkı sıkıya elinde tuttuğu AKP hükümetinden, AKP’nin Meclis Grubu’ndan ve AKP’nin kendisinden gördü. Erdoğan’ın tam olarak ne olduğunu izah etmekten özenle kaçındığı muğlak “dava”sına hizmet etmek adına AKP ve yandaşları Erdoğan’ın orkestrasyonunda en gayr-i meşru işlere hep alet ya da destek oldu. AKP ve AKP’liler “Erdoğan için çalışmak” ideali çerçevesinde Erdoğan’ın tutarsız zig zaglarına maharetle ayak uydurdu, hiçbir yanlışını görmedikleri gibi her yanlışında bir hikmet arayarak o yanlışa dört elle sarıldı. Bülent Arınç, Yaşar Yakış vb gibi partinin kurucu babalarını bile isyan ettirecek düzeye gelen, ne pahasına olursa olsun “Erdoğan için çalışmak” ilkesi bugün AKP’nin ölümcül hastalıkları arasında en vahimi haline geldi.
            Devlet, millet ve insanlık için çalışmak yerine “Erdoğan için çalışmak” yarışında şüphesiz ki valiler, kaymakamlar, bürokratlar ve diplomatlar hep en ön saflarda yerlerini aldılar. Ancak, bu kamu görevlilerinin en temel insan hak ve özgürlüklerini, en temel hukuk ve ahlak ilkelerini hiçe saymak pahasına giriştikleri tüm bu çabalara rağmen Erdoğan bu gayretleri hiçbir zaman yeterli bulmadı. Onun içindir ki, tıpkı Hitler’in zaman zaman partizanlarına, komutanlarına, bürokratlarına ve yerel yöneticilerine yaptığı gibi, Erdoğan da muhtarlardan başlayarak kaymakamlara, valilere ve büyükelçilere uzanan bir silsilede kamu görevlilerini sıklıkla bir salonda toplayıp onları hukuksuzluğa ve keyfiliğe motive eden konuşmalar yaptı.
            Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde kamu yöneticilerine yaptığı bir konuşmada “Erdoğan için çalışmak” uğruna yasaları ve mevuzatı bir kenara koymaları çağrısı bu konuda gelinen vahim noktayı göstermektedir. Her ne kadar Erdoğan’ı bir türlü tatmin edemeseler de, üstelik hukukta ve ceza yasasında öyle bir şey olmadığı halde, “paralel devlet yapılanması” safsatasına hızla ayak uyduran kamu bürokrasisinin “Erdoğan için çalışmak” hedefi doğrultusunda alet olduğu hukuksuzlukların ve zulmün haddi hesabı yoktur. Unutmadan, ülke ve millet menfaatlerinden ziyade “Erdoğan için çalışan” kamu görevlilerine AKP kontrolündeki belediye başkanlarını, belediye bürokrasisini de eklemek lazım. Tüm bu görevlilerin halk içinmiş gibi yaptıkları diğer tüm hizmetlerin bile nihai amacının sadece Erdoğan’a daha fazla siyasi prim kazandırmak olduğundan şüphelenmek için her türlü sebep mevcut.
            Fecaat o kadar ileri boyutta ki “Erdoğan için çalışmak” ideali maalesef en kutsalların bile yerini aldı. Diyanet İşleri, müftüler, cami imamları ve cemaat/tarikat önderleri de Allah’ın dinine, insanlığa, siyasi görüşleri ne olursa olsun Müslümanlara hizmet etmek ve “Allah için çalışmak” yerine maalesef “Erdoğan için çalışmak” idealinin peşine düştüler. Camilerdeki vaazlarda, cami imamlarının sohbetlerinde örtülü veya açık şekilde verilen mesajlarda ya da diyanet teşkilatının faaliyetlerinde “Erdoğan için çalışmak” ideali bütün ağırlığını hissettirmektedir. Öyle ki, müftüler iktidar partisinin ve Erdoğan’ın  temsilcileri gibi hareket etmekte bir sakınca görmemekte, imamların söylemleri ise inananları camileri protesto etme noktasına vardırmaktadır.
            Savcı ve hakimlerin önemlice bir kısmı da maalesef hukuk ve adalete hizmet etmek yerine bugün Erdoğan için çalışıyor. Erdoğan’ın basit imalarını bile emir telakki eden savcılar ve hakimler, muhalif gördükleri herkese hayatlarını zindan ediyor. Erdoğan tarafından doğrudan bir proje olarak kurularak bir hukuksuzluk maşası gibi kullanılan Sulh Ceza Hakimlikleri şöyle dursun, normal mahkemelerde görev yapan savcılar ve hakimler bile “Erdoğan için çalışmak” üzere birbirleriyle yarışıyor. Bu uğurda kendi meslektaşlarını, gazetecileri, akademisyenleri, siyasetçileri haksız yere tutuklamaktan, keyfi şekilde mahkum etmekten, hapishanelerde çürütmekten çekinmiyorlar.
            Türk yargı sistemindeki hazin durum maalesef, bir program çerçevesinde yaşamaya değer bulunmayan 100 bin akıl hastası veya fiziksel engellinin sistematik şekilde katledildiği “ötenazi” siyasetine karşı çıkan bir yargıcın Nazi Almanyası’nda başına gelenlere benziyor. Kullanılan insanlık dışı imha yöntemleri daha sonra Yahudilere soykırımda model alınacak olan ötenazi uygulamalarına direnen Lothar Kyessig isimli bir bölge yargıcı, bu konudaki itirazlarını dile getirmek üzere Reich Adalet Bakanı Gürtner’e bir mektup yazar. Gürtner’in Kyessig’e verdiği cevap çok ilginçtir: “Führer’in iradesini bir yasa kaynağı, bir yasa temeli olarak kabul edemiyorsanız yargıç olarak yerinizde kalamazsınız.” Üzülerek söylemeliyim ki maalesef Türkiye’de, bu yazışmanın hemen ardından hukuksuzluklara ve zulme ortak olmaktansa emekliliği tercih eden Kyessig kadar bile hukuk ve adalet nosyonuna sadık çok fazla yargıç bulunmuyor.
            Hiç şüphesiz Türkiye’de bugün polisler, sözde sivil toplum örgütleri, akademisyenler, iş adamları, medya ve hatta Sedat Peker örneğinde olduğu gibi mafya bile artık “Erdoğan için çalışmak” üzere birbirleriyle yarışıyor. Polisler sırf Erdoğan’ı memnun etmek için aralarında kendi arkadaşlarının da olduğu ve masum olduklarını çok iyi bildikleri suçsuz insanlara sürekli baskınlar düzenleyerek onları gözaltına alıyor ve ahlaksız bir “cadı avı”nın tetikçiliğini yapıyorlar. İş dünyası ise, ya tamamen gönüllü olarak “Erdoğan için çalışyor” ya da başlarına gelecek belalardan emin olmak için “Erdoğan için çalışmak” zorunda kalıyor. Ortalık “Erdoğan için çalışan” Osmanlı Ocakları, TÜRGEV gibi sözde sivil toplum örgütlerinden, Erdoğan’ın bir işaretiyle meslektaşlarını linç etmekten çekinmeyen sözde akademisyenlerden ve Erdoğan’ın propaganda makinasına dönüşen medya organlarından ve sözde gazetecilerden geçilmiyor.
            Bu furyaya hala mesafeli duranlar da yok değil tabii ki. Mesela ordu, en azından bugüne kadar, “Erdoğan için çalışmak” furyasında hep bir adım geride durmayı başardı. Ama korkarım ki, ordu da bu furyanın içine yavaş yavaş ve sinsice çekilme sürecinde bulunuyor. Bunun elbette ki iradi bir tercih ya da durum olması gerekmiyor. Yine Nazi Almanyası bu konuda da acı tecrüblere işaret ediyor. Ian Kershaw’ın meşhur Hitler biyografisinde yer alan şu tespit konjonktürel olarak kendi çizgilerine gelen ve konjonktürel tercihlerine geçici uyum gösteren bir liderin peşine düşen komutanları bekleyen tuzaklar açısından derslerle dolu: “Ordunun, siyasal programı uzun süredir kendi hedeflerine hizmet etmiş olan bir Lider’e boyun eğmesi, pervasız biçimde oynadığı yüksek riskli kumarlarla felakete davetiye çıkaran ve ideolojik hedefleriyle orduyu sıradan bir suçluya dönüştüren bir Lider’e kaçınılmaz biçimde uşaklık etmeye dönüştü.” (Ian Kershaw, Hitler – Nemesis, II. Cilt, s. 370)
            Hak, hukuk ve ahlak tanımaksızın “Führer için çalışmak” üzere birbiriyle yarışanların işgallerle, katliamlarla ve sebep oldukları dünya savaşıyla Almanya’yı nasıl bir yıkıma, insanlığı nasıl bir felakete, Almanları nasıl nesiller boyu sürecek bir utanca ittiği ortada. Bugün olup bitenleri anlayabilmek, yarın olacak muhtemel felaketleri öngörebilmek isteyenler için tarih hazin derslerle dolu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder