Tıpkı Nazi
Almanyası’nda Führer için olduğu gibi Türkiye’de de ülkenin milli çıkarları,
milletin refahı ve huzuru için çalışması gerekenler uzunca bir zamandır
“Erdoğan için çalışır” hale geldi. Bugün ülkenin bütün dinamik unsurları,
gönüllü ya da zoraki olarak, Erdoğan’ın doymak bilmeyen siyasi ihtiraslarını,
eriştikçe daha fazlasını isteyen güce ve iktidara açlığını tatmin etmek için
çalışıyor. İnsanlar, bu yolun çıkmaz sokak olduğunu ve bu çabaların tıpkı
Almanya’da olduğu gibi mutlak bir felaketle neticeleneceğini bilerek ya da bilmeyerek,
“Erdoğan için çalışmak” üzere kıran kırana rekabet ediyor.
Milli
menfaatler, halkın rehafı ve huzuru, topyekün insanlığın iyiliği ve barışı için
çalışmayı en başta Erdoğan’ın kendisi bıraktı. Şayet herhangi biri için “Tek
ideali ve hedefi Erdoğan için çalışmak” denilecekse, bu sözün en fazla uyacağı
kişi hiç şüphesiz ki Erdoğan’ın kendisidir. Refah Partisi’nin İstanbul İl
Başkanlığı’ndan İstanbul Belediye Başkanlığı’na, oradan Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı’na doğru ilerlerken elbette Erdoğan’ın bu ülkeye ve bu millete
önemli hizmetleri oldu. Ama belirli bir aşamadan sonra niyetler ve gayretler
rota değiştirdi ve tam tersi bir istikamete yöneldi. Kendisiyle ilgili adeta “Allah
tarafından özel bir misyonla gönderilmiş” gibi bir algı oluşturan Erdoğan, epeyce
bir zamandır kendisini ve ihtiraslarını milletin ve devletin önüne koydu. Ve
sadece “Erdoğan için çalışmaya” başladı. Üstelik meşru ya da gayri meşru her
türlü aracı kullanmak suretiyle kontrol altına aldığı tüm toplumsal unsurları ve
devlet organlarını da “Erdoğan için çalışmak” hedefine kilitledi.
Erdoğan bu
çabasında şüphesiz ki en büyük anlayışı ve desteği iplerini sıkı sıkıya elinde
tuttuğu AKP hükümetinden, AKP’nin Meclis Grubu’ndan ve AKP’nin kendisinden gördü.
Erdoğan’ın tam olarak ne olduğunu izah etmekten özenle kaçındığı muğlak “dava”sına
hizmet etmek adına AKP ve yandaşları Erdoğan’ın orkestrasyonunda en gayr-i
meşru işlere hep alet ya da destek oldu. AKP ve AKP’liler “Erdoğan için
çalışmak” ideali çerçevesinde Erdoğan’ın tutarsız zig zaglarına maharetle ayak
uydurdu, hiçbir yanlışını görmedikleri gibi her yanlışında bir hikmet arayarak
o yanlışa dört elle sarıldı. Bülent Arınç, Yaşar Yakış vb gibi partinin kurucu
babalarını bile isyan ettirecek düzeye gelen, ne pahasına olursa olsun “Erdoğan
için çalışmak” ilkesi bugün AKP’nin ölümcül hastalıkları arasında en vahimi
haline geldi.
Devlet,
millet ve insanlık için çalışmak yerine “Erdoğan için çalışmak” yarışında
şüphesiz ki valiler, kaymakamlar, bürokratlar ve diplomatlar hep en ön saflarda
yerlerini aldılar. Ancak, bu kamu görevlilerinin en temel insan hak ve
özgürlüklerini, en temel hukuk ve ahlak ilkelerini hiçe saymak pahasına
giriştikleri tüm bu çabalara rağmen Erdoğan bu gayretleri hiçbir zaman yeterli
bulmadı. Onun içindir ki, tıpkı Hitler’in zaman zaman partizanlarına,
komutanlarına, bürokratlarına ve yerel yöneticilerine yaptığı gibi, Erdoğan da
muhtarlardan başlayarak kaymakamlara, valilere ve büyükelçilere uzanan bir
silsilede kamu görevlilerini sıklıkla bir salonda toplayıp onları hukuksuzluğa
ve keyfiliğe motive eden konuşmalar yaptı.
Erdoğan’ın geçtiğimiz
günlerde kamu yöneticilerine yaptığı bir konuşmada “Erdoğan için çalışmak”
uğruna yasaları ve mevuzatı bir kenara koymaları çağrısı bu konuda gelinen vahim
noktayı göstermektedir. Her ne kadar Erdoğan’ı bir türlü tatmin edemeseler de, üstelik
hukukta ve ceza yasasında öyle bir şey olmadığı halde, “paralel devlet
yapılanması” safsatasına hızla ayak uyduran kamu bürokrasisinin “Erdoğan için
çalışmak” hedefi doğrultusunda alet olduğu hukuksuzlukların ve zulmün haddi
hesabı yoktur. Unutmadan, ülke ve millet menfaatlerinden ziyade “Erdoğan için
çalışan” kamu görevlilerine AKP kontrolündeki belediye başkanlarını, belediye
bürokrasisini de eklemek lazım. Tüm bu görevlilerin halk içinmiş gibi
yaptıkları diğer tüm hizmetlerin bile nihai amacının sadece Erdoğan’a daha
fazla siyasi prim kazandırmak olduğundan şüphelenmek için her türlü sebep
mevcut.
Fecaat o
kadar ileri boyutta ki “Erdoğan için çalışmak” ideali maalesef en kutsalların
bile yerini aldı. Diyanet İşleri, müftüler, cami imamları ve cemaat/tarikat
önderleri de Allah’ın dinine, insanlığa, siyasi görüşleri ne olursa olsun
Müslümanlara hizmet etmek ve “Allah için çalışmak” yerine maalesef “Erdoğan
için çalışmak” idealinin peşine düştüler. Camilerdeki vaazlarda, cami
imamlarının sohbetlerinde örtülü veya açık şekilde verilen mesajlarda ya da
diyanet teşkilatının faaliyetlerinde “Erdoğan için çalışmak” ideali bütün
ağırlığını hissettirmektedir. Öyle ki, müftüler iktidar partisinin ve
Erdoğan’ın temsilcileri gibi hareket
etmekte bir sakınca görmemekte, imamların söylemleri ise inananları camileri
protesto etme noktasına vardırmaktadır.
Savcı ve
hakimlerin önemlice bir kısmı da maalesef hukuk ve adalete hizmet etmek yerine bugün
Erdoğan için çalışıyor. Erdoğan’ın basit imalarını bile emir telakki eden
savcılar ve hakimler, muhalif gördükleri herkese hayatlarını zindan ediyor.
Erdoğan tarafından doğrudan bir proje olarak kurularak bir hukuksuzluk maşası
gibi kullanılan Sulh Ceza Hakimlikleri şöyle dursun, normal mahkemelerde görev
yapan savcılar ve hakimler bile “Erdoğan için çalışmak” üzere birbirleriyle
yarışıyor. Bu uğurda kendi meslektaşlarını, gazetecileri, akademisyenleri,
siyasetçileri haksız yere tutuklamaktan, keyfi şekilde mahkum etmekten, hapishanelerde
çürütmekten çekinmiyorlar.
Türk yargı
sistemindeki hazin durum maalesef, bir program çerçevesinde yaşamaya değer
bulunmayan 100 bin akıl hastası veya fiziksel engellinin sistematik şekilde
katledildiği “ötenazi” siyasetine karşı çıkan bir yargıcın Nazi Almanyası’nda
başına gelenlere benziyor. Kullanılan insanlık dışı imha yöntemleri daha sonra
Yahudilere soykırımda model alınacak olan ötenazi uygulamalarına direnen Lothar
Kyessig isimli bir bölge yargıcı, bu konudaki itirazlarını dile getirmek üzere
Reich Adalet Bakanı Gürtner’e bir mektup yazar. Gürtner’in Kyessig’e verdiği cevap
çok ilginçtir: “Führer’in iradesini bir yasa kaynağı, bir yasa temeli olarak
kabul edemiyorsanız yargıç olarak yerinizde kalamazsınız.” Üzülerek
söylemeliyim ki maalesef Türkiye’de, bu yazışmanın hemen ardından hukuksuzluklara
ve zulme ortak olmaktansa emekliliği tercih eden Kyessig kadar bile hukuk ve
adalet nosyonuna sadık çok fazla yargıç bulunmuyor.
Hiç
şüphesiz Türkiye’de bugün polisler, sözde sivil toplum örgütleri,
akademisyenler, iş adamları, medya ve hatta Sedat Peker örneğinde olduğu gibi
mafya bile artık “Erdoğan için çalışmak” üzere birbirleriyle yarışıyor.
Polisler sırf Erdoğan’ı memnun etmek için aralarında kendi arkadaşlarının da
olduğu ve masum olduklarını çok iyi bildikleri suçsuz insanlara sürekli baskınlar
düzenleyerek onları gözaltına alıyor ve ahlaksız bir “cadı avı”nın
tetikçiliğini yapıyorlar. İş dünyası ise, ya tamamen gönüllü olarak “Erdoğan
için çalışyor” ya da başlarına gelecek belalardan emin olmak için “Erdoğan için
çalışmak” zorunda kalıyor. Ortalık “Erdoğan için çalışan” Osmanlı Ocakları,
TÜRGEV gibi sözde sivil toplum örgütlerinden, Erdoğan’ın bir işaretiyle
meslektaşlarını linç etmekten çekinmeyen sözde akademisyenlerden ve Erdoğan’ın
propaganda makinasına dönüşen medya organlarından ve sözde gazetecilerden
geçilmiyor.
Bu furyaya
hala mesafeli duranlar da yok değil tabii ki. Mesela ordu, en azından bugüne
kadar, “Erdoğan için çalışmak” furyasında hep bir adım geride durmayı başardı.
Ama korkarım ki, ordu da bu furyanın içine yavaş yavaş ve sinsice çekilme
sürecinde bulunuyor. Bunun elbette ki iradi bir tercih ya da durum olması
gerekmiyor. Yine Nazi Almanyası bu konuda da acı tecrüblere işaret ediyor. Ian
Kershaw’ın meşhur Hitler biyografisinde yer alan şu tespit konjonktürel olarak
kendi çizgilerine gelen ve konjonktürel tercihlerine geçici uyum gösteren bir
liderin peşine düşen komutanları bekleyen tuzaklar açısından derslerle dolu: “Ordunun,
siyasal programı uzun süredir kendi hedeflerine hizmet etmiş olan bir Lider’e
boyun eğmesi, pervasız biçimde oynadığı yüksek riskli kumarlarla felakete
davetiye çıkaran ve ideolojik hedefleriyle orduyu sıradan bir suçluya
dönüştüren bir Lider’e kaçınılmaz biçimde uşaklık etmeye dönüştü.” (Ian
Kershaw, Hitler – Nemesis, II. Cilt, s. 370)
Hak, hukuk
ve ahlak tanımaksızın “Führer için çalışmak” üzere birbiriyle yarışanların işgallerle,
katliamlarla ve sebep oldukları dünya savaşıyla Almanya’yı nasıl bir yıkıma,
insanlığı nasıl bir felakete, Almanları nasıl nesiller boyu sürecek bir utanca
ittiği ortada. Bugün olup bitenleri anlayabilmek, yarın olacak muhtemel felaketleri
öngörebilmek isteyenler için tarih hazin derslerle dolu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder