Türkiye’de darbeler dönemi kapandı. Bu başarıyı tabii ki AKP hükümetine ve Erdoğan rejimine borçluyuz. Üstelik bunu darbe teşebbüsleri somut kanıtlarla ispatlanmış ordu içerisindeki cunta yapılarını aklayarak başardılar. Bu başarılarını pek çok faili meçhul olayın ve kanlı kaosun faili derin devlet çetesi “Ergenekon Terör Örgütü” üyelerinin tamamını beraat ettirip, aklayarak perçinlediler. Dahası “orduya kumpas kuruldu” deyip çeteci, darbeci, cuntacı kim varsa hepsinden toptan özür dileyerek bu perçini güçlendirdiler.
Tabii ki yetmedi. “Darbeci”
diye bilinenlere özür hediyesi olarak masum kelleleri sundular. Hiçbir delil
göstermeksizin “paralel devlet” diye bir safsata uydurdular ve bu sözde yapıya
hizmet ettiğini savundukları kamu görevlilerini orduya “kumpas” kurmakla,
hükümete “darbe” yapmakla suçlayıp hukuksuzlukta ve zulümde zirve yaptılar. Zaten
ancak bunları yaparak darbeler dönemini kapamayı başardılar.
Malum olduğu üzere AKP
hükümeti ve Erdoğan rejimi, 17/25 Aralık 2013 tarihinde ortalığa saçılan büyük yolsuzluk
ve rüşvet skandalının üstünü örtmek üzere, o güne kadar mücadele ettiği tüm
darbecileri, cuntacıları, derin devlet çetelerini aklayarak bunlarla işbirliği yapmayı
tercih etti. Şimdi doğal olarak “Öyleyse darbeleri nasıl bitirdi?” diye
sorabilirsiniz. Bu yazıda işte onu anlatmaya çalışacağım.
AKP hükümeti ve Erdoğan
rejimi, somut kanıtlara dayanarak yargılanmış ve mahkum edilmiş askeri darbe
girişimlerini, darbeci cuntaları ve derin devlet çetelerini, kendi yolsuzlukları
ortaya çıkınca apar topar aklamakla kalmadı, “darbe” kavramının pratikteki anlamını
ve içeriğini de değiştirdi. Yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlıkta suçüstü yakalanınca
darbecilerin, cuntacıların ve Ergenekoncuların desteğine ihtiyaç duyan AKP hükümeti
ve Erdoğan rejimi, onları el çabukluğuyla aklarken, sayısız yeni darbe türleri
üretmeyi de ihmal etmedi.
Yolsuzlukla kirlenen AKP
hükümeti ve Erdoğan rejimi için Balyoz, Sarıkız, Eldiven, Suga vb yasadışı ve
anti-demokratik cunta faaliyetleri ve askeri eylem planları darbe değildi
artık. “Darbe” olarak bunların yerini hükümet üyelerinin veya Erdoğan’ın aile
fertlerinin yolsuzluklarının ortaya çıkarılması aldı. Sonra devamı da geldi.
Yeni “darbe” anlayışı kapsamında İran menşeli bir casusluk örgütüne yönelik
soruşturma, ordu içerisindeki casusluk faaliyetlerine dair soruşturma, radikal İslamcı
terör örgütlerine ve PKK’ya yönelik yapılan soruşturmalar ve operasyonlar artık
AKP hükümetine yönelik birer darbe olarak görülür oldu. Bu da yetmedi. AKP ve
Erdoğan rejimine göre, Hizmet Hareketi’ne yakın işadamları, bu işadamları
tarafından kurulan banka, şirketler, medya kuruluşları, okullar, dershaneler,
insani yardım kuruluşları ve hastaneler eski darbecilerin ve darbelerin yerini
aldı.
Böylece gündeme her gün
yeni bir “darbe” hikayesi damgasını vurur oldu. Ortalık her gün yeni bir darbe
hikayesiyle velveleye verildi. İçinde askerin, militanın, silahın, kan
dökmenin, anayasal düzeni değiştirmenin ya da hukuk dışılığın olmadığı bu yeni
darbe türü sayesinde adları tek bir reel suça karışmamış masum insanlar ve
kurumlara yönelik akıl almaz iddialar, deli saçması suçlamalar havalarda uçuştu.
Polis operasyonlarında, gece yarısı baskınlarında yapılan kitlesel göz altıları
proje mahkemelerde uyduruk yargılamalar ve tutuklamalar takip etti. Darbeciler,
cuntacılar, derin devlet çeteleri aklanıp itibar görürken, yakın döneme kadar
PKK ve el-Kaide başta olmak üzere pek çok terör örgütüne adeta dokunulmazlık
sağlanırken, bugüne kadar adları tek bir suça karışmamış öğretmenler, iş
adamları, hayırseverler, gazeteciler, polisler, savcılar, hakimler farklı
farklı gerekçeler ve iddialarla hükümete darbe yapmakla suçlandılar.
Tek bir hukuksuz işlemin
bulunmadığı 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalı soruşturmalarında AKP’li
bakanlar ve Erdoğan’ın yakınları ile ilgili ortalığa saçılan yüzlerce somut suç
deliline rağmen bu yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında yer alan savcılar,
hakimler, polisler ve hatta bu skandalı haber yapan gazeteciler derhal “hükümete
darbe yapmak”la suçlandı. Devletin ve hükümetin en üst kademelerini bile kirli rüşvet
çarkına dahil ederek ülkenin milli güvenliğini kevgire çeviren İran orijinli tartışmalı
işadamı Reza Zarrab’ın ilişkiler sistematiğini ortaya çıkaranlar “darbeci” ilan
edilirken, bazı kabine üyelerine yüz milyonlarca dolar rüşvet dağıttığı belgelenen
Zarrab ise Erdoğan tarafından çoktan “hayırsever işadamı” olarak onurlandırılmıştı
bile.
Reza Zarrab’dan yüklü rüşvet
aldıkları somut delillerle kanıtlanmış olan bakanlar, bakan çocukları ve
Erdoğan’ın yakınları el çabukluğuyla aklandı. Bu aklama tabii ki bedelsiz
olmadı. Bunun için rejimin demokratik bir hukuk devleti olma niteliğinin hızla feda
edilmesi gerekti. Böylece bağımsız ve tarafsız yargı yok edildi, polis
teşkilatı hallaç pamuğu atıldı. Yani, yolsuzluğu ortaya çıkaranlar “darbe
yapmak”la suçlanırken asıl darbe AKP ve Erdoğan rejimi tarafından hukuka, yargıya
ve devlete yapıldı. Üstüne de savcıların, hakimlerin ve polislerin devasa
boyutta yolsuzlukları ortaya çıkarmak suretiyle hükümete yaptıkları iddia
edilen yeni bir “darbe” türü darbeler literatürüne girmiş oldu. Sakın “yolsuzlukları,
hırsızlıkları, rüşvetleri ortaya çıkarmakla nasıl darbe yapılır?” diye normal
ve makul sorular sormayın bana. Çünkü bu sorunun makul bir cevabı yok!
Üstelik en fecisi de bu
değildi. Hırsızlıklar, yolsuzluklar ve aldıkları rüşvetlere dair belgeler ortalığa
saçıldıkça AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin dağarcığındaki diğer “darbe”
türleri de bir bir sökün etti. Mesela, bir zamanlar AKP ve Erdoğan rejiminin
şeffaf olmayan çok yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu İran’a hizmet eden bir
terör ve casusluk örgütüne yönelik yürütülen soruşturma da derhal hükümete
yönelik bir darbe olarak yaftalandı. Geçmişteki terör eylemlerinin yanı sıra İran
adına yürüttüğü casusluk faaliyetleri bağlamında AKP hükümetinin en üst
makamlarına ve devletin en hassas birimlerine kadar doğrudan erişme imkanına kavuştuğu
anlaşılan Selam Tevhid Terör Örgütü’ne yönelik soruşturmada hukuk çerçevesinde
ve görevleri gereği rol alan ne kadar savcı, hakim, polis varsa ya görevden
alındı ya da tutuklanıp hapse atıldı. Örgütün İranlı elemanları ışık hızıyla ülkeden
kaçarken, casusluk faaliyetlerine dair tüm somut delillere rağmen soruşturmada
yer alan tüm kamu görevlileri darbecilikle suçlandı.
Durun heyecanlanmayın
hemen! “Darbe” iddialarının en fecisini henüz okumadınız daha. Gerçek darbecileri,
cuntaları aklayarak yolsuzluklarını örtmek için bunlarla işbirliğine giren Erdoğan
rejimi literatüründe daha ne darbe türleri var hayal bile edemezsiniz. Mesela, Türkiye’ye
ithali ve ülkede satışı yasak olan bir kanserojen GDO’lu prinç skandalı var ki evlere
şenlik. Yaptığı askeri darbe ve cunta haberleri dolayısıyla AKP’liler
tarafından yakın zamana kadar bir demokrasi kahramanı (ki hakikaten öyle) olarak
görülen, yolsuzluklarını örtmek için darbeci cuntalarla ittifak arayışına
girdiklerinde ise “orduya kumpas kurmak”la suçlanan Mehmet Baransu, bu
skandalın da başkahramanlarındandı.
Sakın yanlış anlaşılmasın,
Baransu olayın başkahramanlarındandı ama binlerce ton GDO’lu princi Türkiye’ye ithal
eden tabii ki o değildi. Baransu, haber yapmak suretiyle, insanların sağlığıyla
oynayan bu yolsuzluğu ortaya çıkardığı için “hükümete darbe yapmak”la suçlanan kişiydi.
GDO’lu prinç ithalatı ile ilgili skandal daha önce başka gazetelerde de haber olmasına
rağmen AKP hükümetinin ve Erdoğan rejiminin etkin isimlerine kadar ulaşan bu
skandalın üzerine giden Baransu, böylece nev-i şahsına münhasır darbecilik koleksiyonuna
bir yeni halka daha eklemiş oldu. Arkalarında Erdoğan’a yakın bazı bakanların
olduğu GDO’lu prinç yolsuzluğunu yapanlar yerine tabii ki bazı polisler ve
savcılarla birlikte Baransu’ya soruşturma ve dava açıldı. Baransu’ya “silahlı
terör örgütüne üye olmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek”, yani “darbe yapmak” suçlamaları
yapıldı. Sırf gazetecilik yaptığı için Baransu “GDO’lu darbe”den de
yargılanmaya başladı.
Bunlara benzer daha pek
çok yeni nesil “darbe” türünün trajikomik hikayesini anlatabilirim. Kreşteki
öğrencilerin bile tehdit olarak algılandığı, yaşlı kadın hayırseverlerin ve işini
hakkıyla yapmaya çalışan gazetecilerin dahi darbe yapmakla suçlandığı bir
ortamda “darbe” iddiaları ciddiyetini kaybeder. Yakın tarihi gerçek askeri darbelerle
dolu Türkiye gibi bir ülkede askeri cuntaların darbe hazırlıklarına dair herhangi
bir gerçek haber bile artık maalesef ciddiye alınmaz. Diyeceğim o ki, gerçek
bir askeri darbe yapılıncaya kadar Türkiye’de “darbe” dönemi kapanmıştır. Ve
bunu, hedefe koyduğu her muhalifini “darbe yapmak”la suçlayan, en masum
insanlara bile iddialı darbe davaları açan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi
başardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder