15 Şubat 2016 Pazartesi

Türkiye’de darbeler dönemi kapandı(!)


Türkiye’de darbeler dönemi kapandı. Bu başarıyı tabii ki AKP hükümetine ve Erdoğan rejimine borçluyuz. Üstelik bunu darbe teşebbüsleri somut kanıtlarla ispatlanmış ordu içerisindeki cunta yapılarını aklayarak başardılar. Bu başarılarını pek çok faili meçhul olayın ve kanlı kaosun faili derin devlet çetesi “Ergenekon Terör Örgütü” üyelerinin tamamını beraat ettirip, aklayarak perçinlediler. Dahası “orduya kumpas kuruldu” deyip çeteci, darbeci, cuntacı kim varsa hepsinden toptan özür dileyerek bu perçini güçlendirdiler.
Tabii ki yetmedi. “Darbeci” diye bilinenlere özür hediyesi olarak masum kelleleri sundular. Hiçbir delil göstermeksizin “paralel devlet” diye bir safsata uydurdular ve bu sözde yapıya hizmet ettiğini savundukları kamu görevlilerini orduya “kumpas” kurmakla, hükümete “darbe” yapmakla suçlayıp hukuksuzlukta ve zulümde zirve yaptılar. Zaten ancak bunları yaparak darbeler dönemini kapamayı başardılar.   
Malum olduğu üzere AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi, 17/25 Aralık 2013 tarihinde ortalığa saçılan büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalının üstünü örtmek üzere, o güne kadar mücadele ettiği tüm darbecileri, cuntacıları, derin devlet çetelerini aklayarak bunlarla işbirliği yapmayı tercih etti. Şimdi doğal olarak “Öyleyse darbeleri nasıl bitirdi?” diye sorabilirsiniz. Bu yazıda işte onu anlatmaya çalışacağım.
AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi, somut kanıtlara dayanarak yargılanmış ve mahkum edilmiş askeri darbe girişimlerini, darbeci cuntaları ve derin devlet çetelerini, kendi yolsuzlukları ortaya çıkınca apar topar aklamakla kalmadı, “darbe” kavramının pratikteki anlamını ve içeriğini de değiştirdi. Yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlıkta suçüstü yakalanınca darbecilerin, cuntacıların ve Ergenekoncuların desteğine ihtiyaç duyan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi, onları el çabukluğuyla aklarken, sayısız yeni darbe türleri üretmeyi de ihmal etmedi.  
Yolsuzlukla kirlenen AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi için Balyoz, Sarıkız, Eldiven, Suga vb yasadışı ve anti-demokratik cunta faaliyetleri ve askeri eylem planları darbe değildi artık. “Darbe” olarak bunların yerini hükümet üyelerinin veya Erdoğan’ın aile fertlerinin yolsuzluklarının ortaya çıkarılması aldı. Sonra devamı da geldi. Yeni “darbe” anlayışı kapsamında İran menşeli bir casusluk örgütüne yönelik soruşturma, ordu içerisindeki casusluk faaliyetlerine dair soruşturma, radikal İslamcı terör örgütlerine ve PKK’ya yönelik yapılan soruşturmalar ve operasyonlar artık AKP hükümetine yönelik birer darbe olarak görülür oldu. Bu da yetmedi. AKP ve Erdoğan rejimine göre, Hizmet Hareketi’ne yakın işadamları, bu işadamları tarafından kurulan banka, şirketler, medya kuruluşları, okullar, dershaneler, insani yardım kuruluşları ve hastaneler eski darbecilerin ve darbelerin yerini aldı.
Böylece gündeme her gün yeni bir “darbe” hikayesi damgasını vurur oldu. Ortalık her gün yeni bir darbe hikayesiyle velveleye verildi. İçinde askerin, militanın, silahın, kan dökmenin, anayasal düzeni değiştirmenin ya da hukuk dışılığın olmadığı bu yeni darbe türü sayesinde adları tek bir reel suça karışmamış masum insanlar ve kurumlara yönelik akıl almaz iddialar, deli saçması suçlamalar havalarda uçuştu. Polis operasyonlarında, gece yarısı baskınlarında yapılan kitlesel göz altıları proje mahkemelerde uyduruk yargılamalar ve tutuklamalar takip etti. Darbeciler, cuntacılar, derin devlet çeteleri aklanıp itibar görürken, yakın döneme kadar PKK ve el-Kaide başta olmak üzere pek çok terör örgütüne adeta dokunulmazlık sağlanırken, bugüne kadar adları tek bir suça karışmamış öğretmenler, iş adamları, hayırseverler, gazeteciler, polisler, savcılar, hakimler farklı farklı gerekçeler ve iddialarla hükümete darbe yapmakla suçlandılar.
Tek bir hukuksuz işlemin bulunmadığı 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalı soruşturmalarında AKP’li bakanlar ve Erdoğan’ın yakınları ile ilgili ortalığa saçılan yüzlerce somut suç deliline rağmen bu yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında yer alan savcılar, hakimler, polisler ve hatta bu skandalı haber yapan gazeteciler derhal “hükümete darbe yapmak”la suçlandı. Devletin ve hükümetin en üst kademelerini bile kirli rüşvet çarkına dahil ederek ülkenin milli güvenliğini kevgire çeviren İran orijinli tartışmalı işadamı Reza Zarrab’ın ilişkiler sistematiğini ortaya çıkaranlar “darbeci” ilan edilirken, bazı kabine üyelerine yüz milyonlarca dolar rüşvet dağıttığı belgelenen Zarrab ise Erdoğan tarafından çoktan “hayırsever işadamı” olarak onurlandırılmıştı bile.
Reza Zarrab’dan yüklü rüşvet aldıkları somut delillerle kanıtlanmış olan bakanlar, bakan çocukları ve Erdoğan’ın yakınları el çabukluğuyla aklandı. Bu aklama tabii ki bedelsiz olmadı. Bunun için rejimin demokratik bir hukuk devleti olma niteliğinin hızla feda edilmesi gerekti. Böylece bağımsız ve tarafsız yargı yok edildi, polis teşkilatı hallaç pamuğu atıldı. Yani, yolsuzluğu ortaya çıkaranlar “darbe yapmak”la suçlanırken asıl darbe AKP ve Erdoğan rejimi tarafından hukuka, yargıya ve devlete yapıldı. Üstüne de savcıların, hakimlerin ve polislerin devasa boyutta yolsuzlukları ortaya çıkarmak suretiyle hükümete yaptıkları iddia edilen yeni bir “darbe” türü darbeler literatürüne girmiş oldu. Sakın “yolsuzlukları, hırsızlıkları, rüşvetleri ortaya çıkarmakla nasıl darbe yapılır?” diye normal ve makul sorular sormayın bana. Çünkü bu sorunun makul bir cevabı yok!
Üstelik en fecisi de bu değildi. Hırsızlıklar, yolsuzluklar ve aldıkları rüşvetlere dair belgeler ortalığa saçıldıkça AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin dağarcığındaki diğer “darbe” türleri de bir bir sökün etti. Mesela, bir zamanlar AKP ve Erdoğan rejiminin şeffaf olmayan çok yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu İran’a hizmet eden bir terör ve casusluk örgütüne yönelik yürütülen soruşturma da derhal hükümete yönelik bir darbe olarak yaftalandı. Geçmişteki terör eylemlerinin yanı sıra İran adına yürüttüğü casusluk faaliyetleri bağlamında AKP hükümetinin en üst makamlarına ve devletin en hassas birimlerine kadar doğrudan erişme imkanına kavuştuğu anlaşılan Selam Tevhid Terör Örgütü’ne yönelik soruşturmada hukuk çerçevesinde ve görevleri gereği rol alan ne kadar savcı, hakim, polis varsa ya görevden alındı ya da tutuklanıp hapse atıldı. Örgütün İranlı elemanları ışık hızıyla ülkeden kaçarken, casusluk faaliyetlerine dair tüm somut delillere rağmen soruşturmada yer alan tüm kamu görevlileri darbecilikle suçlandı.
Durun heyecanlanmayın hemen! “Darbe” iddialarının en fecisini henüz okumadınız daha. Gerçek darbecileri, cuntaları aklayarak yolsuzluklarını örtmek için bunlarla işbirliğine giren Erdoğan rejimi literatüründe daha ne darbe türleri var hayal bile edemezsiniz. Mesela, Türkiye’ye ithali ve ülkede satışı yasak olan bir kanserojen GDO’lu prinç skandalı var ki evlere şenlik. Yaptığı askeri darbe ve cunta haberleri dolayısıyla AKP’liler tarafından yakın zamana kadar bir demokrasi kahramanı (ki hakikaten öyle) olarak görülen, yolsuzluklarını örtmek için darbeci cuntalarla ittifak arayışına girdiklerinde ise “orduya kumpas kurmak”la suçlanan Mehmet Baransu, bu skandalın da başkahramanlarındandı.
Sakın yanlış anlaşılmasın, Baransu olayın başkahramanlarındandı ama binlerce ton GDO’lu princi Türkiye’ye ithal eden tabii ki o değildi. Baransu, haber yapmak suretiyle, insanların sağlığıyla oynayan bu yolsuzluğu ortaya çıkardığı için “hükümete darbe yapmak”la suçlanan kişiydi. GDO’lu prinç ithalatı ile ilgili skandal daha önce başka gazetelerde de haber olmasına rağmen AKP hükümetinin ve Erdoğan rejiminin etkin isimlerine kadar ulaşan bu skandalın üzerine giden Baransu, böylece nev-i şahsına münhasır darbecilik koleksiyonuna bir yeni halka daha eklemiş oldu. Arkalarında Erdoğan’a yakın bazı bakanların olduğu GDO’lu prinç yolsuzluğunu yapanlar yerine tabii ki bazı polisler ve savcılarla birlikte Baransu’ya soruşturma ve dava açıldı. Baransu’ya “silahlı terör örgütüne üye olmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek”, yani “darbe yapmak” suçlamaları yapıldı. Sırf gazetecilik yaptığı için Baransu “GDO’lu darbe”den de yargılanmaya başladı.
Bunlara benzer daha pek çok yeni nesil “darbe” türünün trajikomik hikayesini anlatabilirim. Kreşteki öğrencilerin bile tehdit olarak algılandığı, yaşlı kadın hayırseverlerin ve işini hakkıyla yapmaya çalışan gazetecilerin dahi darbe yapmakla suçlandığı bir ortamda “darbe” iddiaları ciddiyetini kaybeder. Yakın tarihi gerçek askeri darbelerle dolu Türkiye gibi bir ülkede askeri cuntaların darbe hazırlıklarına dair herhangi bir gerçek haber bile artık maalesef ciddiye alınmaz. Diyeceğim o ki, gerçek bir askeri darbe yapılıncaya kadar Türkiye’de “darbe” dönemi kapanmıştır. Ve bunu, hedefe koyduğu her muhalifini “darbe yapmak”la suçlayan, en masum insanlara bile iddialı darbe davaları açan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi başardı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder