Türkiye maalesef hiç bir zaman gerçek bir demokratik hukuk devleti olmayı başaramadı. Onun içindir ki “Türk demokrasisi” diye bir şeyden bahsetmek aslında mümkün değil. Demokrasinin Türkiye serüveni 1800’lerde başlayan ve henüz hedefine ulaşamamış olan inişli çıkışlı bir demokratileşme hikayesinden ibarettir. Bu serüvenin hak ve özgürlüklere daha saygılı olunan bazı dönemlerinde demokrasi idealine daha yakın olunmuş, hak ihlallerinin ve hukuksuzlukların doruğa çıktığı bazı dönemlerinde ise demokrasi idealinden iyice sapılmıştır.
“Yeni
Türkiye”, temel hak ve özgürlüklerin sürekli ihlal edilmesinden, bir türlü gerçek
bir hukuk devleti olunamamasından, dolayısıyla demokrasinin tam
yerleşememesinden kaynaklanan ağır sorunlarla anılan geçmiş dönemlerle arasına
bir fark koyma iddiasıyla AKP ve Erdoğan yanlıları tarafından çarpıcı bir
söylem olarak gündeme getirildi. Şu kaderin garip cilvesine bakın ki, “Yeni
Türkiye” denilen dönem demokrasi, hukuk ihlalleri, keyfilikler, zulümler, gasplar,
temel hak ve özgürlükler açısından Türkiye’nin en berbat dönemini tanımlar hale
geldi. Herkesin bildiği diğer tüm zulümleri ve ihlalleri bir kenara bırakıp
sadece mal güvenliği ve mülkiyet dokunulmazlığına dair ihlallere baksak dahi “Yeni Türkiye”nin içinde yaşadığımız bu çağa ve
insanlığın eriştiği gelişmişlik düzeyine ait olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Söylem ve
eylemleri günümüz evrensel hukuk ilklerine, temel insan hak ve özgürlüklerine
dair normlara, demokrasinin gereklerine ve hukuk devleti nosyonuna uymayadığı
halde AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin “Yeni Türkiye” diye etiketleyerek
pazarlamaya bayıldığı bu dönem acaba tarihin hangi aşamasına denk düşüyor? Her
gün hukuksuz ve keyfi bir şekilde holdinglere, özel şirketlere, özel eğitim
kurumlarına el koyan; Melek İpek örneğinde olduğu gibi vatandaşların aileleriyle
birlikte yaşadıkları evlerini bile zorla gasp etmeye çalışan AKP hükümeti ve
Erdoğan rejiminin “Yeni Türkiye” diyerek Türkiye’yi yaşadığı çağdan koparıp
nerelere ve hangi eski devirlere doğru sürüklediğini isterseniz birlikte
saptamaya çalışalım.
Basit bir
tanımlamayla mülkiyet hakkı malike kullanma, semerelerinden yararlanma,
devretme, tüketme yetkilerini veren bir haktır. Mülkiyet hakkı ona sahip olana,
hakkın konusu olan eşya üzerinde ve kanunların çizdiği sınırlar içinde dilediği
gibi tasarruf etme (kullanma) yetkisini verir. Bu hak, 12 Eylül 1980 askeri
darbesi sonrası 1982 yılında yapılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 35.
maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir” denilerek açıkça güvence altına
alınmıştır. Bankalara, şirketlere, okullara, dershanelere, gazetelere,
televizyonlara ve hatta insanların aileleriyle yaşadıkları evlere keyfi ve
hukuksuz bir şekilde el koyan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi ise, zihniyetleri
ve uygulamalarıyla çokça eleştirilen 12 Eylül askeri darbesinin eseri olan 1982
Anayasasının bile çok gerisine düşmüştür.
İsterseniz
Türk siyasi tarihi içerisinde kalmak şartıyla biraz daha gerilere gidelim. Bazı
tarihçiler tarafından bu topraklarda demokratikleşmenin ilk somut adımı olarak
değerlendirilen 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimât Fermânı tüm vatandaşların can,
mal ve namus güvenliğinin sağlanmasını garantiye almıştır. Herkesin mal ve
mülküne sahip olmasını, bunları miras olarak bırakabilmesini öngören Tanzimat
Fermanı, özel mülkiyeti tam bir güvence altına almak suretiyle müsadereyi
kaldırmıştır. Özel mülklere hukuksuz ve keyfi bir şekilde el koymak suretiyle
hukuken kutsal olan mülkiyet dokunulmazlığını hiçe sayan AKP hükümeti ve
Erdoğan rejimi ise Tanzimat Fermanı ile mülkiyet dokunulmazlığını garanti
altına alan Osmanlı Devleti’nin bile gerisine düşmüştür.
Müthiş bir
ilkesizlik, oportunizm ve Makyavele parmak ısırtacak bir pragmatizm
sergilenerek Suriyeli mülteciler üzerinden yapılan kirli ve çirkin pazarlıklar,
bu pazarlıklara eşlik eden tehditler ve şantajlar sonucu göstermelik olsa da
üyelik müzakerlerinin yeniden başladığı Avrupa Birliği (AB) için de mülkiyet
dokunulmazlığı, can ve mal güvenliği en önemli esaslardandır. Kaldı ki, Almanya
ve Nazi işgali altındaki diğer ülkelerdeki Yahudilerin mülklerinin keyfi
şekilde gasp edilmelerinden yola çıkılarak, AB’nin atası durumundaki Avrupa
Kömür Çelik Topluluğu’nun kurulmasından bile önce kaleme alınan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) de mülkiyet dokunulmazlığının altını önemle çizer.
AİHS şöyle
der: “Her gerçek veya tüzel kişi, mallarından yararlanmasına saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı gereği olarak ve kanunun
ön gördüğü koşullar ile devletler hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde
mülkünden mahrum edilebilir. Herkes, yasal şekilde elde ettiği mülküne sahip
olma, kullanma, elden çıkarma ve miras bırakma hakkına sahiptir. Bunların kaybı
karşılığında zamanında adil bir tazminat ödenmesi koşulu ile kamu menfaati
nedeniyle veya yasada öngörülen koşullar çerçevesinde yapılması dışında hiç
kimsenin elinden mülkü alınamaz. Mülkün kullanımı, kamu menfaati için gerekli
olduğu ölçüde yasa ile düzenlenebilir.”
Mülkiyet
hakkı ve mülkiyet dokunulmazlığı Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık
1948’de kabul edilen, Türkiye’nin de imzacısı olduğu, 30 maddelik İnsan Hakları
Evrensel Bildirisi’nin (İHEB) birinci
kuşak hakları arasında da yer alır. İHEB’in 17. Maddesi aynen şöyle der: “Her
şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını
haizdir. Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.”
Çağdaş uluslararası
hukukun en önemli metinleri arasında yer alan ve bu yönüyle demokratik hukuk
devletlerine yön veren bu sözleşme ve bildirilerde yer alan ilkeler AKP
hükümeti ve Erdoğan rejimi tarafından açıkça yok sayılmakta ve büyük bir
pervasızlıkla ihlal edilmektedir. AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi zihniyet
olarak, zulüm ve gasplarıyla bu sözleşmeleri ihtiyaç haline getiren Hitler
Almanyasını andırmaktadır. Yani çağdaş hukuk ve demokrasi tarihinde
1950’lerinin bile çok gerisine düşmüş bir “Yeni Türkiye”den bahsediyoruz.
Keşke bu
kadarla kalsa yine iyi. İngiltere’de yayınlanmakla birlikte Avrupa ve dünya
demokrasi ve hukuk tarihi için çok önemli bir metin olan 1215 tarihli Büyük
Özgürlük Fermanı (Magna Carta Libertatum), “Özgür hiç kimse kendi benzerleri
tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm
giymeden mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek,
sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
der. Tamamen kendilerine bağladıkları ve dolayısıyla tarafsızlığını yitirmiş olan
yargının hükmünü bile beklemeden bankalara, şirketlere, okullara, özel müklere
keyfi bir şekilde el koyan AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi, bunları yapmak
suretiyle 1215 İngiltere Krallığı’nın bile çok gerisine düşmüştür.
İslâm dini
ve İslam hukuku da özel mülkiyeti, kişilerin mal-mülk sahibi olmalarını caiz
görmüş, mülkiyet hakkını ve mülkiyet dokunulmazlığını korumak için tedbirler
almıştır. Hatta mülkiyet dokunulmazlığı İslam’a göre mülkiyet tanımının bizatihi
içeriğinde vardır. Şöyle ki, İslam’a göre mülkiyet, hukuken yalnızca sahibine
tasarruf imkanı veren ve izni olmadıkça sahibinden başkasını mülkiyet metası
üzerinde faydalanma ve tasarruftan alıkoyan bir haktır. Tariften de
anlaşılacağı üzere, bir kişi meşru bir yolla herhangi bir mal elde ettiğinde,
artık o mal sadece ona ait olur. Yine bu aidiyet, başkasını o maldan
yararlanmaktan veya üzerinde tasarrufta bulunmaktan men eder.
AKP hükümeti
ve Erdoğan rejiminin artık sıklıkla yaptığı gibi sırf muhalif oldukları için
birilerinin mal varlıklarına, şirketlerine, medya organlarına keyfi bir şekilde
el koymak ya da hukuksuz bir şekilde bu mülkleri müsadere etmek İslam dininin
getirdiği hukuki güvenceler açısından cahiliye dönemine bir geri dönüş anlamına
gelir. Çünkü, sırf muhaliftir diye bir şahsın veya bir grubun mal varlığına el
koymak cahiliye âdetlerindendir. Bankalara, şirketlere, okullara, gazetelere,
televizyonlara, ailelerin yaşadığı evlere keyfi ve hukuksuz el koyan, özel
mülkleri pervasızca gasp eden AKP hükümeti ve Erdoğan rejiminin “Yeni
Türkiye”si, 1400 yıl önce gelmiş olan İslam’ın gerisine düşmüş ve cahiliye
dönemine ait hale gelmiştir.
Öyleyse
şunu kolaylıkla söyleyebiliriz: Hangi açıdan bakılırsa bakılsın bu çağa, bu
devre, insanlık medeniyetinin bugünkü seviyesine ait olmayan AKP’nin ve
Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si tam tamına tarihin İslam öncesi cahiliye devrine
aittir.
Gambling in Las Vegas: Can you gamble online for free? - DRMCD
YanıtlaSilGambling in Las Vegas: Can you gamble online for free? · When it 제주도 출장마사지 comes to gambling in Las Vegas, the first thing 강릉 출장샵 that comes to mind is 천안 출장샵 that Las 동두천 출장마사지 Vegas casino 안성 출장샵