8 Şubat 2015 Pazar

‘Yeni Türkiye’de can ve mal güvenliği


           Hangi açıdan bakarsınız bakın, gırtlaklarına kadar suç ve günaha batmış muktedir Erdoğan  mafyasının ve AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği durum son derece trajiktir. Hacmi tam olarak bilinmese de 17/25 Aralık 2013 tarihinde buzdağının ucu mesabesindeki bir kısmı ortalığa saçılan yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlüklerin üzerini örtmek için Erdoğan ve özenle oluşturduğu muktedir suç mafyasının ülkede demokrasi, hak, hukuk, özgürlükler, kamu düzeni ve güçler ayrılığı adına bir şey bırakmadığı ortada.
Aynı iktidar mafyasının uluslararası kara para trafiği, el-Kaide, IŞİD, PKK ve benzeri radikal terör örgütleriyle olan netameli ilişkilerinden hesap sorulmasın diye de pervasızca gerçekleştirdikleri bu yıkıma ihtiyaçları vardı. Bundan daha da beteri, uluslararası hukukun yakalarına yapışması ihtimalinden duydukları korku olduğundan, Türkiye’yi dünyaya ve özellikle de Batı’ya kapatmak için uğraşacaklarını daha önceki bir yazıda ifade etmiştim.
            Türkiye’nin geldiği nokta “Ülkede artık hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok” diye feveran eden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun endişelendiği kadar vahim. Sokak ortasında insanların öldürüldüğü, toplumun bir kesiminin bir başka kesimi ile günlerce çatıştığı, Kobani eylemlerinde olduğu gibi, birkaç gün içerisinde 50 civarında insan öldüğü halde, tek bir failin hukuk önüne çıkarılmadığı bir ülke haline gedik. Tıpkı PKK’ye teslim edilen Cizre’de birkaç gün içerisinde bazıları çocuk 6 kişinin katledilmesine seyirci kalındığı gibi. Sanki tek görev ve sorumluluğu karşıt göstericilerin polis ya da asker tarafından öldürülmesini engellemekmiş gibi ülkenin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın halkın önüne sırıtan bir üslupla “öldürülenlerin hiç birinin polis kurşunuyla ölmediğini” övünçle anlatması geldiğimiz durumu anlatmak için başka söze hacet bırakmıyor aslında. Bu çarpık anlayışa göre, polisle çatışma olmadığı müddetçe, bu ülke isteyen istediğini öldürebilir noktasına geldi galiba. 
            Aslına bakarsanız tam öyle de değil! Çünkü, mevcut yasaların verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirmekte görülmedik bir acziyet ve beceriksizlik sergileyen iktidar mafyası şimdilerde iç güvenlik paketi adı altında ülkeye tam bir dikta gömleği giydirmenin peşinde. Sorunun zaten fazlasıyla güvenlikçi olan yasalardan değil kendi kabiliyetsizliklerinden kaynaklandığını kabul etmek ve derhal gereğini yapıp istifa etmek yerine sanki ülkenin daha despotik ve güvenlikçi yasalara ihtiyacı varmışçasına sürekli bir olağanüstü hal tesis edecek bir yasal düzenlemenin peşinde koşturuyorlar. Türkiye’de bugün kimsenin can güvenliği olmadığı doğru ama örneklerine ancak en ilkel Ortadoğu diktatörlüklerinde rastlanabilecek tartışmalı iç güvenlik paketi yasalaştığında korkarım ki insanların can güvenliğini sorun ederek dile getirmeye bile mecali kalmayacak.
            Peki ya mal ve mülkiyet güvenliği? Evrensel hukuka saygılı tüm sistemlerin dokunulmaz addettiği özel mülkiyet hakkı ve mal güvenliği de maalesef artık bir tarih oldu bu ülkede. Çünkü Türkiye’de de artık, IŞİD’in faal olduğu her yeri dar-ül harp görüp kendinden görmediği herkesin malının ve canının üzerine savaş ganimeti olarak konduğuna benzer bir mantık ve ruh haletiyle hareket ediliyor. Siyaseten kendisi gibi düşünmeyen farklı muhalif kesimlerin can güvenliğini hiçe sayan, keyfi şekilde yüzlerce insanı özgürlüklerinden mahrum bırakmayı en doğal hakları gören iktidar mafyası yine aynı kesimlerin mal ve mülklerini de belli ki bir çeşit savaş ganimeti olarak görüyorlar. Ahlak ve hukuk yoksunu muktedir çevrelerin bu vahşi ve ilkel zihniyetiyle Türkiye 5-10 yıl öncesine değil, asırlar öncesinin karanlık devirlerine doğru hızla yol alıyor. Türkiye’de yaşanan ilk gasp ve ganimet uygulaması değil belki ama Bank Asya örneği üzerinden durumu biraz izah edeyim.
            Tıpkı daha önce mal varlıklarına el konularak yandaş işadamlarına devredilen Çukurova Holding’in ve benzerlerinin başına geldiği gibi Türkiye’nin demokratik hukuk tecrübesi açısından Bank Asya’ya yönelik yapılan tecavüz Türkiye’yi daha şimdiden en az 1839 öncesine geri götürmüş durumda. Erdoğan ve iktidar mafyası 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı Sultanı’nın teminat verdiği hak ve özgürlüklerin gerisinde kalacak kadar ilkel ve geri bir duruma düşmüş durumdalar. Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğini; yargılamada açıklığı ve hukuka bağlılığı; vergide adaleti; rüşvetin ortadan kaldırılmasını; herkesin mal ve mülküne sahip olması ve bunu miras olarak bırakabilmesini garanti altına alan Osmanlı Sultan’ının gerisine düşmek de AKP’ye ve Erdoğan’ın iktidar mafyasına nasip oldu. Böylece özel mülkiyeti güvence altına alan ve ilkel bir uygulama olarak özel mülkleri müsadereyi kaldıran Osmanlı Sultanı’nın bile gerisine düşüldü ve 1839 öncesine dönülmüş oldu.
            Tıpkı dershanelerin kapatılması kararında olduğu gibi Bank Asya haydutluğu ile Erdoğan’ın iktidar mafyası ve AKP hükümeti evrensel hukuk ilkeleri açısından da taa 1215’in gerisine düştüler. Çünkü, günümüz medeni hukuk sisteminin temellerini atan 1215 tarihli Magna Carta’nın 39. Maddesi aynen şöyle demektedir: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” Şimdi bu maddeyi alın ve son yıllarda Erdoğan’ın iktidar mafyası ve AKP hükümetinin yaptıklarını mukayese edin. Göreceğiniz şey, maalesef, temel hak ve özgürlükler ile insani ve hukuki gelişmişlik açısından 800 yıl öncesinin bile gerisine düşen ilkel ve vahşi bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuz olacaktır.
            Bu hak, hukuk, özgürlük tanımaz ilkel ve vahşi zihniyetin durumu İslam hukuku açısından peki daha mı iyi? Kendi yönettikleri ülkeyi muhaliflerinin can ve mal varlıklarına ganimet olarak el koyabilecekleri bir dar-ül harp olarak gören bu sapkın Siyasal İslamcı zihniyet, maalesef yol açtıkları fecaatler, işledikleri suçlar ve gerçekleştirdikleri gasp ve müsaderelerle İslam öncesi cahiliye dönemine denk düşmektedir. Oysa İslam, görüş, düşünce ve inancı ne olursa olsun herkesin can ve mal güvenliğini dokunulmaz görerek güvence altına alır. Canını ve malını korumak için mücadele edenleri ise verebileceği en büyük ödülle, yani şehadetle, ödüllendirir. 
İslâmî öğretiye göre mülkiyet hakkı, malın korunması ve miras yoluyla varislerine aktarılması ferdin en temel hak ve özgürlüklerinden ve dinî hükümlerin gözettiği beş temel amaçtan biridir. Bunun için İslâm hukukunda özel mülkiyetin korunmasına yönelik bir dizi tedbir geliştirilmiştir. Mülkiyet hakkına saygı gösterilerek korunması hakkında bir çok ayet ve hadis de mevcut olup bu konu İslam alimlerinin de önemli mülahaza konularından birini oluşturur. 
Hükümet ve Erdoğan’ın iktidar mafyası Bank Asya’ya haksız yere göz dikmek suretiyle en temel insan hakkı olan mülkiyet hakkını ihlal etmekte, Türkiye’nin geçirmiş olduğu hukuki tecrübeyi, evrensel hukuki birikimi ve İslam hukukunu yok saymaktadır. Sokakta katledilen insanların failini bulmak için kılını kıpırdatmamakla hayatın dokunulmazlığını ve can güvenliğini hiçe sayan bu ilkel ve vahşi zihniyet, maalesef özel mülkiyetin dokunulmazlığını da yok sayan geri kalmış bir anlayışı temsil etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder