Hangi açıdan bakarsınız bakın, gırtlaklarına kadar suç ve günaha batmış muktedir Erdoğan mafyasının ve AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği durum son derece trajiktir. Hacmi tam olarak bilinmese de 17/25 Aralık 2013 tarihinde buzdağının ucu mesabesindeki bir kısmı ortalığa saçılan yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlüklerin üzerini örtmek için Erdoğan ve özenle oluşturduğu muktedir suç mafyasının ülkede demokrasi, hak, hukuk, özgürlükler, kamu düzeni ve güçler ayrılığı adına bir şey bırakmadığı ortada.
Aynı iktidar mafyasının uluslararası kara
para trafiği, el-Kaide, IŞİD, PKK ve benzeri radikal terör örgütleriyle olan
netameli ilişkilerinden hesap sorulmasın diye de pervasızca gerçekleştirdikleri
bu yıkıma ihtiyaçları vardı. Bundan daha da beteri, uluslararası hukukun
yakalarına yapışması ihtimalinden duydukları korku olduğundan, Türkiye’yi
dünyaya ve özellikle de Batı’ya kapatmak için uğraşacaklarını daha önceki bir
yazıda ifade etmiştim.
Türkiye’nin geldiği nokta “Ülkede artık hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok”
diye feveran eden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun endişelendiği kadar vahim.
Sokak ortasında insanların öldürüldüğü, toplumun bir kesiminin bir başka kesimi
ile günlerce çatıştığı, Kobani eylemlerinde olduğu gibi, birkaç gün içerisinde
50 civarında insan öldüğü halde, tek bir failin hukuk önüne çıkarılmadığı bir
ülke haline gedik. Tıpkı PKK’ye teslim edilen Cizre’de birkaç gün içerisinde
bazıları çocuk 6 kişinin katledilmesine seyirci kalındığı gibi. Sanki tek görev
ve sorumluluğu karşıt göstericilerin polis ya da asker tarafından öldürülmesini
engellemekmiş gibi ülkenin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın halkın önüne sırıtan
bir üslupla “öldürülenlerin hiç birinin polis kurşunuyla ölmediğini” övünçle
anlatması geldiğimiz durumu anlatmak için başka söze hacet bırakmıyor aslında.
Bu çarpık anlayışa göre, polisle çatışma olmadığı müddetçe, bu ülke isteyen
istediğini öldürebilir noktasına geldi galiba.
Aslına bakarsanız tam öyle de değil! Çünkü, mevcut yasaların verdiği görev ve
sorumlulukları yerine getirmekte görülmedik bir acziyet ve beceriksizlik
sergileyen iktidar mafyası şimdilerde iç güvenlik paketi adı altında ülkeye tam
bir dikta gömleği giydirmenin peşinde. Sorunun zaten fazlasıyla güvenlikçi olan
yasalardan değil kendi kabiliyetsizliklerinden kaynaklandığını kabul etmek ve
derhal gereğini yapıp istifa etmek yerine sanki ülkenin daha despotik ve
güvenlikçi yasalara ihtiyacı varmışçasına sürekli bir olağanüstü hal tesis
edecek bir yasal düzenlemenin peşinde koşturuyorlar. Türkiye’de bugün kimsenin
can güvenliği olmadığı doğru ama örneklerine ancak en ilkel Ortadoğu
diktatörlüklerinde rastlanabilecek tartışmalı iç güvenlik paketi yasalaştığında
korkarım ki insanların can güvenliğini sorun ederek dile getirmeye bile mecali
kalmayacak.
Peki ya mal ve mülkiyet güvenliği? Evrensel hukuka saygılı tüm sistemlerin
dokunulmaz addettiği özel mülkiyet hakkı ve mal güvenliği de maalesef artık bir
tarih oldu bu ülkede. Çünkü Türkiye’de de artık, IŞİD’in faal olduğu her yeri
dar-ül harp görüp kendinden görmediği herkesin malının ve canının üzerine savaş
ganimeti olarak konduğuna benzer bir mantık ve ruh haletiyle hareket ediliyor.
Siyaseten kendisi gibi düşünmeyen farklı muhalif kesimlerin can güvenliğini
hiçe sayan, keyfi şekilde yüzlerce insanı özgürlüklerinden mahrum bırakmayı en
doğal hakları gören iktidar mafyası yine aynı kesimlerin mal ve mülklerini de
belli ki bir çeşit savaş ganimeti olarak görüyorlar. Ahlak ve hukuk yoksunu
muktedir çevrelerin bu vahşi ve ilkel zihniyetiyle Türkiye 5-10 yıl öncesine
değil, asırlar öncesinin karanlık devirlerine doğru hızla yol alıyor.
Türkiye’de yaşanan ilk gasp ve ganimet uygulaması değil belki ama Bank Asya
örneği üzerinden durumu biraz izah edeyim.
Tıpkı daha önce mal varlıklarına el konularak yandaş işadamlarına devredilen
Çukurova Holding’in ve benzerlerinin başına geldiği gibi Türkiye’nin demokratik
hukuk tecrübesi açısından Bank Asya’ya yönelik yapılan tecavüz Türkiye’yi daha
şimdiden en az 1839 öncesine geri götürmüş durumda. Erdoğan ve iktidar mafyası
1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı Sultanı’nın teminat verdiği
hak ve özgürlüklerin gerisinde kalacak kadar ilkel ve geri bir duruma düşmüş
durumdalar. Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğini; yargılamada
açıklığı ve hukuka bağlılığı; vergide adaleti; rüşvetin ortadan kaldırılmasını;
herkesin mal ve mülküne sahip olması ve bunu miras olarak bırakabilmesini
garanti altına alan Osmanlı Sultan’ının gerisine düşmek de AKP’ye ve Erdoğan’ın
iktidar mafyasına nasip oldu. Böylece özel mülkiyeti güvence altına alan ve
ilkel bir uygulama olarak özel mülkleri müsadereyi kaldıran Osmanlı Sultanı’nın
bile gerisine düşüldü ve 1839 öncesine dönülmüş oldu.
Tıpkı dershanelerin kapatılması kararında olduğu gibi Bank Asya haydutluğu ile
Erdoğan’ın iktidar mafyası ve AKP hükümeti evrensel hukuk ilkeleri açısından da
taa 1215’in gerisine düştüler. Çünkü, günümüz medeni hukuk sisteminin
temellerini atan 1215 tarihli Magna Carta’nın 39. Maddesi aynen şöyle
demektedir: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre
yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak,
hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan
edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara
uğratılmayacaktır.” Şimdi bu maddeyi alın ve son yıllarda Erdoğan’ın iktidar
mafyası ve AKP hükümetinin yaptıklarını mukayese edin. Göreceğiniz şey,
maalesef, temel hak ve özgürlükler ile insani ve hukuki gelişmişlik açısından
800 yıl öncesinin bile gerisine düşen ilkel ve vahşi bir zihniyetle karşı
karşıya olduğumuz olacaktır.
Bu hak, hukuk, özgürlük tanımaz ilkel ve vahşi zihniyetin durumu İslam hukuku
açısından peki daha mı iyi? Kendi yönettikleri ülkeyi muhaliflerinin can ve mal
varlıklarına ganimet olarak el koyabilecekleri bir dar-ül harp olarak gören bu
sapkın Siyasal İslamcı zihniyet, maalesef yol açtıkları fecaatler, işledikleri
suçlar ve gerçekleştirdikleri gasp ve müsaderelerle İslam öncesi cahiliye
dönemine denk düşmektedir. Oysa İslam, görüş, düşünce ve inancı ne olursa olsun
herkesin can ve mal güvenliğini dokunulmaz görerek güvence altına alır. Canını
ve malını korumak için mücadele edenleri ise verebileceği en büyük ödülle, yani
şehadetle, ödüllendirir.
İslâmî öğretiye göre mülkiyet hakkı, malın
korunması ve miras yoluyla varislerine aktarılması ferdin en temel hak ve
özgürlüklerinden ve dinî hükümlerin gözettiği beş temel amaçtan biridir. Bunun
için İslâm hukukunda özel mülkiyetin korunmasına yönelik bir dizi tedbir
geliştirilmiştir. Mülkiyet hakkına saygı gösterilerek korunması hakkında bir
çok ayet ve hadis de mevcut olup bu konu İslam alimlerinin de önemli mülahaza
konularından birini oluşturur.
Hükümet ve Erdoğan’ın iktidar mafyası Bank
Asya’ya haksız yere göz dikmek suretiyle en temel insan hakkı olan mülkiyet
hakkını ihlal etmekte, Türkiye’nin geçirmiş olduğu hukuki tecrübeyi, evrensel
hukuki birikimi ve İslam hukukunu yok saymaktadır. Sokakta katledilen
insanların failini bulmak için kılını kıpırdatmamakla hayatın dokunulmazlığını
ve can güvenliğini hiçe sayan bu ilkel ve vahşi zihniyet, maalesef özel
mülkiyetin dokunulmazlığını da yok sayan geri kalmış bir anlayışı temsil
etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder