17 Şubat 2015 Salı

Hidayet Karaca, haydutluk ve Türkiye’nin eriyen itibarı


Siyasi nedenlerden veya kendi vahim suçlarını örtmek için herhangi bir suçu olmayan masum insanları hedef alan yozlaşmış bir siyasi irade, illa ki hukuk dışına çıkmak, daha fazla suç işlemek ve haydutluk kabilinden ahlaksız eylemlere imza atmak zorundadır. Özellikle yolsuzlukları, hırsızlıkları, rüşvetçilikleri ve gayri ahlaki, gayri hukuki suçları ve işlemleri ayyuka çıkmış bir iktidarsanız, suçlarınıza ortak olmayan ve bu suçları sorun eden kitlelere dair hukuksuz bir zeminde yapıp edecekleriniz zulümden başka bir şey olamaz. Tıpkı savcıların direktifi ve ilgili mahkemelerin kararları eşliğinde hukuk çerçevesinde yolsuzluk, rüşvet ve casusluk faaliyetlerine karşı görevini yapmaktan başka suçları olmayan polisler ve polis amirlerine yapılanlar gibi. 22 Temmuz 2014 tarihinde abuk-subuk ithamlarla gözaltına alınan ve o tarihten bu yana haksız yere hapishanede tutulan polis amir ve memurları ile ilgili hala bir iddianame ortaya konulamazken, karşı karşıya kaldıkları hukuksuz ve haksız muamele elbette ki zulümden başka kelimeyle ifade edilemez.
            17-25 Aralık 2013 tarihinde patlak veren tarihi yolsuzluk ve rüşvet skandalından dolayı gerçek hukuk ve yargının kırıntısına bile tahammül edemeyen despotik Erdoğan rejimi, maalesef o tarihten itibaren muhalif gördüğü kesimlere karşı polisi ve yargıyı aşama aşama en adi bir silaha dönüştürmekten çekinmemiştir. Bu despotik ve hukuksuz süreçte normal hukuk kurallarına göre asla suç olmayacak söylem ve eylemlerden suçlar üretilmiş, suç olarak lanse edilecek herhangi bir fiili olmayanlar hakkında ise sahte belgeler ve uydurma deliller üretme yoluna gidilmiştir. Sıradan bir demokratik hukuk devletinde büyük cürüm sayılan suçlara gırtlaklarına kadar batmış durumdaki muktedir suç mafyası masum insanlara yönelik zulüm ve gadirleriyle suç galerilerini genişlettikçe genişletmişlerdir.
            Hiç şüphesiz ki 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk, rüşvet ve casusluk skandalının ana aktörlerinin suç galerilerine ilave ettikleri en feci cürümlerden biri de Samanyolu Medya Grubu Genel Müdürü Hidayet Karaca’yı görülmedik bir haydutlukla özgürlüğünden mahrum bırakmaktır. Türkiye’nin açık ara en çok satan gazetesi Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve bir grup TV dizisi çalışanı ile birlikte 14 Aralık 2014 sabahı gözaltına alınan Karaca, o günden bu yana haksız yere cezaevinde tutuluyor. Karaca, pazartesi günü cezaevinden gönderdiği mektupta, “65 gündür hiç bir delil ortaya konulmadan Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyorum. Tutukluluk gerekçesi ise; 2009 yılında yayınlanmış “Tek Türkiye” dizisinde geçen iki diyalogdan ibaret. Böylece birden terör örgütü yöneticisi oluverdim. Özgürlüğüm “Özgür Medyaya” yapılan darbeyle gasp edildi” diyerek karşı karşıya kaldığı haydutluğa adeta isyan ediyor.
            Tıpkı Hidayet Karaca gibi bugüne kadar hukukla hiçbir şekilde başı derde girmemiş pek çok sıradan vatandaş da her geçen gün daha da despotlaşan Erdoğan rejiminin hedefinde bulunuyor. 12-13 yaşlarındaki çocukların Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle yıllarca hapse çarptırıldığı bir baskı ortamında, daha birkaç gün önce, Şanlıurfa’da 14 Aralık 2014 günü özgür medyayı hedef alan sindirme saldırısını protesto eden 30’a yakın kişi gözaltına alınıverdi. Aralarında Şanlıurfalıların yakından tanıdığı bir işadamı da vardı. O saygın işadamı 24 saat kaldığı gözaltından çıkarken televizyonlara aynen şunları söylüyordu: “55 yaşındayım. Bugüne kadar herhangi bir şekilde hukuk ihlalinde bulunmadığım için ne karakol, ne de mahkeme yüzü gördüm. Nasip bugüneymiş! 14 Aralık günü özgür medyaya yapılan saldırıyı protesto ettiğim için dün gözaltına alındım. Bu gözaltı benim için büyük bir şereftir.”
            Bu ülkenin en şerefli insanlarını elindeki iktidar gücünü hayasızca istismar ederek, her biri ayrı bir suç teşkil eden hukuksuz eylemlerle yıldırmaya çalışmak Erdoğan rejiminin karakteri oldu maalesef. Erdoğan rejimi, Türkiye ve dünyadaki iyilik ve yardımlaşma kampanyalarıyla bilinen Hizmet hareketi başta olmak üzere, muhalif gördüğü her kesime yönelik keyfi, hukuksuz ve arsızca saldırdıkça dünyada yalnızlaşan ve tecrit edilen yine Erdoğan’ın kendisi oluyor. Yandaş gazetecilerine bizzat itiraf ettiği bu yalnızlaşmayı her ne kadar kendisi “umursamıyorum” diyerek geçiştirmeye çalışıyorsa da Türkiye’nin bu haklı tecritten büyük zararlar gördüğü muhakkak. Ama eminim ki, Erdoğan’ın kara propaganda makinası gibi kullandığı kamu medyasının ve yaygın yandaş medyanın tesirinde kalmayan dünya kamuoyu Türkiye’de neler olup bittiğini bu ülkede yaşayanlardan çok daha sağlıklı analiz edebiliyor. Bu sayede kimlerin masum olduğunu, kimlerin suç batağı içerisinde debelendiğini de rahatlıkla görebiliyor.
Erdoğan’ın dikta rejimi belki kendi destekçi kitlelerini yalanlar, iftiralar ve kara propagandalarla aldatabiliyor, ama bu yalan ve iftiralarla dünya kamuoyunu aldatması pek mümkün olmuyor. Bu yüzden de despotik Erdoğan rejimi, Erdoğan’ın şahsında, tüm dünyada kendisinden uzak durulması gereken bir cüzzamlı muamelesi görüyor. Doğrusu Erdoğan bu tavrı fazlasıyla hak ediyor, ama olan şerefli Cumhurbaşkanlığı koltuğunu doldurduğu Türkiye’ye oluyor. Suç batağına gömüldüğü halde ütopik hayaller aleminde yaşayan, herkesten, her kesimden şüphelendiği korkunç bir paranoya hissi ile temelsiz bir özgüven patlaması arasında gidip gelen ruh haletiyle Erdoğan, Türkiye’nin artık taşımakta zorlandığı bedeli ağır bir yük haline dönüşmüş bulunuyor. Aktörü olduğu suçlardan, şaiyası ayyuka çıkmış şüpheli ilişkilerinden ve herkesin az çok bildiği ulusal ve uluslararası zafiyetlerinden dolayı Erdoğan’ın bizzat kendisi tam teşekküllü bir milli güvenlik sorunu haline gelmiş durumda.
Şimdilerde tartışmalı iç güvenlik paketiyle en adisinden bir sıkıyönetim rejimini sürekli kılmaya çaba harcayan despotik Erdoğan rejimi, sıradan masum insanları hedefe koydukça dünyanın demokratik kurum ve çevrelerinin tepkilerinin de hedefi haline geliyor. Gün geçmiyor ki uluslararası saygın medya organlarında veya Foreign Policy, The American Interest, Foreign Affairs vb gibi prestijli mecralarda Erdoğan’ın despotluğunu, keyfiliğini ve hukuksuzluklarını hedef alan bir haber ya da yazı yayınlanmasın. İnsan hakları örgütlerinin, sivil haklar savunucusu kuruluşların, gazetecilik meslek örgütlerinin de hedefinde her geçen gün daha da despotlaşan Erdoğan rejiminin keyfilikleri bulunuyor.
Yani Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye’nin itibarı Erdoğan’ın eriyen itibarıyla birlikte maalesef hızla eriyor. ABD ve Avrupa ülkeleri vb gibi demokratik hukuk devletlerinin yetkililerinin bir arada görünmekten, liderlerinin aynı fotoğraf karesine girmekten utanır oldukları bir despotik lidere dönüşen Erdoğan, yine maalesef Türkiye’yi de hızla hak etmediği “haydut devletler” kategorisine doğru itiyor. Erdoğan ve çevresindeki bir grup kendini kaybetmiş zümrenin kışkırtıcı, bölücü, had hudud tanımayan keyfilikleriyle milletin birliği ve ülkenin bütünlüğünden gelen çatırtı sesleri güçlendikçe Türkiye uluslararası entelektüel çevrelerde giderek daha fazla “iflas etmiş devlet – failed state” çerçevesinde değerlendiriliyor.
Özgürlük Evi (Freedom House), Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Article 19 ve benzeri referans alınan pek çok kuruluşun hazırladığı objektif rapor ve indekslerde Erdoğan diktası altındaki Türkiye hızla irtifa kaybediyor. Keyfilikler ve hukuksuzluklar arttıkça Türkiye’nin oldukça berbat ve giderek daha da kötüleşen bu yeni konumu geri döndürülemez bir soruna dönüşüyor. Mesela basın özgürlüğü açısından Sınır Tanımayan Gazetecilerin son indeksinde 180 ülke arasında 149. sıraya yerleşen Türkiye, Freedom House tarafından “medyası özgür olan” ülkeler arasında görülmüyor.
Dünyada Twitter’da en fazla sansür uygulanan ülke payesini hak eden Türkiye, Facebook’daki sansür talebiyle Hindistan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Hindistan ile Türkiye arasındaki nüfus uçurumu göz önüne alındığında Türkiye nüfusa oranla bu alanda da açık ara birinci duruma yükseliyor. Bütün insan hakları ve demokratik hassasiyeti yüksek uluslararası gazetecilik örgütlerinin sert tepkisine muhatap olan Erdoğan diktası, Avrupa Parlamentosu'ndaki bütün siyasi grupların rekor imzayla destek verdikleri kınama kararlarının hedefine oturuyor. Aynı şekilde Demokrat ya da Cumhuriyetçi oldukları fark etmeksizin Amerikan Kongresi’ndeki 88 temsilci Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın isimlerini güçlü ifadelerle geçirdikleri bir mektubun altına imza koyuyor.
Gazeteci dostumuz Hidayet Karaca gibi masum insanları görülmedik pervasızlıkta bir haydutlukla ve hiçbir hukuki gerekçe gösterme zahmetinde bulunmadan yaklaşık 70 gündür cezaevinde tutan despotik Erdoğan rejimi, zaten berbat durumda olan kendi itibarını yok ettiği gibi Türkiye’ye de onarılması oldukça güç ve telafisi uzun zaman alacak büyük zararlar veriyor. Karaca ve benzerleri başta olmak üzere, Türkiye halkı bu ahlaksız zulmü hak etmediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti de ahlaki ve hukuki hiçbir değeri tanımayan zalimlerin yol açtığı kahredici bu itibarsızlığı asla hak etmiyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder