Siyasi nedenlerden veya
kendi vahim suçlarını örtmek için herhangi bir suçu olmayan masum insanları
hedef alan yozlaşmış bir siyasi irade, illa ki hukuk dışına çıkmak, daha fazla suç
işlemek ve haydutluk kabilinden ahlaksız eylemlere imza atmak zorundadır.
Özellikle yolsuzlukları, hırsızlıkları, rüşvetçilikleri ve gayri ahlaki, gayri
hukuki suçları ve işlemleri ayyuka çıkmış bir iktidarsanız, suçlarınıza ortak
olmayan ve bu suçları sorun eden kitlelere dair hukuksuz bir zeminde yapıp
edecekleriniz zulümden başka bir şey olamaz. Tıpkı savcıların direktifi ve ilgili
mahkemelerin kararları eşliğinde hukuk çerçevesinde yolsuzluk, rüşvet ve
casusluk faaliyetlerine karşı görevini yapmaktan başka suçları olmayan polisler
ve polis amirlerine yapılanlar gibi. 22 Temmuz 2014 tarihinde abuk-subuk
ithamlarla gözaltına alınan ve o tarihten bu yana haksız yere hapishanede tutulan
polis amir ve memurları ile ilgili hala bir iddianame ortaya konulamazken,
karşı karşıya kaldıkları hukuksuz ve haksız muamele elbette ki zulümden başka
kelimeyle ifade edilemez.
17-25
Aralık 2013 tarihinde patlak veren tarihi yolsuzluk ve rüşvet skandalından
dolayı gerçek hukuk ve yargının kırıntısına bile tahammül edemeyen despotik Erdoğan
rejimi, maalesef o tarihten itibaren muhalif gördüğü kesimlere karşı polisi ve
yargıyı aşama aşama en adi bir silaha dönüştürmekten çekinmemiştir. Bu despotik
ve hukuksuz süreçte normal hukuk kurallarına göre asla suç olmayacak söylem ve
eylemlerden suçlar üretilmiş, suç olarak lanse edilecek herhangi bir fiili
olmayanlar hakkında ise sahte belgeler ve uydurma deliller üretme yoluna
gidilmiştir. Sıradan bir demokratik hukuk devletinde büyük cürüm sayılan suçlara
gırtlaklarına kadar batmış durumdaki muktedir suç mafyası masum insanlara
yönelik zulüm ve gadirleriyle suç galerilerini genişlettikçe genişletmişlerdir.
Hiç
şüphesiz ki 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk, rüşvet ve casusluk skandalının ana
aktörlerinin suç galerilerine ilave ettikleri en feci cürümlerden biri de Samanyolu
Medya Grubu Genel Müdürü Hidayet Karaca’yı görülmedik bir haydutlukla özgürlüğünden
mahrum bırakmaktır. Türkiye’nin açık ara en çok satan gazetesi Zaman’ın Genel
Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve bir grup TV dizisi çalışanı ile birlikte 14
Aralık 2014 sabahı gözaltına alınan Karaca, o günden bu yana haksız yere
cezaevinde tutuluyor. Karaca, pazartesi günü cezaevinden gönderdiği mektupta, “65
gündür hiç bir delil ortaya konulmadan Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyorum.
Tutukluluk gerekçesi ise; 2009 yılında yayınlanmış “Tek Türkiye” dizisinde
geçen iki diyalogdan ibaret. Böylece birden terör örgütü yöneticisi oluverdim.
Özgürlüğüm “Özgür Medyaya” yapılan darbeyle gasp edildi” diyerek karşı karşıya
kaldığı haydutluğa adeta isyan ediyor.
Tıpkı
Hidayet Karaca gibi bugüne kadar hukukla hiçbir şekilde başı derde girmemiş pek
çok sıradan vatandaş da her geçen gün daha da despotlaşan Erdoğan rejiminin
hedefinde bulunuyor. 12-13 yaşlarındaki çocukların Erdoğan’a hakaret ettikleri
gerekçesiyle yıllarca hapse çarptırıldığı bir baskı ortamında, daha birkaç gün
önce, Şanlıurfa’da 14 Aralık 2014 günü özgür medyayı hedef alan sindirme
saldırısını protesto eden 30’a yakın kişi gözaltına alınıverdi. Aralarında
Şanlıurfalıların yakından tanıdığı bir işadamı da vardı. O saygın işadamı 24
saat kaldığı gözaltından çıkarken televizyonlara aynen şunları söylüyordu: “55
yaşındayım. Bugüne kadar herhangi bir şekilde hukuk ihlalinde bulunmadığım için
ne karakol, ne de mahkeme yüzü gördüm. Nasip bugüneymiş! 14 Aralık günü özgür
medyaya yapılan saldırıyı protesto ettiğim için dün gözaltına alındım. Bu gözaltı
benim için büyük bir şereftir.”
Bu
ülkenin en şerefli insanlarını elindeki iktidar gücünü hayasızca istismar
ederek, her biri ayrı bir suç teşkil eden hukuksuz eylemlerle yıldırmaya
çalışmak Erdoğan rejiminin karakteri oldu maalesef. Erdoğan rejimi, Türkiye ve
dünyadaki iyilik ve yardımlaşma kampanyalarıyla bilinen Hizmet hareketi başta olmak
üzere, muhalif gördüğü her kesime yönelik keyfi, hukuksuz ve arsızca
saldırdıkça dünyada yalnızlaşan ve tecrit edilen yine Erdoğan’ın kendisi
oluyor. Yandaş gazetecilerine bizzat itiraf ettiği bu yalnızlaşmayı her ne
kadar kendisi “umursamıyorum” diyerek geçiştirmeye çalışıyorsa da Türkiye’nin
bu haklı tecritten büyük zararlar gördüğü muhakkak. Ama eminim ki, Erdoğan’ın
kara propaganda makinası gibi kullandığı kamu medyasının ve yaygın yandaş medyanın
tesirinde kalmayan dünya kamuoyu Türkiye’de neler olup bittiğini bu ülkede
yaşayanlardan çok daha sağlıklı analiz edebiliyor. Bu sayede kimlerin masum
olduğunu, kimlerin suç batağı içerisinde debelendiğini de rahatlıkla
görebiliyor.
Erdoğan’ın dikta rejimi
belki kendi destekçi kitlelerini yalanlar, iftiralar ve kara propagandalarla
aldatabiliyor, ama bu yalan ve iftiralarla dünya kamuoyunu aldatması pek mümkün
olmuyor. Bu yüzden de despotik Erdoğan rejimi, Erdoğan’ın şahsında, tüm dünyada
kendisinden uzak durulması gereken bir cüzzamlı muamelesi görüyor. Doğrusu Erdoğan
bu tavrı fazlasıyla hak ediyor, ama olan şerefli Cumhurbaşkanlığı koltuğunu
doldurduğu Türkiye’ye oluyor. Suç batağına gömüldüğü halde ütopik hayaller
aleminde yaşayan, herkesten, her kesimden şüphelendiği korkunç bir paranoya
hissi ile temelsiz bir özgüven patlaması arasında gidip gelen ruh haletiyle
Erdoğan, Türkiye’nin artık taşımakta zorlandığı bedeli ağır bir yük haline dönüşmüş
bulunuyor. Aktörü olduğu suçlardan, şaiyası ayyuka çıkmış şüpheli ilişkilerinden
ve herkesin az çok bildiği ulusal ve uluslararası zafiyetlerinden dolayı Erdoğan’ın
bizzat kendisi tam teşekküllü bir milli güvenlik sorunu haline gelmiş durumda.
Şimdilerde tartışmalı iç
güvenlik paketiyle en adisinden bir sıkıyönetim rejimini sürekli kılmaya çaba
harcayan despotik Erdoğan rejimi, sıradan masum insanları hedefe koydukça
dünyanın demokratik kurum ve çevrelerinin tepkilerinin de hedefi haline
geliyor. Gün geçmiyor ki uluslararası saygın medya organlarında veya Foreign
Policy, The American Interest, Foreign Affairs vb gibi prestijli mecralarda
Erdoğan’ın despotluğunu, keyfiliğini ve hukuksuzluklarını hedef alan bir haber
ya da yazı yayınlanmasın. İnsan hakları örgütlerinin, sivil haklar savunucusu
kuruluşların, gazetecilik meslek örgütlerinin de hedefinde her geçen gün daha
da despotlaşan Erdoğan rejiminin keyfilikleri bulunuyor.
Yani Erdoğan’ın başında
bulunduğu Türkiye’nin itibarı Erdoğan’ın eriyen itibarıyla birlikte maalesef hızla
eriyor. ABD ve Avrupa ülkeleri vb gibi demokratik hukuk devletlerinin
yetkililerinin bir arada görünmekten, liderlerinin aynı fotoğraf karesine
girmekten utanır oldukları bir despotik lidere dönüşen Erdoğan, yine maalesef Türkiye’yi
de hızla hak etmediği “haydut devletler” kategorisine doğru itiyor. Erdoğan ve
çevresindeki bir grup kendini kaybetmiş zümrenin kışkırtıcı, bölücü, had hudud
tanımayan keyfilikleriyle milletin birliği ve ülkenin bütünlüğünden gelen çatırtı
sesleri güçlendikçe Türkiye uluslararası entelektüel çevrelerde giderek daha
fazla “iflas etmiş devlet – failed state” çerçevesinde değerlendiriliyor.
Özgürlük Evi (Freedom
House), Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, İnsan
Hakları İzleme Örgütü (HRW), Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Article 19 ve
benzeri referans alınan pek çok kuruluşun hazırladığı objektif rapor ve
indekslerde Erdoğan diktası altındaki Türkiye hızla irtifa kaybediyor.
Keyfilikler ve hukuksuzluklar arttıkça Türkiye’nin oldukça berbat ve giderek
daha da kötüleşen bu yeni konumu geri döndürülemez bir soruna dönüşüyor. Mesela
basın özgürlüğü açısından Sınır Tanımayan Gazetecilerin son indeksinde 180 ülke
arasında 149. sıraya yerleşen Türkiye, Freedom House tarafından “medyası özgür
olan” ülkeler arasında görülmüyor.
Dünyada Twitter’da en
fazla sansür uygulanan ülke payesini hak eden Türkiye, Facebook’daki sansür
talebiyle Hindistan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Hindistan ile Türkiye
arasındaki nüfus uçurumu göz önüne alındığında Türkiye nüfusa oranla bu alanda
da açık ara birinci duruma yükseliyor. Bütün insan hakları ve demokratik
hassasiyeti yüksek uluslararası gazetecilik örgütlerinin sert tepkisine muhatap
olan Erdoğan diktası, Avrupa Parlamentosu'ndaki bütün siyasi grupların rekor
imzayla destek verdikleri kınama kararlarının hedefine oturuyor. Aynı şekilde
Demokrat ya da Cumhuriyetçi oldukları fark etmeksizin Amerikan Kongresi’ndeki
88 temsilci Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın isimlerini güçlü ifadelerle geçirdikleri
bir mektubun altına imza koyuyor.
Gazeteci dostumuz Hidayet
Karaca gibi masum insanları görülmedik pervasızlıkta bir haydutlukla ve hiçbir
hukuki gerekçe gösterme zahmetinde bulunmadan yaklaşık 70 gündür cezaevinde
tutan despotik Erdoğan rejimi, zaten berbat durumda olan kendi itibarını yok
ettiği gibi Türkiye’ye de onarılması oldukça güç ve telafisi uzun zaman alacak büyük
zararlar veriyor. Karaca ve benzerleri başta olmak üzere, Türkiye halkı bu
ahlaksız zulmü hak etmediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti de ahlaki ve hukuki
hiçbir değeri tanımayan zalimlerin yol açtığı kahredici bu itibarsızlığı asla
hak etmiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder