KCK yapılanması konusunda
yürütülen bir soruşturma kapsamında 2012 yılında Başsavcı Sadrettin Sarıkaya
tarafından ifadeye çağrılan Hakan Fidan, üzerine binlerce komplo teorisi
kurulan bu olayın tam da yıldönümü olan 7 Şubat 2015 günü büyük bir patırtıyla
görevinden istifa etti. Her ne kadar kendisine “sır küpüm” diyen Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’dan istifasına dair sitem dolu açıklamalar gelse de Fidan’ın,
kahramanlık destanları ve başarı efsaneleri eşliğinde önümüzdeki dönemin önemli
siyasi figürlerinden biri olacağı hem siyasi çevrelerde hem de medyada yaygın
şekilde konuşuldu, yazıldı, çizildi, analizler yapıldı. Peki, kamuoyunun
yakından tanıdığı Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı dönemi gerçekten halk
kitlelerinde yaygın kabul gördüğü haliyle efsaneleşen başarılarla mı dolu,
yoksa en berbat hezimetler cilalanarak oluşturulan bir “algıdan kahraman”la mı
karşı karşıyayız? Bu yazıda herkesin bildiği ama konuşmaktan çekindiği bazı
gerçekleri sıralayarak bu konuyu analiz etmeye çalışacağım.
Öncelikle hakkında pek
çok ciddi iddia ve karanlık şaibe bulunan Hakan Fidan’ın kamusal alanda bilinen
olağandışı yaşam grafiği üzerinden kim olduğuna değinmekle başlayabiliriz. 1968
doğumlu olan Fidan, 1986’dan 2001'e kadar orduda astsubay olarak görev aldı.
Askerliği kendi isteğiyle bırakıp, University of Maryland’den Yönetim ve
Siyaset Bilimi alanından lisans derecesi aldı. Bilkent Üniversitesi’nde “Dış
Politikada İstihbaratın Yeri” isimli teziyle mastır yaptı. Aynı üniversitede
2006’da da “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon
Teknolojilerinin Kullanımı” başlıklı tez ile doktora yaptı.
Viyana’da Uluslararası
Atom Enerjisi Kurumu’nda, Cenevre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma
Enstitüsü’nde ve Londra’da Verification Technologies Research Center’da
akademik çalışmalarını sürdürdü. Almanya’daki NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu
Karargahı’nda da çalışan Fidan 2001’den itibaren iki yıl Avustralya Türkiye
Büyükelçiliği’nde Kıdemli Siyasi ve Ekonomik Danışman olarak görevi yaptı. 2003’te
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Başkanlığına
atandı. TİKA’daki başarılı performansından dolayı olsa gerek 14 Kasım 2007’de
Başbakanlık müsteşar yardımcılığı görevine getirilen Fidan, 2008 Kasım ayında
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atandı. 17 Nisan
2009’da Millî İstihbarat Teşkilatı müsteşar yardımcılığına, 25 Mayıs 2010
tarihinde ise MİT Müsteşarı görevine atandı. Fidan hakkında gerçeklerle
efsanelerin, hezimet niteliğindeki başarısızlıklarının bile algı yönetimi
(perception management) yoluyla kahramanlaştırıldığı asıl dönem işte bu yıllara
denk geldi.
Hakan Fidan figürü bazı
çevreler tarafından İran’la açıklanması güç ve oldukça sıra dışı ilişkileri
olan, hatta Türkiye devletine sızmış bir “Truva Atı” olarak algılanırken, Türkiye’nin
bölgede ve uluslararası alanda vardığı son derece berbat yerin de beceriksiz
(belki de becerikli) mimarı olarak görülüyor. Öte yandan, bunun tam tersine, hükümetin
kontrolündeki yaygın medya ağı üzerinden oluşturulan şehir efsaneleri sayesinde
Hakan Fidan hakkında gücü ve kabiliyetleri her şeye yeten bir insanüstü varlık,
bir süpermen figürü başarıyla inşa edilmiş ve toplumun önemlice bir kesimi buna
inandırılmış durumda.
Hemen belirtmeliyim ki, Hakan
Fidan’ın bana göre en büyük başarısı, Türkiye’nin bir tek adam diktasına
dönüşmesinin gizli kahramanı olan Beşir Atalay ile birlikte bu despotik
gidişatın pasif payandası durumundaki Ahmet Davutoğlu’na olan şahsi yakınlığını,
güç ve iktidarı şahsileştiren Erdoğan’ın “sır küpü” olmaya dönüştürebilmesidir.
Bu yüzdendir ki Hakan Fidan’a dair herhangi bir eleştiri kendisinden önce
Atalay, Davutoğlu, Erdoğan ve bunların emrindeki sıralı güç odaklarının sinir
uçlarına dokunmaktadır. Bu müthiş siyasi, yasal ve medyatik koruma, kollama ağı
Fidan’a hiçbir kula nasip olmayacak bir dokunulmazlığın konforunu
bahşetmektedir.
Peki Fidan, MİT’teki son
derece tartışmalı görevleri boyunca gerçekten efsaneleştirildiği şekilde
başarılı bir grafiğe mi sahiptir? Müsteşar yardımcılığı dahil MİT’te görevde
olduğu 6 yıl boyunca yaşananlar ve Türkiye’nin dış politika ve ulusal güvenlik
açısından düşürüldüğü zavallı durum, aslında, bunun pek de anlatıldığı gibi
olmadığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Ama biz yine de Fidan döneminde istihbarat
zaafiyeti ya da başarısız istihbarat operasyonları neticesinde yaşananları
şöyle bir hatırlayalım.
Mesela 9 vatandaşımızın uluslararası
sularda İsrail askerleri tarafından hunharca katledildiği Mavi Marmara
skandalını ele alalım. Sivil toplum görüntüsü altında dahi olsa bu tür bir
eylemin oluşturacağı risklerin istihbaratını, analizini yapma ve ona göre
politika yapıcıları uyarma görevi varsa herhalde bu görev en birincil olarak
Fidan’ın başında bulunduğu MİT’e düşer. Türkiye’nin orta ve uzun vadeli
bölgesel ve uluslararası çıkarlarına çok büyük darbe indiren bu olayda MİT’in tarihi
başarısızlığını kayıtlara geçirmek gerekir.
Hele hele İHH gibi geçmişten
beri MİT ile girift ilişkileri olduğuna dair yaygın şüphe ve şaibe bulunan bir
örgütün bu skandalın baş aktörü olması büyük bir diplomatik hezimete dönüşen
skandalla ilgili Fidan’ı da müsebbipler arasında saymayı gerekli kılar. Olayın
31 Mayıs 2010 tarihinde, yani Fidan’ın müsteşar olarak atanmasından
sadece 2 hafta sonra, gerçekleşmiş olmasını da yine not etmek gerekir. Türkiye’nin
dış politika eksenindeki kayma ve yönü üzerindeki tartışmaları alevlendirerek
güçlendiren Mavi Marmara olayı şayet Türkiye’nin milli çıkarlarına vurulmuş büyük
bir darbeyse, ki öyle, bu olaydan kahramanlıklar üretmeye matuf yapılan tüm siyasi
ve medyatik algı operasyonlarına rağmen Fidan bu hezimetin en güçlü ortağıdır. İnsanların
masum duyguları sömürülerek ülkeyi siyasal İslamcı bir dümene kırmak üzere Mavi
Marmara’nın Türkiye’ye atılmış çok büyük bir kazık olduğundan sanırım artık
kimsenin bir şüphesi bulunmuyordur.
Öte yandan, Türkiye’nin
tam 32 yıldır en büyük baş belası olan terör örgütü PKK’nın güvenlik güçleri
tarafından en fazla köşeye sıkıştırıldığı bir dönemde gerçekleşen
Uludere/Roboski katliamıyla PKK ve Kürt sorununun üstesinden gelme konusunda
bambaşka bir rotaya dümen kırıldı. Çoğu çocuk yaştaki 34 vatandaşımızın Türk
uçakları tarafından acımasızca bombalanarak katledilmesi Kürt vatandaşlarımızda
çok ciddi bir duygusal kopuşa yol açtığı kadar, PKK konusunda yürütülen etkin
mücadeleyi de akim bıraktı. Bütün izlerin, şüphelerin ve delillerin MİT’in
verdiği yanlış ya da kasıtlı istihbarat sonucu bu trajedinin yaşandığını
gösterdiği sanırım artık bir sır değil. 31 Aralık 2011 tarihinde yaşanan bu
katliamla Türkiye’de güvenlik alanı ve oluşmakta olan AKP Devleti’nin çelik
çekirdeği tamamen MİT’e teslim edildi. TSK ve kolluk güçlerinin istihbarat ve güvenliğe
dair kabiliyet ve becerileri neredeyse tamamen budandı. Yüzlerce yıllık çok
boyutlu Kürt sorunu PKK terör örgütüne indirgenirken, PKK ise Kürtlerin tek
temsilcisi haline getirilecek kadar güçlendirildi.
Buna paralel olarak,
artık Kemal Burkay gibi birçok Kürt siyasetçinin de açıkça ifade ettiği gibi,
MİT PKK’nın şehir yapılanmasını örgütleme işini de üzerine aldı. MİT’in PKK lideri
Öcalan’ın hapis bulunduğu İmralı ile Kandil arasında postacılık vazifesi
yüklendiği, bazı eylem ve terörist saldırı talimatlarının da bu yolla ulaştırıldığı
defalarca yazılıp çizildi. Terör örgütü PKK’ya yapılan operasyonlar
durdurulurken, MİT marifetiyle kurulduğu iddia edilen KCK’nın önü iyice açıldı.
Tüm bunlar Oslo görüşmeleriyle resmiyete döküldü ve protokollerle imza altına
alındı. Devletin, ülkenin ve milletin ali çıkarlarını hiçe sayıp AKP’nin ve
Erdoğan’ın siyasi ihtiraslarına göre hareket eden bir gizli istihbarat teşkilatına
dönüştürülen MİT, Hakan Fidan’ın aktif rol alımıyla ülkeyi sonu belli olmayan
bir kaçınılmaz felakete doğru sürüklemeye başladı. Medya ve aydınlar üzerinde
oluşturulan baskı terörü ile “çözüm süreci” olarak tanımlanan PKK ile ucuz
pazarlık sürecine dair eleştiriler tamamen susturuldu.
MİT Müsteşarı Hakan
Fidan, yine bu süreç sayesinde güç toplayan PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyinin
etnik ve demografik yapısını değiştirerek sınırda yeni bir Kürt devletçiğini
kurmasına, tabiri caizse, ebelik etti. Belli ki şimdilerde Hakan Fidan, istifa
etmek suretiyle, sonuçlarının ülke ve millet için kaçınılmaz bir hezimete
dönüşeceğinden neredeyse kimsenin kuşku duymadığı bu süreçten yakasını kurtarma
peşinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyunda şaşkınlığa yol açan telaşlı sitemi
de belki bundan kaynaklanmaktadır.
Coşkulu bir heyecanla
başlayan Arap isyanları da büyük ölçüde MİT’in beceriksizleri ve karar
alıcıları yanlış yönlendirmesiyle Türkiye için tam bir felakete dönüştü. Kendi
iç istikrar ve barışını oluşturmakta ve korumakta acziyet içerisinde olan bir
ülke durumundaki Türkiye, tarihsel ilişkilerimizin bulunduğu yakın ya da nispeten
uzak komşularımızın iç işlerine burnunu sokmayı ilkesiz bir ahlak haline
getirdi. Türkiye, Irak’ın içişlerine karışmanın bedelini düşman bir Bağdat’la
karşı karşıya kalarak ödedi. Bu açığın telafisini Kürdistan Kürt Bölgesel
Yönetimi’ne yaklaşmakta buldu. Bu sefer de Irak’ı bölmekle itham edilen bir
ülke konumuna itildi. Irak’ın toprak bütünlüğü geçmişte kırmızı çizgiyken aşırı
özgüven ve doymak bilmez siyasal ihtiraslarla Irak’ın bölünmesine uğraşan bir
siyasete yönelindi. Bütün bunların faturasının Türkiye’nin önüne konulması elbette
ki gecikmedi ve daha fazla konulmaya devam edecek gibi.
Irak’ın ve Suriye’nin
bölüneceği ve bölünecek bu ülkelerin kuzey kısımlarında (ki enerji kaynakları
çoğunlukla buralarda) Türkiye’nin nüfuz kuracağına dair ham hayaller Fidan
yönetimindeki MİT’i Suriye’deki muhalifleri hesapsız bir şekilde örgütlemeye, desteklemeye,
silahlandırmaya ve eğitmeye itti. “Esed gitsin de nasıl giderse gitsin” öngörüsüz,
ilkesiz ve sorumsuz yaklaşımı neticesinde Suriye’de neye evrileceği belli
olmayan radikal muhalif gruplara binlerce tır dolusu yardım ve silah sevkiyatı
yapıldı. Desteklenen bu gruplar, daha sonra, bugün dünyanın başına bela olan
IŞİD koalisyonunun ortakları haline dönüştü. Böylece Türkiye de hunharca kafa
kesen, diri diri insan yakan bu vahşi radikal terör örgütünün destekçisi
durumuna düşürüldü. Son derece başarılı tüm algı ve medya kampanyalarına rağmen,
Fidan ileride hangi başarılarıyla anılır bilemem. Ama Türkiye’nin adının
geçmişte İran ve Suriye’nin olduğu gibi, artık radikal terör örgütleriyle
birlikte anılıyor olmasının büyük ölçüde Fidan’ın eseri olduğundan şüphe duymam.
Elbette ki bu korkunç
eserin tek ağır faturası bölgede ve uluslararası alanda giderek daha fazla yalnızlaşan
bir Türkiye olarak karşımıza çıkmıyor. Beslenen terör örgütlerinin dönüp
Türkiye’yi tehdit etme ihtimali ve riski en güncel güvenlik konularının başında
geliyor. MİT ve yönlendirdiği hükümet eliyle Suriye’nin Afganistanlaşmasının
bedelini ülke, Allah korusun, bir çeşit Pakistanlaşmayla ödeme riskiyle karşı
karşıya bulunuyor.
Doğu Akdeniz’de sebepleri
hala sır olarak saklanan F4 savaş uçağımızın düşürülmesi ve pilotlarımızın
şehit edilmesi, Çeçen cihadistlerin Suriye’de savaşmasına karşı çıkan toplum
liderlerine yönelik suikastler, Sultanahmet’teki polis şehit eden canlı bomba
eylemi, Niğde’de şehit edilen üç güvenlik görevlimiz, 52 vatandaşımızın şehit
düştüğü Reyhanlı saldırısı, 13 vatandaşımızın şehit olduğu Cilvegözü saldırısı
ve IŞİD/El Kaide otobanına dönen Türkiye’nin aynı zamanda açıktan bir adam
devşirme merkezine dönüşmesi vb gelişmeler, bu sürecin başında değil ileri bir
noktasında olduğumuzu anlatmaya yeter sanırım. Bütün bunlar bir yana, Musul
Konsolosluğumuzun büyük bir öngörüsüzlük ve istihbarat zafiyetiyle diplomatik personeliyle
birlikte IŞİD’e bırakılması ve 49 vatandaşımızın alıkonarak aylar boyunca rehin
tutulması. Ve nihayet ayrıntıları ortaya çıktığında herkesin midesinin mutlaka
bulanacağı bir takasla sonlandırılmasını da MİT’in başarı ve zafer hanesine
yazmak gerekir.
Mısır’da yine Fidan
yönetimindeki MİT’in ve bizzat Fidan’ın şahsen oynadığı rolün gerek Mısır’ı
gerekse Türkiye’nin Mısır ile olan ilişkilerini ne hale getirdiği ortada. Buna Türkiye’nin
Libya’daki durumunu da eklemek elzem elbette. Kendi iç ve dış güvenliğini kendi
imkanlarıyla sağlamakta yetersiz bir ülkenin başka ülkelerin iç işlerine bu
kadar müdahil olmak suretiyle emperyal rüyalar görüp, yetersizliklerinden
dolayı önlenemez kabuslar yaşamasının ana müsebbiplerinden birinin Fidan
olmadığını kim savunabilir?
Bunun ötesinde Paris’te 3
PKK’lı kadının öldürülmesinde MİT’in parmak ve ayak izlerine rastlanmasının
orta ve uzun vadede Türkiye’yi ne kadar zor duruma sokacağının henüz ne halk,
ne de devlet yöneticilerimiz tam farkında. Bu cinayetlerin nasıl bir tepkiye ve
bu tepkinin nasıl bir kartopuna dönüşerek büyüyebileceğini merak edenlerin, 1990’lı
yıllarda İran’ı köşeye sıkıştıran Mikonos Davası’na şöyle bir bakmalarını salık
veririm.
Daha 7 Şubat 2012
komplosu, Reza Zarrab’ın baş aktörü olduğu uluslararası kara para rezaletini, Başbakanlıkta böcek kumpası gibi Fidan’ın
nice başarılarını saymamız mümkün. Maalesef bu başarıları sıralamaya ve
anlatmaya ne zamanımız, ne de yerimiz yeter. AKP’nin siyasi amaçlarına hizmet
için kendi ülkesine füze atmaktan, kendi askerini öldürtmeye varıncaya kadar
her türlü komployu yapabileceğine dair ses kayıtları ortaya dökülen Hakan Fidan’ın,
ki burada Fuat Avni’nin kim olduğunu bulamadığı gibi bu ses kayıtlarını
sızdıranları da hala bulamayan efsanevi bir MİT yöneticisinden bahsediyoruz, 6
yıllık başarı karnesinin bir kısmı böyle.
Ama şunu mutlaka kabul
etmeliyiz ki, muhalefetin susturulması konusunda gizlilik kararları ve basın
yasakları koyarak, Bizans oyunlarına taş çıkaracak algı operasyonları ve emre
amade medyayı silah olarak kullanarak en büyük başarıyı başarısızlık, akı kara,
karayı ak, hezimetleri efsanevi birer zafer gibi sunmak konusunda Hakan Fidan
ve başında bulunduğu istihbarat kadrosu çok başarılıydı.
Yine de Fidan’ın gerçekten
başarılı mı, yoksa felaket derecesinde başarısız mı olduğunu anlamak için
Türkiye’nin dünya siyasetinde bulunduğu gerçek konuma şöyle bir bakın derim. Çünkü
insanın güveneceği kendi gözü gibisi yok! Ama şunu da kabul edin ki, algı
yönetimi ve medyatik algı operasyonlarıyla çöken ve çözülen bir Türkiye
konusunda, iç kamuoyunda, yükselen bir Türkiye algısı oluşturmayı başardığı
gibi, Hakan Fidan kendisi hakkında da süper başarılı, efsanevi bir istihbarat
yöneticisi algısı oluşturmayı başardı. Ülkeyi felaketlere sürükleyen Hakan
Fidan’ı son bahsettiğimiz bu başarısından dolayı ne kadar tebrik etsek azdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder