11 Şubat 2015 Çarşamba

Hakan Fidan: Algıdan kahraman


KCK yapılanması konusunda yürütülen bir soruşturma kapsamında 2012 yılında Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifadeye çağrılan Hakan Fidan, üzerine binlerce komplo teorisi kurulan bu olayın tam da yıldönümü olan 7 Şubat 2015 günü büyük bir patırtıyla görevinden istifa etti. Her ne kadar kendisine “sır küpüm” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan istifasına dair sitem dolu açıklamalar gelse de Fidan’ın, kahramanlık destanları ve başarı efsaneleri eşliğinde önümüzdeki dönemin önemli siyasi figürlerinden biri olacağı hem siyasi çevrelerde hem de medyada yaygın şekilde konuşuldu, yazıldı, çizildi, analizler yapıldı. Peki, kamuoyunun yakından tanıdığı Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı dönemi gerçekten halk kitlelerinde yaygın kabul gördüğü haliyle efsaneleşen başarılarla mı dolu, yoksa en berbat hezimetler cilalanarak oluşturulan bir “algıdan kahraman”la mı karşı karşıyayız? Bu yazıda herkesin bildiği ama konuşmaktan çekindiği bazı gerçekleri sıralayarak bu konuyu analiz etmeye çalışacağım.
Öncelikle hakkında pek çok ciddi iddia ve karanlık şaibe bulunan Hakan Fidan’ın kamusal alanda bilinen olağandışı yaşam grafiği üzerinden kim olduğuna değinmekle başlayabiliriz. 1968 doğumlu olan Fidan, 1986’dan 2001'e kadar orduda astsubay olarak görev aldı. Askerliği kendi isteğiyle bırakıp, University of Maryland’den Yönetim ve Siyaset Bilimi alanından lisans derecesi aldı. Bilkent Üniversitesi’nde “Dış Politikada İstihbaratın Yeri” isimli teziyle mastır yaptı. Aynı üniversitede 2006’da da “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı” başlıklı tez ile doktora yaptı.
Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda, Cenevre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü’nde ve Londra’da Verification Technologies Research Center’da akademik çalışmalarını sürdürdü. Almanya’daki NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargahı’nda da çalışan Fidan 2001’den itibaren iki yıl Avustralya Türkiye Büyükelçiliği’nde Kıdemli Siyasi ve Ekonomik Danışman olarak görevi yaptı. 2003’te Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Başkanlığına atandı. TİKA’daki başarılı performansından dolayı olsa gerek 14 Kasım 2007’de Başbakanlık müsteşar yardımcılığı görevine getirilen Fidan, 2008 Kasım ayında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atandı. 17 Nisan 2009’da Millî İstihbarat Teşkilatı müsteşar yardımcılığına, 25 Mayıs 2010 tarihinde ise MİT Müsteşarı görevine atandı. Fidan hakkında gerçeklerle efsanelerin, hezimet niteliğindeki başarısızlıklarının bile algı yönetimi (perception management) yoluyla kahramanlaştırıldığı asıl dönem işte bu yıllara denk geldi.
Hakan Fidan figürü bazı çevreler tarafından İran’la açıklanması güç ve oldukça sıra dışı ilişkileri olan, hatta Türkiye devletine sızmış bir “Truva Atı” olarak algılanırken, Türkiye’nin bölgede ve uluslararası alanda vardığı son derece berbat yerin de beceriksiz (belki de becerikli) mimarı olarak görülüyor. Öte yandan, bunun tam tersine, hükümetin kontrolündeki yaygın medya ağı üzerinden oluşturulan şehir efsaneleri sayesinde Hakan Fidan hakkında gücü ve kabiliyetleri her şeye yeten bir insanüstü varlık, bir süpermen figürü başarıyla inşa edilmiş ve toplumun önemlice bir kesimi buna inandırılmış durumda.
Hemen belirtmeliyim ki, Hakan Fidan’ın bana göre en büyük başarısı, Türkiye’nin bir tek adam diktasına dönüşmesinin gizli kahramanı olan Beşir Atalay ile birlikte bu despotik gidişatın pasif payandası durumundaki Ahmet Davutoğlu’na olan şahsi yakınlığını, güç ve iktidarı şahsileştiren Erdoğan’ın “sır küpü” olmaya dönüştürebilmesidir. Bu yüzdendir ki Hakan Fidan’a dair herhangi bir eleştiri kendisinden önce Atalay, Davutoğlu, Erdoğan ve bunların emrindeki sıralı güç odaklarının sinir uçlarına dokunmaktadır. Bu müthiş siyasi, yasal ve medyatik koruma, kollama ağı Fidan’a hiçbir kula nasip olmayacak bir dokunulmazlığın konforunu bahşetmektedir.
Peki Fidan, MİT’teki son derece tartışmalı görevleri boyunca gerçekten efsaneleştirildiği şekilde başarılı bir grafiğe mi sahiptir? Müsteşar yardımcılığı dahil MİT’te görevde olduğu 6 yıl boyunca yaşananlar ve Türkiye’nin dış politika ve ulusal güvenlik açısından düşürüldüğü zavallı durum, aslında, bunun pek de anlatıldığı gibi olmadığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Ama biz yine de Fidan döneminde istihbarat zaafiyeti ya da başarısız istihbarat operasyonları neticesinde yaşananları şöyle bir hatırlayalım.
Mesela 9 vatandaşımızın uluslararası sularda İsrail askerleri tarafından hunharca katledildiği Mavi Marmara skandalını ele alalım. Sivil toplum görüntüsü altında dahi olsa bu tür bir eylemin oluşturacağı risklerin istihbaratını, analizini yapma ve ona göre politika yapıcıları uyarma görevi varsa herhalde bu görev en birincil olarak Fidan’ın başında bulunduğu MİT’e düşer. Türkiye’nin orta ve uzun vadeli bölgesel ve uluslararası çıkarlarına çok büyük darbe indiren bu olayda MİT’in tarihi başarısızlığını kayıtlara geçirmek gerekir.
Hele hele İHH gibi geçmişten beri MİT ile girift ilişkileri olduğuna dair yaygın şüphe ve şaibe bulunan bir örgütün bu skandalın baş aktörü olması büyük bir diplomatik hezimete dönüşen skandalla ilgili Fidan’ı da müsebbipler arasında saymayı gerekli kılar. Olayın 31 Mayıs 2010 tarihinde, yani Fidan’ın müsteşar olarak atanmasından sadece 2 hafta sonra, gerçekleşmiş olmasını da yine not etmek gerekir. Türkiye’nin dış politika eksenindeki kayma ve yönü üzerindeki tartışmaları alevlendirerek güçlendiren Mavi Marmara olayı şayet Türkiye’nin milli çıkarlarına vurulmuş büyük bir darbeyse, ki öyle, bu olaydan kahramanlıklar üretmeye matuf yapılan tüm siyasi ve medyatik algı operasyonlarına rağmen Fidan bu hezimetin en güçlü ortağıdır. İnsanların masum duyguları sömürülerek ülkeyi siyasal İslamcı bir dümene kırmak üzere Mavi Marmara’nın Türkiye’ye atılmış çok büyük bir kazık olduğundan sanırım artık kimsenin bir şüphesi bulunmuyordur.
Öte yandan, Türkiye’nin tam 32 yıldır en büyük baş belası olan terör örgütü PKK’nın güvenlik güçleri tarafından en fazla köşeye sıkıştırıldığı bir dönemde gerçekleşen Uludere/Roboski katliamıyla PKK ve Kürt sorununun üstesinden gelme konusunda bambaşka bir rotaya dümen kırıldı. Çoğu çocuk yaştaki 34 vatandaşımızın Türk uçakları tarafından acımasızca bombalanarak katledilmesi Kürt vatandaşlarımızda çok ciddi bir duygusal kopuşa yol açtığı kadar, PKK konusunda yürütülen etkin mücadeleyi de akim bıraktı. Bütün izlerin, şüphelerin ve delillerin MİT’in verdiği yanlış ya da kasıtlı istihbarat sonucu bu trajedinin yaşandığını gösterdiği sanırım artık bir sır değil. 31 Aralık 2011 tarihinde yaşanan bu katliamla Türkiye’de güvenlik alanı ve oluşmakta olan AKP Devleti’nin çelik çekirdeği tamamen MİT’e teslim edildi. TSK ve kolluk güçlerinin istihbarat ve güvenliğe dair kabiliyet ve becerileri neredeyse tamamen budandı. Yüzlerce yıllık çok boyutlu Kürt sorunu PKK terör örgütüne indirgenirken, PKK ise Kürtlerin tek temsilcisi haline getirilecek kadar güçlendirildi.
Buna paralel olarak, artık Kemal Burkay gibi birçok Kürt siyasetçinin de açıkça ifade ettiği gibi, MİT PKK’nın şehir yapılanmasını örgütleme işini de üzerine aldı. MİT’in PKK lideri Öcalan’ın hapis bulunduğu İmralı ile Kandil arasında postacılık vazifesi yüklendiği, bazı eylem ve terörist saldırı talimatlarının da bu yolla ulaştırıldığı defalarca yazılıp çizildi. Terör örgütü PKK’ya yapılan operasyonlar durdurulurken, MİT marifetiyle kurulduğu iddia edilen KCK’nın önü iyice açıldı. Tüm bunlar Oslo görüşmeleriyle resmiyete döküldü ve protokollerle imza altına alındı. Devletin, ülkenin ve milletin ali çıkarlarını hiçe sayıp AKP’nin ve Erdoğan’ın siyasi ihtiraslarına göre hareket eden bir gizli istihbarat teşkilatına dönüştürülen MİT, Hakan Fidan’ın aktif rol alımıyla ülkeyi sonu belli olmayan bir kaçınılmaz felakete doğru sürüklemeye başladı. Medya ve aydınlar üzerinde oluşturulan baskı terörü ile “çözüm süreci” olarak tanımlanan PKK ile ucuz pazarlık sürecine dair eleştiriler tamamen susturuldu.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, yine bu süreç sayesinde güç toplayan PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyinin etnik ve demografik yapısını değiştirerek sınırda yeni bir Kürt devletçiğini kurmasına, tabiri caizse, ebelik etti. Belli ki şimdilerde Hakan Fidan, istifa etmek suretiyle, sonuçlarının ülke ve millet için kaçınılmaz bir hezimete dönüşeceğinden neredeyse kimsenin kuşku duymadığı bu süreçten yakasını kurtarma peşinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyunda şaşkınlığa yol açan telaşlı sitemi de belki bundan kaynaklanmaktadır.
Coşkulu bir heyecanla başlayan Arap isyanları da büyük ölçüde MİT’in beceriksizleri ve karar alıcıları yanlış yönlendirmesiyle Türkiye için tam bir felakete dönüştü. Kendi iç istikrar ve barışını oluşturmakta ve korumakta acziyet içerisinde olan bir ülke durumundaki Türkiye, tarihsel ilişkilerimizin bulunduğu yakın ya da nispeten uzak komşularımızın iç işlerine burnunu sokmayı ilkesiz bir ahlak haline getirdi. Türkiye, Irak’ın içişlerine karışmanın bedelini düşman bir Bağdat’la karşı karşıya kalarak ödedi. Bu açığın telafisini Kürdistan Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yaklaşmakta buldu. Bu sefer de Irak’ı bölmekle itham edilen bir ülke konumuna itildi. Irak’ın toprak bütünlüğü geçmişte kırmızı çizgiyken aşırı özgüven ve doymak bilmez siyasal ihtiraslarla Irak’ın bölünmesine uğraşan bir siyasete yönelindi. Bütün bunların faturasının Türkiye’nin önüne konulması elbette ki gecikmedi ve daha fazla konulmaya devam edecek gibi.
Irak’ın ve Suriye’nin bölüneceği ve bölünecek bu ülkelerin kuzey kısımlarında (ki enerji kaynakları çoğunlukla buralarda) Türkiye’nin nüfuz kuracağına dair ham hayaller Fidan yönetimindeki MİT’i Suriye’deki muhalifleri hesapsız bir şekilde örgütlemeye, desteklemeye, silahlandırmaya ve eğitmeye itti. “Esed gitsin de nasıl giderse gitsin” öngörüsüz, ilkesiz ve sorumsuz yaklaşımı neticesinde Suriye’de neye evrileceği belli olmayan radikal muhalif gruplara binlerce tır dolusu yardım ve silah sevkiyatı yapıldı. Desteklenen bu gruplar, daha sonra, bugün dünyanın başına bela olan IŞİD koalisyonunun ortakları haline dönüştü. Böylece Türkiye de hunharca kafa kesen, diri diri insan yakan bu vahşi radikal terör örgütünün destekçisi durumuna düşürüldü. Son derece başarılı tüm algı ve medya kampanyalarına rağmen, Fidan ileride hangi başarılarıyla anılır bilemem. Ama Türkiye’nin adının geçmişte İran ve Suriye’nin olduğu gibi, artık radikal terör örgütleriyle birlikte anılıyor olmasının büyük ölçüde Fidan’ın eseri olduğundan şüphe duymam.
Elbette ki bu korkunç eserin tek ağır faturası bölgede ve uluslararası alanda giderek daha fazla yalnızlaşan bir Türkiye olarak karşımıza çıkmıyor. Beslenen terör örgütlerinin dönüp Türkiye’yi tehdit etme ihtimali ve riski en güncel güvenlik konularının başında geliyor. MİT ve yönlendirdiği hükümet eliyle Suriye’nin Afganistanlaşmasının bedelini ülke, Allah korusun, bir çeşit Pakistanlaşmayla ödeme riskiyle karşı karşıya bulunuyor.
Doğu Akdeniz’de sebepleri hala sır olarak saklanan F4 savaş uçağımızın düşürülmesi ve pilotlarımızın şehit edilmesi, Çeçen cihadistlerin Suriye’de savaşmasına karşı çıkan toplum liderlerine yönelik suikastler, Sultanahmet’teki polis şehit eden canlı bomba eylemi, Niğde’de şehit edilen üç güvenlik görevlimiz, 52 vatandaşımızın şehit düştüğü Reyhanlı saldırısı, 13 vatandaşımızın şehit olduğu Cilvegözü saldırısı ve IŞİD/El Kaide otobanına dönen Türkiye’nin aynı zamanda açıktan bir adam devşirme merkezine dönüşmesi vb gelişmeler, bu sürecin başında değil ileri bir noktasında olduğumuzu anlatmaya yeter sanırım. Bütün bunlar bir yana, Musul Konsolosluğumuzun büyük bir öngörüsüzlük ve istihbarat zafiyetiyle diplomatik personeliyle birlikte IŞİD’e bırakılması ve 49 vatandaşımızın alıkonarak aylar boyunca rehin tutulması. Ve nihayet ayrıntıları ortaya çıktığında herkesin midesinin mutlaka bulanacağı bir takasla sonlandırılmasını da MİT’in başarı ve zafer hanesine yazmak gerekir.
Mısır’da yine Fidan yönetimindeki MİT’in ve bizzat Fidan’ın şahsen oynadığı rolün gerek Mısır’ı gerekse Türkiye’nin Mısır ile olan ilişkilerini ne hale getirdiği ortada. Buna Türkiye’nin Libya’daki durumunu da eklemek elzem elbette. Kendi iç ve dış güvenliğini kendi imkanlarıyla sağlamakta yetersiz bir ülkenin başka ülkelerin iç işlerine bu kadar müdahil olmak suretiyle emperyal rüyalar görüp, yetersizliklerinden dolayı önlenemez kabuslar yaşamasının ana müsebbiplerinden birinin Fidan olmadığını kim savunabilir?
Bunun ötesinde Paris’te 3 PKK’lı kadının öldürülmesinde MİT’in parmak ve ayak izlerine rastlanmasının orta ve uzun vadede Türkiye’yi ne kadar zor duruma sokacağının henüz ne halk, ne de devlet yöneticilerimiz tam farkında. Bu cinayetlerin nasıl bir tepkiye ve bu tepkinin nasıl bir kartopuna dönüşerek büyüyebileceğini merak edenlerin, 1990’lı yıllarda İran’ı köşeye sıkıştıran Mikonos Davası’na şöyle bir bakmalarını salık veririm.
Daha 7 Şubat 2012 komplosu, Reza Zarrab’ın baş aktörü olduğu uluslararası kara para  rezaletini, Başbakanlıkta böcek kumpası gibi Fidan’ın nice başarılarını saymamız mümkün. Maalesef bu başarıları sıralamaya ve anlatmaya ne zamanımız, ne de yerimiz yeter. AKP’nin siyasi amaçlarına hizmet için kendi ülkesine füze atmaktan, kendi askerini öldürtmeye varıncaya kadar her türlü komployu yapabileceğine dair ses kayıtları ortaya dökülen Hakan Fidan’ın, ki burada Fuat Avni’nin kim olduğunu bulamadığı gibi bu ses kayıtlarını sızdıranları da hala bulamayan efsanevi bir MİT yöneticisinden bahsediyoruz, 6 yıllık başarı karnesinin bir kısmı böyle.
Ama şunu mutlaka kabul etmeliyiz ki, muhalefetin susturulması konusunda gizlilik kararları ve basın yasakları koyarak, Bizans oyunlarına taş çıkaracak algı operasyonları ve emre amade medyayı silah olarak kullanarak en büyük başarıyı başarısızlık, akı kara, karayı ak, hezimetleri efsanevi birer zafer gibi sunmak konusunda Hakan Fidan ve başında bulunduğu istihbarat kadrosu çok başarılıydı.
Yine de Fidan’ın gerçekten başarılı mı, yoksa felaket derecesinde başarısız mı olduğunu anlamak için Türkiye’nin dünya siyasetinde bulunduğu gerçek konuma şöyle bir bakın derim. Çünkü insanın güveneceği kendi gözü gibisi yok! Ama şunu da kabul edin ki, algı yönetimi ve medyatik algı operasyonlarıyla çöken ve çözülen bir Türkiye konusunda, iç kamuoyunda, yükselen bir Türkiye algısı oluşturmayı başardığı gibi, Hakan Fidan kendisi hakkında da süper başarılı, efsanevi bir istihbarat yöneticisi algısı oluşturmayı başardı. Ülkeyi felaketlere sürükleyen Hakan Fidan’ı son bahsettiğimiz bu başarısından dolayı ne kadar tebrik etsek azdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder