3 Şubat 2015 Salı

Bu tablo kimin eseri?


            Olacağı buydu! Aslında işlerin gelip bu noktaya varacağını tahmin etmek için ne siyaset bilimci, ne sosyolog, ne de müneccim olmaya gerek vardı. Sürekli şiddete eğilimli bir radikal üslubun, taraftarlarına kefen giydirecek kadar şiddeti ve radikalizmi kutsayan bir siyasal sapkınlığın, toplumu lime lime parçalayan ayrıştırıcı ve bölücü bir siyasetin neticesi bundan başkası elbette olamazdı!
Şayet Türkiye’de ve dünyada farklılıkların bir arada barış içerisinde yaşamasını sağlamak için tüm enerjisini eğitim ve kültürlerarası diyaloğa harcayan Gülen Hareketi gibi bir barışçıl sivil toplum hareketine en alçakça yöntemlerle savaş açmışsanız, tercihinizin tam tersi bir şey olduğunu da doğrudan ispatlamış olursunuz. Bununla yetinmeyip ülke, bölge ve dünya barışı ve istikrarı için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturan her türden radikal İslamcı örgüte hiç çekinmeden söylem ve eylemlerinizle sempatinizi gösterirseniz, taraftarlarınıza da aslında kendilerini görmek istediğiniz yerin daha radikal bir yer olduğunu söylemiş olursunuz. Sonra da varacağınız nokta aşağıda okuyacağınız dehşet verici sonuç olur.
Kamuoyu yoklama şirketi MetroPOLL’un Ocak 2015 ayı için gerçekleştirdiği araştırmanın dehşet veren sonuçlarına göre, Türk halkının yüzde 20’si bazı durumlarda İslam adına şiddet kullanılmasını onaylıyor. İsterseniz kendinizi İslam adına şiddet uygulanmasını onaylamayanların oranının yüzde 74 olmasının rahatlatıcı atmosferine salabilirsiniz. Elbete ki tercih sizin. Ama ben öyle yapmayacağım. Çünkü bu yüzde 20’lik şiddet eğilimli kesim hiçbir sağlıklı toplumda olmayacak kadar yüksek ve dehşet verici bir orana tekabül ediyor.
Yüzde 20’nin nasıl bir dehşet ve ne büyük bir tehlike anlamına geldiğini somut rakamlarla belki daha iyi anlayabiliriz. Geçtiğimiz hafta TUİK’in açıkladığı istatistiklerden  Türkiye’nin nüfusunun 77,7 milyon civarında olduğunu öğrendik. Bu nüfusun yüzde 20’si aşağı yukarı 15,5 milyona tekabül ediyor. Yani aramızda tıpkı IŞİD’in Suriye’de ve Irak’ta, El Kaide ve Taliban’ın Afganistan’da ve Pakistan’da, Boko Haram’ın Afrika’da, IŞİD ve el-Kaide sempatizanı radikal militanların Paris’te yaptığı gibi İslam adına kafa kesip, katliam yapacak ya da bunları tasvip edecek tam tamına 15,5 milyon insan yaşıyor.
Hunharca kafa kesebilecek ya da kafa kesmeyi heyecanla onaylayabilecek, ayrım gözetmeden katliam yapabilecek ya da bu türden insanlık dışı katliamları şevkle hoş görebilecek türden tam 15,5 milyon insan bizimle birlikte normal insanlarmış gibi kaldırımlarda yürüyor. Trafikte yanımızda seyreden arabaları kullananların 15,5 milyon arasındakilerden biri olup olmadığını bilmiyoruz. Marketlerde hemen yanı başımızda alışverişlerini yapan, aldıklarının ücretini ödemek için kasiyerin önünde bizimle birlikte sırada bekleyenlerin kafa kesebilecek ya da kafa kesilmesini onaylayacaklardan olup olmadığına dair de hiçbir fikrimiz yok. Sanki ruh sağlıkları yerinde normal insanlarmış gibi onlarla aynı restoranlarda yemek yiyoruz ve belki aynı iş ortamlarında birlikte çalışıyoruz. Otobüste, metroda yan koltuğa oturan normal görünümlü kişinin 15,5 milyona dahil olup olmadığını nereden bilebiliriz ki! Yani tehlike sandığımızdan da büyük olabilir. Peki biz bu tehlikenin boyutunun ne kadar farkındayız?
Hangi aklı başında ve sağlıklı bir medeni ülkede toplumun beşte birinin din adına  şiddeti onaylaması normal kabul edilebilir ki! Bu yüzden şiddetin ‘bazı durumlarda’ da olsa halkın önemlice bir kısmı tarafından ‘meşru’ görülmesi üzerinde ciddiyetle durmak gerekir. Çünkü şiddet kullanımı, şiddetin övülmesi ve teşviki modern toplumlarda ifade özgürlüğünün nadir sınırlarından birini oluşturur. Böylesine hassas bir konuda toplumun meşrulaştırıcı bir zemin görmesi, özellikle İslam adına şiddet kullanımı ve IŞİD gibi terör örgütlerinin bölgedeki faaliyetleri ve gücü dikkate alındığında, son derece endişe vericidir.
Daha endişe verici olan ise şiddeti meşru gören korkutucu eğilimin son 5-6 ay içerisinde radikal bir yükselme eğilimi içerisine girmiş olmasıdır. Çünkü yine MetroPOLL’ün 2014 Eylül ayında yaptığı araştırmanın sonuçları din adına şiddeti bazı durumlarda mazur görenlerin oranını yüzde 13 olarak göstermekteydi. Bundan çok daha vahimi iktidardaki AKP’nin tabanında İslam adına bazı durumlarda şiddet kullanılmasını onaylayanların oranının yüzde 34’ü bulmasıdır. Özellikle bu son oran tehlikeli gidişatın ana kaynağına da işaret eder niteliktedir.
Fransa’da Hz. Peygamberin karikatürünü yayınladığı gerekçesiyle Charlie Hebdo mizah dergisinin basılarak 12 kişinin öldürülmesini tasvip edenlerin oranının da yine yüzde 20 olması bu oranın farazi durumlar için değil, reel durumlar karşısındaki gerçekliğini yeterince ispatlamaktadır.
Peki geçmişte radikal İslamcı hareketlere ve eylemlere sempatinin en fazla yüzde 2,5-3 (ki bu oran bile oldukça endişe vericiydi) seviyesinde olduğu bir toplumdan bu noktaya nasıl geldik? Şiddet üreten, şiddete meyilli bir radikalizmin alanını genişleten çarpık bir dini anlayışın bu kadar geniş karşılık bulmasının sorumluluğu kimlerde? Türk toplumu nasıl bir çarpık sosyo-politik süreçten geçmiş olmalı ki toplumun beşte biri din adına kafa kesmeyi ve katliam yapmayı hoş görecek kadar bir savrulma yaşayabilsin?
Acaba bu sonuç, hoşgörülü müteddeyin kesimlere savaş ilan edip, söylemleriyle ve eylemleriyle IŞİD, El-Kaide, İBDA-C ve benzeri radikal İslamcı terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı sempati gösteren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun üslup ve tercihlerinin bir eseri olabilir mi? Ya da bu sonuçta, Erdoğan Başbakan ve AKP başkanıyken ve halkın yüzde 50’sinin oyunu almışken gittiği her yerde kendisini kefen giymiş taraftarlarıyla karşılattırmasının hiç mi rolü yoktur? Erdoğan, Davutoğlu ve kendilerini taklidi meziyet sanan siyasi çevrelerinin Mısır’da, Suriye’de, Filistin’de yaşanan trajedilerle kendilerini ve kitlelerini özdeşleştirerek bu ülkeye radikalizm ithal etme girişimlerinin bu sonuca olan etkisi ne kadardır acaba?
Ellerindeki geniş medya araçları ve propaganda imkanlarıyla taraftarlarını yaptıklarından sual olunmaz MİT ajanları olma özentisine iten, Suriye’ye gönderilen menzili ve içeriği belli olmayan binlerce tıra dair sorgulanamaz efsaneler üreten zihniyetin hiç rolü yok mudur bu dehşet verici sonuçta? Erdoğan’ın Kobani katliamları sırasında saklayamadığı IŞİD sempatisinin, IŞİD’in Türkiye’de rahatça propaganda yapabilecek ve kolayca militan devşirebilecek bir hoşgörü ortamına muhatap olmasının, en ufak hükümet muhalifi mesajın sansürlenerek yıllarca hapis talebiyle yargılandığı bir ortamda yüzlerce IŞİD sempatizanının sosyal medyada her türlü propagandayı özgürce yapabiliyor olmasının etkisi yok mudur sizce?
Ya da IŞİD’e terör örgütü dememek için bin dereden su getirmelerin, Davutoğlu’nun yaptığı gibi IŞİD’i “daha önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” şeklindeki açıklamalarla IŞİD’i uyguladığı terör ve şiddet konusunda mazur görmenin rolü ne kadardır acaba? THY ile Boko Haram’a gittiğinden şüphelenilen silahların, Filistin davasında özellikle HAMAS çizgisinin kucaklanmasının, sıradan bir radikal İslamcı terör örgütü olan İBDA-C'nin liderine birinci sınıf düşünce adamı muamelesi çekip Erdoğan tarafından ziyaret edilmesinin özendirici tarafı yok mudur sizce?
Neticede bugün Türkiye’de maalesef din adına her türlü şiddeti meşrulaştırabilen çok ciddi büyüklükte bir kitle oluşmuştur ve maalesef giderek genişleyen bu kitle Erdoğan ve çevresindekilerinin eseridir. İş işten iyice geçmeden, böylesine şiddete eğilimli bir çarpık zihniyetin daha da yaygınlaşarak Türkiye’yi hızla Ortadoğu benzeri şiddet görüntülerine sürüklemesinden bugün ne kadar endişe edilse azdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder