Olacağı buydu! Aslında işlerin gelip bu noktaya varacağını tahmin etmek için ne siyaset bilimci, ne sosyolog, ne de müneccim olmaya gerek vardı. Sürekli şiddete eğilimli bir radikal üslubun, taraftarlarına kefen giydirecek kadar şiddeti ve radikalizmi kutsayan bir siyasal sapkınlığın, toplumu lime lime parçalayan ayrıştırıcı ve bölücü bir siyasetin neticesi bundan başkası elbette olamazdı!
Şayet Türkiye’de ve dünyada
farklılıkların bir arada barış içerisinde yaşamasını sağlamak için tüm
enerjisini eğitim ve kültürlerarası diyaloğa harcayan Gülen Hareketi gibi bir barışçıl
sivil toplum hareketine en alçakça yöntemlerle savaş açmışsanız, tercihinizin tam
tersi bir şey olduğunu da doğrudan ispatlamış olursunuz. Bununla yetinmeyip ülke,
bölge ve dünya barışı ve istikrarı için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturan
her türden radikal İslamcı örgüte hiç çekinmeden söylem ve eylemlerinizle sempatinizi
gösterirseniz, taraftarlarınıza da aslında kendilerini görmek istediğiniz yerin
daha radikal bir yer olduğunu söylemiş olursunuz. Sonra da varacağınız nokta aşağıda
okuyacağınız dehşet verici sonuç olur.
Kamuoyu yoklama şirketi MetroPOLL’un
Ocak 2015 ayı için gerçekleştirdiği araştırmanın dehşet veren sonuçlarına göre,
Türk halkının yüzde 20’si bazı durumlarda İslam adına şiddet kullanılmasını
onaylıyor. İsterseniz kendinizi İslam adına şiddet uygulanmasını onaylamayanların
oranının yüzde 74 olmasının rahatlatıcı atmosferine salabilirsiniz. Elbete ki
tercih sizin. Ama ben öyle yapmayacağım. Çünkü bu yüzde 20’lik şiddet eğilimli
kesim hiçbir sağlıklı toplumda olmayacak kadar yüksek ve dehşet verici bir orana
tekabül ediyor.
Yüzde 20’nin nasıl bir dehşet ve
ne büyük bir tehlike anlamına geldiğini somut rakamlarla belki daha iyi
anlayabiliriz. Geçtiğimiz hafta TUİK’in açıkladığı istatistiklerden Türkiye’nin nüfusunun 77,7 milyon civarında
olduğunu öğrendik. Bu nüfusun yüzde 20’si aşağı yukarı 15,5 milyona tekabül
ediyor. Yani aramızda tıpkı IŞİD’in Suriye’de ve Irak’ta, El Kaide ve Taliban’ın
Afganistan’da ve Pakistan’da, Boko Haram’ın Afrika’da, IŞİD ve el-Kaide
sempatizanı radikal militanların Paris’te yaptığı gibi İslam adına kafa kesip,
katliam yapacak ya da bunları tasvip edecek tam tamına 15,5 milyon insan
yaşıyor.
Hunharca kafa kesebilecek ya da
kafa kesmeyi heyecanla onaylayabilecek, ayrım gözetmeden katliam yapabilecek ya
da bu türden insanlık dışı katliamları şevkle hoş görebilecek türden tam 15,5
milyon insan bizimle birlikte normal insanlarmış gibi kaldırımlarda yürüyor. Trafikte
yanımızda seyreden arabaları kullananların 15,5 milyon arasındakilerden biri
olup olmadığını bilmiyoruz. Marketlerde hemen yanı başımızda alışverişlerini
yapan, aldıklarının ücretini ödemek için kasiyerin önünde bizimle birlikte
sırada bekleyenlerin kafa kesebilecek ya da kafa kesilmesini onaylayacaklardan
olup olmadığına dair de hiçbir fikrimiz yok. Sanki ruh sağlıkları yerinde
normal insanlarmış gibi onlarla aynı restoranlarda yemek yiyoruz ve belki aynı
iş ortamlarında birlikte çalışıyoruz. Otobüste, metroda yan koltuğa oturan normal
görünümlü kişinin 15,5 milyona dahil olup olmadığını nereden bilebiliriz ki! Yani
tehlike sandığımızdan da büyük olabilir. Peki biz bu tehlikenin boyutunun ne
kadar farkındayız?
Hangi aklı başında ve sağlıklı
bir medeni ülkede toplumun beşte birinin din adına şiddeti onaylaması normal kabul edilebilir ki!
Bu yüzden şiddetin ‘bazı durumlarda’ da olsa halkın önemlice bir kısmı
tarafından ‘meşru’ görülmesi üzerinde ciddiyetle durmak gerekir. Çünkü şiddet
kullanımı, şiddetin övülmesi ve teşviki modern toplumlarda ifade özgürlüğünün
nadir sınırlarından birini oluşturur. Böylesine hassas bir konuda toplumun
meşrulaştırıcı bir zemin görmesi, özellikle İslam adına şiddet kullanımı ve
IŞİD gibi terör örgütlerinin bölgedeki faaliyetleri ve gücü dikkate alındığında,
son derece endişe vericidir.
Daha endişe verici olan ise şiddeti
meşru gören korkutucu eğilimin son 5-6 ay içerisinde radikal bir yükselme eğilimi
içerisine girmiş olmasıdır. Çünkü yine MetroPOLL’ün 2014 Eylül ayında yaptığı
araştırmanın sonuçları din adına şiddeti bazı durumlarda mazur görenlerin
oranını yüzde 13 olarak göstermekteydi. Bundan çok daha vahimi iktidardaki AKP’nin
tabanında İslam adına bazı durumlarda şiddet kullanılmasını onaylayanların oranının
yüzde 34’ü bulmasıdır. Özellikle bu son oran tehlikeli gidişatın ana kaynağına
da işaret eder niteliktedir.
Fransa’da Hz. Peygamberin
karikatürünü yayınladığı gerekçesiyle Charlie Hebdo mizah dergisinin basılarak
12 kişinin öldürülmesini tasvip edenlerin oranının da yine yüzde 20 olması bu
oranın farazi durumlar için değil, reel durumlar karşısındaki gerçekliğini
yeterince ispatlamaktadır.
Peki geçmişte radikal İslamcı
hareketlere ve eylemlere sempatinin en fazla yüzde 2,5-3 (ki bu oran bile
oldukça endişe vericiydi) seviyesinde olduğu bir toplumdan bu noktaya nasıl
geldik? Şiddet üreten, şiddete meyilli bir radikalizmin alanını genişleten
çarpık bir dini anlayışın bu kadar geniş karşılık bulmasının sorumluluğu
kimlerde? Türk toplumu nasıl bir çarpık sosyo-politik süreçten geçmiş olmalı ki
toplumun beşte biri din adına kafa kesmeyi ve katliam yapmayı hoş görecek kadar
bir savrulma yaşayabilsin?
Acaba bu sonuç, hoşgörülü müteddeyin
kesimlere savaş ilan edip, söylemleriyle ve eylemleriyle IŞİD, El-Kaide, İBDA-C
ve benzeri radikal İslamcı terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı sempati gösteren
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun üslup ve
tercihlerinin bir eseri olabilir mi? Ya da bu sonuçta, Erdoğan Başbakan ve AKP
başkanıyken ve halkın yüzde 50’sinin oyunu almışken gittiği her yerde kendisini
kefen giymiş taraftarlarıyla karşılattırmasının hiç mi rolü yoktur? Erdoğan,
Davutoğlu ve kendilerini taklidi meziyet sanan siyasi çevrelerinin Mısır’da,
Suriye’de, Filistin’de yaşanan trajedilerle kendilerini ve kitlelerini özdeşleştirerek
bu ülkeye radikalizm ithal etme girişimlerinin bu sonuca olan etkisi ne
kadardır acaba?
Ellerindeki geniş medya araçları ve
propaganda imkanlarıyla taraftarlarını yaptıklarından sual olunmaz MİT ajanları
olma özentisine iten, Suriye’ye gönderilen menzili ve içeriği belli olmayan binlerce
tıra dair sorgulanamaz efsaneler üreten zihniyetin hiç rolü yok mudur bu dehşet
verici sonuçta? Erdoğan’ın Kobani katliamları sırasında saklayamadığı IŞİD
sempatisinin, IŞİD’in Türkiye’de rahatça propaganda yapabilecek ve kolayca
militan devşirebilecek bir hoşgörü ortamına muhatap olmasının, en ufak hükümet
muhalifi mesajın sansürlenerek yıllarca hapis talebiyle yargılandığı bir
ortamda yüzlerce IŞİD sempatizanının sosyal medyada her türlü propagandayı özgürce
yapabiliyor olmasının etkisi yok mudur sizce?
Ya da IŞİD’e terör örgütü dememek
için bin dereden su getirmelerin, Davutoğlu’nun yaptığı gibi IŞİD’i “daha
önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” şeklindeki
açıklamalarla IŞİD’i uyguladığı terör ve şiddet konusunda mazur görmenin rolü
ne kadardır acaba? THY ile Boko Haram’a gittiğinden şüphelenilen silahların, Filistin
davasında özellikle HAMAS çizgisinin kucaklanmasının, sıradan bir radikal
İslamcı terör örgütü olan İBDA-C'nin liderine birinci sınıf düşünce adamı
muamelesi çekip Erdoğan tarafından ziyaret edilmesinin özendirici tarafı yok
mudur sizce?
Neticede bugün Türkiye’de
maalesef din adına her türlü şiddeti meşrulaştırabilen çok ciddi büyüklükte bir
kitle oluşmuştur ve maalesef giderek genişleyen bu kitle Erdoğan ve
çevresindekilerinin eseridir. İş işten iyice geçmeden, böylesine şiddete
eğilimli bir çarpık zihniyetin daha da yaygınlaşarak Türkiye’yi hızla Ortadoğu
benzeri şiddet görüntülerine sürüklemesinden bugün ne kadar endişe edilse
azdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder