27 Aralık 2015 Pazar

“Terörist”

Uluslararası çevrelerde tanımı konusunda tam bir mutabakat olmasa da “terör” denildiğinde neyin kastedildiği, “terör örgütü” ve “terörist”in ise kimler olduğu konusunda genel geçer bir anlayış birlikteliği vardır. Hukukun olmadığı, uluslararası hukukun ve evrensel teamüllerin umursanmadığı keyfi ve despotik rejimlerde ise “terör”, terör örgütü” ve “terörist” tanımlamaları ve yaftalamaları hedef alınan kişiden kişiye, gruptan gruba ve farklı dönemlerde farklılıklar gösterir. Bu tanımlama ve etiketlemelerde ne bir ilkeli olma şartı aranır, ne de tutarlı olma. Hukukla birlikte insanların hak ve özgürlüklerini, izzetini, onurunu ve şahsiyetini hiçe sayan o ülkenin hukuksuz muktedirleri neye “terör”, kimlere “terör örgütü” ve “terörist” diyorsa o ülkede artık terör, terör örgütü ve terörist onlarmış gibi bir algı oluşturulur. Sonra da oluşturulan o mesnetsiz algıya dayalı olarak onlarca, yüzlerce, binlerce, on binlerce masum insan o ülkedeki gerçek teröristlere uygulamaktan sakınılan tüm takibatların, operasyonların ve keyfi cezalandırmaların hedefi olur.
            Mesela, insanlık dışı terör ve vahşet eylemleri uluslararası toplum tarafından korku ve dehşet içerisinde izlenen IŞİD, el-Kaide gibi radikal terör örgütleri o ülkede artık terör örgütü olarak görülmez. Epey bir ayak sürüdükten sonra uluslararası toplum ve güçlerin baskılarına direnemeyerek ve gözlerine hoş görünmek için retorik düzeyde “terör örgütü” ve “terörist” olarak gönülsüzce bahsedilen eli kanlı bu örgütlere ve militanlarına karşı göstermelik bazı operasyonlar da yapılıyormuş gibi yapılır. Bu göstermelik operasyonlar ve gözaltılar üzerinden sözkonusu terör örgütleri ile mücadelenin bir parçası olunduğu gibi üzerinde iyi çalışılmış mühendislik harikası bir izlenim uluslararası topluma başarıyla verilir. Ancak günün sonunda bu operasyonlarda kimlerin yakalandığı ve yargı önüne çıkarıldığına bakıldığında bu operasyonların tamamen bir algıdan ibaret olduğu gibi bir sonuçla karşılaşılır.
            Neticede, IŞİD ve el-Kaide’nin kolayca militan devşirdiği belli başlı ülkelerden biri olunduğu halde cezaevlerinde yargılanmayı bekleyen doğru dürüst IŞİD ve el-Kaide militanlarına rastlanmaz. Hele hele haklarında terörden yargılama yapılmakta olan ya da bu konuda haklarında hüküm verilmiş bu örgüt mensubu olan gerçek teröristlerin örneğine pek rastlanmaz. Tam tersine “terör örgütü”, “terörist” ve “vatan haini” damgası yeme, kendilerine karşı yapılacak hukuksuz ve keyfi operasyonları ve yargılamaları göze almak pahasına hala sesini yükseltme cesaretini gösterebilen bir avuç medya, bağımsız gazeteci ve bazı muhalifler dışında bu tuhaf durumu sorun eden de bulunmaz. Ama ne yazık ki, uluslararası medya ve toplum artık o ülkenin adını gerçek terör örgütleriyle birlikte anmaya çoktan başlamış ve  teröre destek veren bir ülke olarak görür hale gelmiştir.
            Bir de tabii o ülkenin muktedirlerinin dönemsel ihtiyaçlarına ve konjonktürel siyasi çıkarlarına göre “terör örgütü”, “terörist” olarak tanımladıkları gruplar vardır. Hukuk kuralları ve ahlaki tutarlık umurlarında olmayan muktedirler ve gazeteci, bilim adamı görünümlü t şahsiyetsiz yardakçıları, tıpkı terör örgütü PKK örneğinde olduğu gibi, ihtiyaca göre bir terör örgütünü dünyanın en barışçıl sivil toplum örgütü gibi de lanse edebilir. Çıkarlarına uymadığı andan itibaren ise sadece PKK’yı değil, PKK ile doğrudan alakalı olmayan barış insanlarına bile kolayca “terörist” damgasını basıp, önce linç kampanyalarına hedef haline getirebilir ve sonra da büyük bir maharet ve ustalıkla ortadan kaldırabilirler.
            İçeriği kamuoyunca bilinmeyen gizli hedefler için yıllarca birlikte yol aldıkları, her türlü faaliyetlerine ve güç devşirme çabalarına göz yumdukları sadece terör örgütü hedeflerinde değildir artık. Akıl almaz bir akıl tutulması ve intikam güdüsüyle topyekün bir etnik varlığı düşman olarak görür ve günlerce, haftalarca yüzbinlerce nüfuslu şehirlerde terör estirip sivillerin can güvenliğini hiçe sayarlar. Üç aylık bebeklerden, 80 yaşındaki yaşlılara kadar onlarcasının öldürülmesine büyük bir soğukkanlılıkla devam edilmesini görmezden gelirler.
            Bu muktedirlerin, tüm dünyanın en büyük terör örgütleri olarak gördüğü IŞİD ve el-Kaide gibi radikal terör örgütleriyle sahici anlamda mücadele etmek şöyle dursun fırsat buldukça bu örgütlere destek olduklarından bile şüphelenilir. Öte yandan İBDA-C gibi radikal İslamcı terör örgütleriyle açıktan sarmaş dolaş olmaktan bile çekinmezler. Sonra da dönüp ele geçirdikleri devletin tüm imkanlarını kullanarak hayatları boyunca ellerine silah almamış, gönüllülerinin tek bir şiddet eylemine rastlanmamış Hizmet Hareketi gibi dünya çapında eğitim, diyalog, barış ve hayır çalışmalarıyla bilinen bir sivil toplum örgütünü “terör örgütü” diye yaftalayıp, IŞID, el-Kaide, İBDA-C ve dönemsel olarak PKK’dan esirgedikleri her türlü keyfi ve hukuksuz operasyonun hedefi haline getirirler.
            Hatta, MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nın 2000’lerin başından itibaren takip ederek raporladığı, oluşturdukları şiddet ve terör tehdidi konusunda emniyet güçlerini defaatle uyardığı, açık kaynaklarda bile el-Kaide bağlantılı olduklarının ispatlandığı Tahşiye gibi bir radikal gruba, muktedirlerin o dönemki siyasi ihtiyaçlarına uygun gördükleri için büyük şehvet ve heyecanla destek verdikleri operasyonları yapan polisler ve savcılar bugün “terör örgütü” ve “terörist” olarak yargılanabiliyor.
            Geçtiğimiz hafta salı ve cuma günleri İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde izlediğim adına yargılama değil ancak bir “budalalık komedyası” diyebileceğim duruşmalarda polis şeflerinin ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın avukatları tarafından masumiyetlerine dair somut delillere rağmen ve son dakikada MİT ve Genelkurmay’dan gelen belgelerle resmen ve fillen çöktüğü halde devam ettirilen davada tek bir tutuklunun bile tahliye edilmemesinin şokunu ve utancını hala atlatabilmiş değilim. İddialarını ispatlayabilecek hiçbir somut delil ve gerekçe ortaya koyamayan deli saçması bir iddianame ile “terör örgütü” kurmak, yönetmek ya da üye olmakla suçlanan masum insanların talimatla hareket ettiğinden şüphe duyulan bir mahkeme tarafından tutsak edilmesi vicdanları kanatıyor. 
            Son bölümleri 2009’da yayınlanan bir TV dizisinin senaryosundaki, dahli olmayan tek cümlelik kurgusal bir replikten dolayı bir medya grubunun başkanı 1 yılı aşkın bir süredir, üstelik hakkında 25 Nisan 2015’te bir mahkeme tarafından tahliye kararı verildiği halde, halen tutuklu ve tutsak bulunuyor. Operasyonun yapıldığı 2010 yılında terörist olarak görülen ama ihtiyaçları değiştiği için artık muktedirlerin el çabukluğuyla masum olduklarına hükmettikleri el-Kaide terör örgütü bağlantılı Tahşiye grubuna operasyon yapıp gözaltına alan, bu başarılarından dolayı aynı iktidar tarafından kamuoyu önünde açıkça övülüp, ödüllerle taltif edilen polis müdürleri ve memurları ise bugün aynı davada terör örgütü kurmak ve yönetmekle yargılanıyorlar. 1,5 yıldır tutsak tutuluyorlar.
            Görevleri gereği devletin kendilerine verdiği yasal silahlar “terör” unsuru gibi sunulup, suç delili sayılıyor. Çoğunun emekliliğine çok az zaman kaldığı halde polislik meslek hayatları boyunca bugüne kadar tek bir disiplin suçuna bile rastlanmadığı söylenen bu polisler sadece ve sadece hukuk çerçevesinde görevlerini yaptıkları için “terörist” olmakla suçlanıp, tutuklu yargılanıyorlar. Herkesin gözlerinin önünde hukuk yok sayılıyor ve bağımsız yargı olma vasfını yitirmiş yargıçlar marifetiyle mahkeme salonlarında akılalmaz zulümler yapılıyor.
            Tıpkı uzun zulümler listesine her gün bir yenisi eklenen“cadı avı” ve nefret operasyonları”nda olduğu gibi. Fakir öğrencilere burs vermek, yardım kuruluşlarına bağışta bulunmaktan başka suçu(!) olmayan onlarca insana yönelik her gün yeni bir operasyon ve zulüm gerçekleştiriliyor. Cumartesi günü ise masum insanlara “terörist” muamelesi yapılan adres bu sefer Çanakkale idi. Aralarında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin başarılı eski Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner'in de bulunduğu 28 kişi gözaltına alındı. Tıpkı Hitler’in toplama kamplarında olduğu gibi soğuk kış şartlarında ısıtılmayan bir spor salonunda tutulan hayırseverler neyle suçlanıyorlar dersiniz? Fakir üniversite öğrencilerine burs vermekle...
            Prof. Laçiner’in suçlanarak gözaltına alınmasına gerekçe yapılan meblağın ise 150 TL’lik (50 dolar) bir bağış olduğu söyleniyor. Aklını, vicdanını ve ruhunu yitirmiş bir zulüm makinasına dönen Erdoğan rejimi ve AKP iktidarının IŞİD ve el-Kaide gibi örgütleri alabildiğine hoşgörürken, kimlere “terör örgütü”, “terörist” dediklerini anlayabilmek için, genç yaşına rağmen bugüne kadar yüzlerce makalesi, Türkçe’de 18 kitabı, İngilizce’de 5 kitabı yayınlanmış Laçiner’in Wikipedia’daki uzun ve çarpıcı CV’sine bakmak bile yeterli. Ben burada sadece, Davos Ekonomik Forumu tarafından, ilk ve tek Türk olarak 2006 yılında “Genç Küresel Lider” seçildiğini hatırlatmakla yetineceğim.

           



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder