Uluslararası
çevrelerde tanımı konusunda tam bir mutabakat olmasa da “terör” denildiğinde
neyin kastedildiği, “terör örgütü” ve “terörist”in ise kimler olduğu konusunda
genel geçer bir anlayış birlikteliği vardır. Hukukun olmadığı, uluslararası
hukukun ve evrensel teamüllerin umursanmadığı keyfi ve despotik rejimlerde ise
“terör”, terör örgütü” ve “terörist” tanımlamaları ve yaftalamaları hedef
alınan kişiden kişiye, gruptan gruba ve farklı dönemlerde farklılıklar
gösterir. Bu tanımlama ve etiketlemelerde ne bir ilkeli olma şartı aranır, ne
de tutarlı olma. Hukukla birlikte insanların hak ve özgürlüklerini, izzetini,
onurunu ve şahsiyetini hiçe sayan o ülkenin hukuksuz muktedirleri neye “terör”,
kimlere “terör örgütü” ve “terörist” diyorsa o ülkede artık terör, terör örgütü
ve terörist onlarmış gibi bir algı oluşturulur. Sonra da oluşturulan o mesnetsiz
algıya dayalı olarak onlarca, yüzlerce, binlerce, on binlerce masum insan o
ülkedeki gerçek teröristlere uygulamaktan sakınılan tüm takibatların,
operasyonların ve keyfi cezalandırmaların hedefi olur.
Mesela,
insanlık dışı terör ve vahşet eylemleri uluslararası toplum tarafından korku ve
dehşet içerisinde izlenen IŞİD, el-Kaide gibi radikal terör örgütleri o ülkede
artık terör örgütü olarak görülmez. Epey bir ayak sürüdükten sonra uluslararası
toplum ve güçlerin baskılarına direnemeyerek ve gözlerine hoş görünmek için
retorik düzeyde “terör örgütü” ve “terörist” olarak gönülsüzce bahsedilen eli
kanlı bu örgütlere ve militanlarına karşı göstermelik bazı operasyonlar da
yapılıyormuş gibi yapılır. Bu göstermelik operasyonlar ve gözaltılar üzerinden
sözkonusu terör örgütleri ile mücadelenin bir parçası olunduğu gibi üzerinde
iyi çalışılmış mühendislik harikası bir izlenim uluslararası topluma başarıyla
verilir. Ancak günün sonunda bu operasyonlarda kimlerin yakalandığı ve yargı
önüne çıkarıldığına bakıldığında bu operasyonların tamamen bir algıdan ibaret
olduğu gibi bir sonuçla karşılaşılır.
Neticede,
IŞİD ve el-Kaide’nin kolayca militan devşirdiği belli başlı ülkelerden biri
olunduğu halde cezaevlerinde yargılanmayı bekleyen doğru dürüst IŞİD ve
el-Kaide militanlarına rastlanmaz. Hele hele haklarında terörden yargılama
yapılmakta olan ya da bu konuda haklarında hüküm verilmiş bu örgüt mensubu olan
gerçek teröristlerin örneğine pek rastlanmaz. Tam tersine “terör örgütü”,
“terörist” ve “vatan haini” damgası yeme, kendilerine karşı yapılacak hukuksuz
ve keyfi operasyonları ve yargılamaları göze almak pahasına hala sesini
yükseltme cesaretini gösterebilen bir avuç medya, bağımsız gazeteci ve bazı muhalifler
dışında bu tuhaf durumu sorun eden de bulunmaz. Ama ne yazık ki, uluslararası
medya ve toplum artık o ülkenin adını gerçek terör örgütleriyle birlikte anmaya
çoktan başlamış ve teröre destek veren
bir ülke olarak görür hale gelmiştir.
Bir de
tabii o ülkenin muktedirlerinin dönemsel ihtiyaçlarına ve konjonktürel siyasi
çıkarlarına göre “terör örgütü”, “terörist” olarak tanımladıkları gruplar
vardır. Hukuk kuralları ve ahlaki tutarlık umurlarında olmayan muktedirler ve gazeteci,
bilim adamı görünümlü t şahsiyetsiz yardakçıları, tıpkı terör örgütü PKK
örneğinde olduğu gibi, ihtiyaca göre bir terör örgütünü dünyanın en barışçıl
sivil toplum örgütü gibi de lanse edebilir. Çıkarlarına uymadığı andan itibaren
ise sadece PKK’yı değil, PKK ile doğrudan alakalı olmayan barış insanlarına bile
kolayca “terörist” damgasını basıp, önce linç kampanyalarına hedef haline
getirebilir ve sonra da büyük bir maharet ve ustalıkla ortadan kaldırabilirler.
İçeriği
kamuoyunca bilinmeyen gizli hedefler için yıllarca birlikte yol aldıkları, her
türlü faaliyetlerine ve güç devşirme çabalarına göz yumdukları sadece terör
örgütü hedeflerinde değildir artık. Akıl almaz bir akıl tutulması ve intikam
güdüsüyle topyekün bir etnik varlığı düşman olarak görür ve günlerce,
haftalarca yüzbinlerce nüfuslu şehirlerde terör estirip sivillerin can
güvenliğini hiçe sayarlar. Üç aylık bebeklerden, 80 yaşındaki yaşlılara kadar
onlarcasının öldürülmesine büyük bir soğukkanlılıkla devam edilmesini görmezden
gelirler.
Bu
muktedirlerin, tüm dünyanın en büyük terör örgütleri olarak gördüğü IŞİD ve
el-Kaide gibi radikal terör örgütleriyle sahici anlamda mücadele etmek şöyle
dursun fırsat buldukça bu örgütlere destek olduklarından bile şüphelenilir. Öte
yandan İBDA-C gibi radikal İslamcı terör örgütleriyle açıktan sarmaş dolaş
olmaktan bile çekinmezler. Sonra da dönüp ele geçirdikleri devletin tüm
imkanlarını kullanarak hayatları boyunca ellerine silah almamış, gönüllülerinin
tek bir şiddet eylemine rastlanmamış Hizmet Hareketi gibi dünya çapında eğitim,
diyalog, barış ve hayır çalışmalarıyla bilinen bir sivil toplum örgütünü “terör
örgütü” diye yaftalayıp, IŞID, el-Kaide, İBDA-C ve dönemsel olarak PKK’dan
esirgedikleri her türlü keyfi ve hukuksuz operasyonun hedefi haline getirirler.
Hatta, MİT
ve Genelkurmay Başkanlığı’nın 2000’lerin başından itibaren takip ederek
raporladığı, oluşturdukları şiddet ve terör tehdidi konusunda emniyet güçlerini
defaatle uyardığı, açık kaynaklarda bile el-Kaide bağlantılı olduklarının
ispatlandığı Tahşiye gibi bir radikal gruba, muktedirlerin o dönemki siyasi
ihtiyaçlarına uygun gördükleri için büyük şehvet ve heyecanla destek verdikleri
operasyonları yapan polisler ve savcılar bugün “terör örgütü” ve “terörist”
olarak yargılanabiliyor.
Geçtiğimiz
hafta salı ve cuma günleri İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde izlediğim adına
yargılama değil ancak bir “budalalık komedyası” diyebileceğim duruşmalarda
polis şeflerinin ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın avukatları
tarafından masumiyetlerine dair somut delillere rağmen ve son dakikada MİT ve Genelkurmay’dan
gelen belgelerle resmen ve fillen çöktüğü halde devam ettirilen davada tek bir
tutuklunun bile tahliye edilmemesinin şokunu ve utancını hala atlatabilmiş
değilim. İddialarını ispatlayabilecek hiçbir somut delil ve gerekçe ortaya
koyamayan deli saçması bir iddianame ile “terör örgütü” kurmak, yönetmek ya da
üye olmakla suçlanan masum insanların talimatla hareket ettiğinden şüphe
duyulan bir mahkeme tarafından tutsak edilmesi vicdanları kanatıyor.
Son
bölümleri 2009’da yayınlanan bir TV dizisinin senaryosundaki, dahli olmayan tek
cümlelik kurgusal bir replikten dolayı bir medya grubunun başkanı 1
yılı aşkın bir süredir, üstelik hakkında 25 Nisan 2015’te bir mahkeme
tarafından tahliye kararı verildiği halde, halen tutuklu ve tutsak bulunuyor.
Operasyonun yapıldığı 2010 yılında terörist olarak görülen ama ihtiyaçları
değiştiği için artık muktedirlerin el çabukluğuyla masum olduklarına hükmettikleri
el-Kaide terör örgütü bağlantılı Tahşiye grubuna operasyon yapıp gözaltına
alan, bu başarılarından dolayı aynı iktidar tarafından kamuoyu önünde açıkça
övülüp, ödüllerle taltif edilen polis müdürleri ve memurları ise bugün aynı
davada terör örgütü kurmak ve yönetmekle yargılanıyorlar. 1,5 yıldır tutsak
tutuluyorlar.
Görevleri
gereği devletin kendilerine verdiği yasal silahlar “terör” unsuru gibi sunulup,
suç delili sayılıyor. Çoğunun emekliliğine çok az zaman kaldığı halde polislik
meslek hayatları boyunca bugüne kadar tek bir disiplin suçuna bile
rastlanmadığı söylenen bu polisler sadece ve sadece hukuk çerçevesinde
görevlerini yaptıkları için “terörist” olmakla suçlanıp, tutuklu
yargılanıyorlar. Herkesin gözlerinin önünde hukuk yok sayılıyor ve bağımsız
yargı olma vasfını yitirmiş yargıçlar marifetiyle mahkeme salonlarında akılalmaz
zulümler yapılıyor.
Tıpkı uzun
zulümler listesine her gün bir yenisi eklenen“cadı avı” ve nefret
operasyonları”nda olduğu gibi. Fakir öğrencilere burs vermek, yardım
kuruluşlarına bağışta bulunmaktan başka suçu(!) olmayan onlarca insana yönelik
her gün yeni bir operasyon ve zulüm gerçekleştiriliyor. Cumartesi günü ise
masum insanlara “terörist” muamelesi yapılan adres bu sefer Çanakkale idi. Aralarında
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin başarılı eski Rektörü Prof. Dr. Sedat
Laçiner'in de bulunduğu 28 kişi gözaltına alındı. Tıpkı Hitler’in toplama
kamplarında olduğu gibi soğuk kış şartlarında ısıtılmayan bir spor salonunda
tutulan hayırseverler neyle suçlanıyorlar dersiniz? Fakir üniversite
öğrencilerine burs vermekle...
Prof. Laçiner’in
suçlanarak gözaltına alınmasına gerekçe yapılan meblağın ise 150 TL’lik (50
dolar) bir bağış olduğu söyleniyor. Aklını, vicdanını ve ruhunu yitirmiş bir
zulüm makinasına dönen Erdoğan rejimi ve AKP iktidarının IŞİD ve el-Kaide gibi örgütleri
alabildiğine hoşgörürken, kimlere “terör örgütü”, “terörist” dediklerini
anlayabilmek için, genç yaşına rağmen bugüne kadar yüzlerce makalesi, Türkçe’de
18 kitabı, İngilizce’de 5 kitabı yayınlanmış Laçiner’in Wikipedia’daki uzun ve
çarpıcı CV’sine bakmak bile yeterli. Ben burada sadece, Davos Ekonomik Forumu tarafından, ilk ve tek Türk olarak 2006 yılında “Genç Küresel Lider” seçildiğini hatırlatmakla
yetineceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder