16 Aralık 2015 Çarşamba

Çocuğunuz dindar mı, ahlaklı mı olsun?


Bir çelişkiymiş gibi gözüken bu soruyu, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ahlaki ve dinsel yozlaşma bağlamında, “Çocuğunuz Müslüman mı, yoksa iyi bir insan mı olsun?” şeklinde sormak da mümkün. Ben iki çocuk babası bir insan olarak önceliğimin ve tercihimin çocuklarımın her şeyden önce “ahlaklı iyi birer insan” olmaları yönünde olduğunu peşinen belirtmeliyim.
Çevremizdeki milyonlarca örnekten “dindar” bir kimlik benimsemeden de “ahlaklı” olmanın, Müslüman olmadan da “iyi bir insan” olmanın fevkalede mümkün olabildiğini görebiliyoruz. Öte yandan, asgari düzeyde bile hakkını veremedikleri halde hiç çekinmeden kendilerine “dindar” diyen genişçe bir kitlenin, bir çeşit sekülerlik örneği sergileyerek, Müslümanlıklarıyla “iyi bir insan” olma arasına kocaman bir uçurum koyma örneklerinin de haddi hesabı olmadığına şahitlik ediyoruz.
Halbuki, evrensellik kazanmış en temel ahlaki kuralları ve etik ilkeleri hiç umursamadıklarını bütün hal ve hareketleriyle ortaya koyan bu tür insanların tüm “dindarlık” iddiaları paçozlaşmanın şahikasındaki bir oksimorondan ibarettir. Aynı şekilde “iyi bir insan” olmayı asgari düzeyde bile başaramamış sözüm ona “dindar” kimlikli milyonların “iyi bir Müslüman” olma iddiasının da geçerlilik ve gerçekliği olamaz.
Elbette ki farkı görüş ve inanç sahipleri bu konuda farklı düşünebilir. Ama ben milletleri millet yapan milli, manevi, tarihi ve kültürel değerleri gelecek nesillere aktarma misyonunun diğer anlayışlardan ziyade muhafazakar ve dindarlara ait olduğunu düşünenlerdenim. Toplumların gerçek dindar ve muhafazakar kesimlerinin rolünü babaların rolünden ziyade aile içerisinde kendi kültürlerini, ananelerini ve duyarlılıklarını çocuklarına taşıyan annelerin rolüne benzetirim. Neticede dil bile anneler üzerinden çocuklara aktarılan mucizevi bir beceri değil midir? Zaten bundan dolayı da insanların kendi dillerine “baba dili” değil de “anadili” denilmiyor mu?
Sosyal açıdan muhafazakar yaşam tarzı benimsemekle birlikte siyasi görüş itibariyle kendisini “liberal demokrat” kimliğe daha yakın gören biri olarak, hangi dinsel ya da kültürel ortama ait olurlarsa olsunlar o dinin dindarlarını ve muhafazakarlarını önemserim. Çünkü bilirim ki muhatap olduğum o farklı kimlik, ancak o farklı milli, dini, kültürel kimliği benimseyen dindarlar ve muhafazakarlar sayesinde günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, evrensel kabul gören en temel ahlaki ilkelerle bile arası açılmış bir sözde dindarlığın ve “iyi bir insan” olma kaygısı bile gütmeyen bir muhafazakarlığın oluşturduğu tehlike, güncel ve konjonktürel toplumsal yozlaşmanın ötesine geçen bir ciddiyettedir. Çünkü bana göre bu tehlike doğrudan milletin bekasını ve kültürel sürekliliğini tehdit eder niteliktedir.
Bilmem hatırlatmaya gerek var mı ama ahlaklı iyi bir insan asla yalan söylemez, söyleyemez. Ahlaklı iyi bir insan başkalarına asla iftira etmez,  edemez. Ahlaklı iyi bir insan başkalarının haklarını, mal ve mülklerini asla gasp etmez, gasp edemez. Ahlaklı iyi bir insan başkalarına bile bile asla zarar vermez, zarar veremez. Ahlaklı iyi bir insan göz göre göre masum insanlara zulmetmez, zulmedemez. Ahlaklı iyi bir insan asla hırsızlık yapmaz, yapamaz. Ahlaklı iyi bir insan asla rüşvet almaz, alamaz ve asla rüşvet vermez, veremez. Ahlaklı iyi bir insan asla yolsuzluk yapmaz, yapamaz.
Ahlaklı iyi bir insan kendisine emanet edilen kamu imkanlarını asla şahsi çıkarları için kullanmaz, kullanamaz. Ahlaklı iyi bir insan devlet gücünü şahsi kin ve nefretine asla alet etmez, edemez. Ahlaklı iyi bir insan devlet gücünü bir kişisel intikam aracı olarak asla kullanmaz, kullanamaz. Ahlaklı iyi bir insan farklı görüştekileri yıldırmak, sindirmek ve susturmak için eline geçirdiği ceberrut güçle bu insanların üzerinde asla tepinmez, tepinemez. Ahlaklı iyi bir insan kendisi gibi ahlaklı iyi birer insan olarak gördüğü insanların dini ve milli duygularını ve hassasiyetlerini asla istismar etmez, edemez.
Dahası ahlaklı iyi bir insan yukarıda saydığım birbirinden kerih fiillerin birini, birkaçını veya tamamını sürekli ve sistematik olarak gerçekleştiren ahlaksız ve kötü insanlara konumlarını umursamaksızın asla iyi bir gözle bakmaz, bakamaz.
Peki yaşadığımız gerçekler öyle mi? Öyle olup olmadığını 31 Mayıs 2013’te barışçıl bir çevreci duyarlılıkla başlayan ve hükümetin bilinçli provokasyonları ile bazı marjinal grupların müdahilliği neticesinde ölümcül bir şiddet sarmalına dönüşen Gezi Parkı protestoları sonrası yaşananlara bakarak anlayabilirsiniz. Halkı kamplaştırarak ve kutuplaştırarak kendi kitlesinin desteğini konsolide etmek için uydurulan provokatif Kabataş yalanına bakmak bile sadece “ahlaklı iyi bir insan olma” ideali ile iktidar ve güç için bütün ahlaki ve insani kuralları ayaklar altına almakta bir sorun görmeyenler arasındaki uçurumu görmenize yeter.
Kendisine “dindar” ve “muhafazakar” diyenlerle “ahlaklı iyi iyi bir insan” olma ideali arasındaki uçurumu buna rağmen hala göremiyorsak, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesi sonrası yaşananlara da göz ucuyla şöyle bir bakabiliriz. 17/25 Aralık’ta ortalığa saçılan rüşvet ve yolsuzluk kanıtlarını gölgelemek için tam iki yıldır aralıksız yapılan sistematik hukuksuzlukları, keyfilikleri, zulümleri; her gün meydanlarda, ekranlarda, manşetlerde söylenen koca koca yalanları ve ahlaksızca atılan iftiraları şöyle bir gözümüzün önünden geçirebiliriz.
Bütün bu fecaatleri gözden geçirdikten sonra bir de toplumun ahlakla ve dinle asla tevil edilemeyecek bu apaçık fecaatlere karşı tavrına bakabiliriz. Yolsuzluk yaparken ve rüşvet alırken suçüstü yakalanmış muktedirlerin bu yüz kızartıcı suçlarına yalanlar söyleyerek, iftiralar atarak, hukuksuzluklar yaparak, masum insanlara zulmederek her gün yenilerini eklemelerine karşı toplumun özellikle “dindar” ve “muhafazakar” çevrelerinden yükselen tek bir itiraz duyanınız, tek bir tepki göreniniz var mı?
Bu çevrelerden olup bitenlere karşı cılız bir sesle de olsa itiraz şöyle dursun tarihin görüp göreceği en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalına adı karışmış yoz bir iktidarı ayakta tutanlar bu sözüm ona “dindar”lar ve “muhafazakar”lar değil mi? Peki bu nasıl bir dindarlıktır? Bu nasıl bir muhafazakarlıktır? Bu dindarların inandığı din her neyse, o din rüşveti, yolsuzluğu, hırsızlığı, talanı, yalanı, iftirayı, hukuksuzluğu, keyfiliği ve zulmü hoşgörüyor olabilir mi? Ya da bu muhafazakarlar çıkarları ve menfaatleri için en temel ahlaki ilkeleri bile feda edebiliyorlarsa çocuklarına ve gelecek nesillere aktarmak için sahi neyi muhafaza ediyorlar?
Hangi dine mensup olursa olsun “dindarlık” ve hangi kültüre ait olursa olsun “muhafazakarlık” değer verdiğim özelliklerden olduğundan hırsızlığı, rüşveti, yolsuzluğu, yalanı, iftirayı, gasbı, keyfiliği, hukuksuzluğu ve apaçık zulmü sorun etmeyenleri “dindar” ve “muhafazakar” olarak görmüyorum. En asgari düzeyde bile ahlakilik sergileyemeyenlerin, en basit anlamda iyi bir insan olma gayreti göstermeyenlerin hakiki Müslümanlar olabileceklerine de ihtimal vermiyorum.
Çünkü, diğer ilahi dinler gibi İslam dininin de ne IŞİD’ın yaptıklarına benzer vahşet, şiddet ve teröre, ne ahlaksızlığa, ne de kötü bir insan olmaya cevaz verdiği kanaatinde değilim. Bu yüzden en temel ahlak kurallarıyla bile arasına mesafe koyanları tanımlamak için Sosyolog Tayfun Atay’dan ödünç aldığım “dinbaz” terimini kullanmayı tercih ediyorum. Müslüman dindarlığının ve Türk muhafazakarlığının “ahlaklı” ve “iyi insan” imgesini ahlaksızca ve hoyratça yok eden tüm dinbazlara ise lanet ediyorum.   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder