4 Haziran 2015 Perşembe

Son durak


Siyasi süreçlerin yol, seyahat veya maç alegorisiyle anlatımı sanırım Türk siyasetine özgü bir durum değil. Bununla birlikte Türk siyasetinin, siyasi süreçler için yol ve maç analojsi yapmakta çok mahir olduğunu kabul etmeliyiz. Bu maharetin Türk tarihinin manevra kabiliyeti en yüksek siyaset kurdu Recep Tayyip Erdoğan’da zirvede olduğunu da hemen belirtmeliyiz.
Mevzu siyaset ve yoldan açılmışken Erdoğan’ın, henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, 14 Temmuz 1996 günü Milliyet gazetesinde yayınlanan bir söyleşide “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” sözünü hatırlamamak olmaz. Hatırlanacağı gibi Erdoğan aynı söyleşide “Demokrasi amaç değil, araçtır” da demişti.
Erdoğan’ın demokrasiyi neden uzun yolculukların gerektirdiği bir taşıma aracına değil de kısa mesafeli yolculuklar için kullanılan tramvaya benzettiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Oysa demokrasiyle çok fazla yol alma niyetinin olmadığını, bilinçaltının bir dışa vurumu olan bu sözlerinden o gün de anlayabilirmişiz. Ne yazık ki anlayamamışız. Zaten Erdoğan da bahsettiği gibi “bu tramvayın gittiği yere kadar” gitmedi, demokrasi ve hukukla bağdaşmayacak emelleri için uygun gördüğü istasyonda hemen iniverdi.  
Söyleşide “demokrasi amaç değil, araçtır” diyordu ama neyin aracı olduğunu muğlak bırakıyordu. Son dönemde Erdoğan ve çevresinin seçim propagandalarında sıklıkla kullandığı “davamız” tabiri de buna benzer bir muğlaklık içeriyor. Ama görünen köy artık kılavuz istemiyor. Son dönemdeki olup-bitenlerden demokrasiyi, açıkça tanımlamaktan hala çekindikleri “davamız”ın bir aracı olarak gördükleri anlaşılıyor. Peki bu “davamız” dedikleri şey ne olabilir acaba? “Davamız” dedikleri şey icracı (executive) başkanlık kamuflajına sardıkları bir tek adam diktası olmasın sakın! Ya da aralarında radikal İslamcı terör örgütlerinin de bulunduğu sınır aşan aktörlerle alengirli ilişkilere girerek bir nevi hilafeti canlandırmak mıdır bu “davamız” dedikleri şey? Sahi nedir bu “davamız”?
“Davamız”ın ne olduğunu tam anlamıyla kestirebilmek benim için pek mümkün değil belki ama, “davamız”a giden yolculukta demokrasi tramvayının artık bir durağa geldiği ayan beyan ortada. Bu durağın, Davutoğlu’nun “ikinci yarı” vurgulu seçim kampanyasında bahsini ettiği bir “ara durak” olmadığı kesin. Erdoğan ve AKP tarafından, inişleri ve çıkışlarıyla 150 yıllık parlamenter tecrübenin olağan bir seçimi olmaktan çıkarılarak bir çeşit rejim değişikliği oylamasına dönüştürülen 7 Haziran seçimleri ya demokrasimiz için ya da Erdoğan ve çevresinin “davamız” dediği her neyse onun hedeflerine ulaşmak için son durak olacak.
Şayet AKP üzerinden Erdoğan, zaten yok saydığı Anayasa’yı kafasına göre değiştirebilecek bir parlamento çoğunluğuna ulaşırsa, tam teşekküllü bir tek adam dikta rejimini kurmasının önünde demokratik meşruiyete sahip hiçbir engel kalmamış olacak. Yani Pazar günü demokratik yollardan demokrasinin canına kıyılacağı korkunç bir paradoksla karşı karşıya kalacağız. AKP, anayasa değiştirme çoğunluğunu elde edebilirse, tüm adaletsizliklerine ve tuhaflıklarına rağmen, şeklen de olsa hala rekabetçi diyebileceğimiz çok partili bir demokratik seçimi 7 Haziran’da büyük ihtimalle son kez yapmış olacağız. Erdoğan’ın ölümüne arzusu olan ve HDP’nin mutlaka yüzde 10 seçim barajı altında kalmasını gerektiren böyle bir sonuç Türkiye’nin 150 yıllık demokratikleşme yolculuğunun fiilen son durağı olacaktır.
Tabii bir de madalyonun öteki yüzü, Türkiye’nin yakın geleceğinin çok farklı bir senaryo çerçevesinde şekillenmesi ihtimali var. Şayet AKP, 7 Haziran’da anayasayı değiştirme çoğunluğunu elde edemez, üstüne bir de tek parti iktidarı kurabilecek bir başarı gösteremezse Erdoğan’ın Türkiye’yi mafyatik bir aile şirketine dönüştürme emelleri bir daha asla niyetlenemeyeceği şekilde suya düşecek. Bu durumda “davamıza erişme” denen netameli yolculuk son durağa varmış olacak.
Bir dördüncü partinin (HDP) mutlaka yüzde 10 barajını aşarak parlamentoya girmesiyle erişilecek böyle bir sonuç, Davutoğlu’nun “ikinci yarı” hülyalarını da fiilen boşa çıkaracak. Daha önemlisi Erdoğan’ı, kısa menzilli bir yolculukla ülkeyi karanlık bir noktaya taşımakta kullandığı tramvayın altına itecek. O tramvayın yerini alacak olan demokrasi ekspresi tramvayın bıraktığı yerden yoluna devam edecek belki ama bu Erdoğan ve işlediği suçlara ortak ettiği çevresi için  sonun başlangıcı olacak. Böyle bir tabloyu sonuç vermesi durumunda 7 Haziran, Erdoğan’ın demokrasiyi istismar ederek başladığı despotizm yolculuğunun son durağını oluşturacak.
Şu aşamada seçimlerde kimin kazanıp kimin kaybedeceğine dair birbirinden farklı tahminler yapılabilir, farklı siyasi senaryolar yazılabilir. Ama şurası kesin ki 7 Haziran seçimleri ya demokrasimiz için ya da suç şebekesine dönüşen ekipleriyle birlikte demokrasinin verdiği imkanları istismar ederek kendi diktalarını kurmak isteyenler için bir son durak olacak! 
  Umarım kötü olan kaybeder!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder