İngiliz tarihçi Lord Acton’un “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak
yozlaştırır” sözü maalesef demokrasiler dahil tüm yönetim şekilleri için
geçerli. Demokrasilerin, kendisini diğer tüm yönetim şekillerinden ayıran, en
büyük özelliği de zaten bu konuda. Tüm diğer yönetim şekillerinin aksine
demokrasiler güç kazandıkça yozlaşan iktidarı barışçıl yollardan değiştirmesi
için halka imkan veren bir sistemdir.
Halkın büyük umut ve beklentileriyle iktidara taşınan AKP’nin ve Erdoğan’ın
13 yıllık iktidarları sürecinde giderek mutlaklaştığı ve her açıdan yozlaştığı
ortada. Bir Pazar günü milletin önüne konulan seçim sandığı bu yozlaşmayı
tespit ve tescil edip, bir düzeltici görevi görebilecek mi peki? Cevabını
herkesin merak ettiği soru işte bu.
Hemen belirtmeliyim ki tek adam tek
oy (universal suffrage) ilkesi ve seçim sandığı olmaksızın demokrasi olmaz. Ama
demokrasinin sadece sandıktan ibaret olduğunu söylemek de anlamsız olur. Bir
değerler, ilkeler, teamüller, gelenekler, kurallar ve kurumlar bütünü olan
demokrasiyi sadece sandığa indirgediğinizde sandıktan hükümet çıkarma
yeterliliğini elde eden her siyasi partinin faşizan bir otoriterliğe sapması kaçınılmaz
olur. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sanmak Lord Acton’ın “güç
yozlaştırır” diskurunun en kestirmeden gerçekleşmesi anlamına gelir.
Demokrasi sadece sandıktan ibaret
olmadığı gibi sandık öncesi süreçlerle de yakından ilgilidir. Türkiye, 7
Haziran günü, pek çok şaibe altında tarihinin en kritik seçimini
gerçekleştirirken ister istemez seçim öncesi yaşanan hoyratlıkları da hesaba
katmak durumundayız. Bu anlamda HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın oy
kullandıktan hemen sonra mikrofonlara ifade ettiği gibi Türkiye’de gerçekten de
“demokratik bir seçim gerçekleşti ve demokratik bir yarış yaptık diyecek
durumda değiliz.”
Anayasa’nın açık maddeleri ile namusu ve şerefi üzerine ettiği yeminin
gereği bütün siyasi partilerle aynı mesafede olması ve tarafsız kalması gereken
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, milletin aklıyla alay edecek şekilde deli saçması
bahaneler oluşturarak AKP lehine onlarca miting yapması başlı başına bu
seçimlerin adil ve demokratik olmadığını ispatlamaya yeter. Defalarca açılışı
yapılmış tesislerin yeniden açılışları (ki bazı yerlerde açılışı yapıldığı
söylenen tesislerin hiç olmadığı bile
ispatlandı) bahanesiyle yapılan mitingler ile vatandaş buluşması,
muhtarlar buluşması, esnaf buluşması gibi tamamı kamu kaynaklarından finanse
edilen mitinglerde Erdoğan’ın AKP için oy istemesi sadece hukuk ve demokratik
nezaket kurallarını değil, en basit ahlak kurallarını bile ihlal eder
nitelikteydi. Seçim öncesi açılış ve vatandaş buluşması adı altında günde 3-4
miting düzenleyen, her gün en az bir ulusal kanala söyleşi veren Erdoğan
bakalım seçimler sonrasında da aynı tempoyla vatandaş buluşmaları düzenleyecek
mi?
Söz kamu kaynaklarından açılmışken,
hiçbir demokratik ülkede olmayacak büyüklükte hazineden aldığı seçim yardımının
yanı sıra kamu imkanlarını sonuna kadar kullanmaktan çekinmeyen iktidar partisi
AKP de demokratik nezaketsizlik, adaletsizlik ve ahlaksızlık açısından
Erdoğan’dan hiç de geride kalmamıştır. Başta vatandaşların vergileriyle finanse
edilen kamu medyası TRT kanalları ve Anadolu Ajansı olmak üzere kamunun tüm
imkanları partizanca seferber edilmiştir. Hükümet ve Erdoğan’ın kontrolündeki güya
özel medya gece gündüz AKP propagandası yaparken, tüm siyasi partilere eşit
yaklaşan bağımsız medya kurumları tutuklama, el koyma tehditleri dahil türlü
tehdit ve yöntemlerle susturulmaya ve sindirilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan,
dönemin muktedirleri 7 Haziran seçimleri öncesi çiğlik ve hoyratlıklarıyla
tarih boyunca utançla anılacaktır.
Bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, devlet kurumları ve hatta
diplomatik misyonları bile partizan militanlar gibi kullanan AKP, maalesef
Türkiye’de insanların göğüslerini gere gere özgür ve adil bir seçimin
yapıldığını söylemesine imkan bırakmamıştır. İktidardaki AKP lehine partizanca tavır almayan her medya organı, her
sosyal grup ve her sivil toplum oluşumu yüksek perdeden bizzat Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu tarafından tehdit edilmiştir. Bu tehditlerin dozu
iktidar yalakası medya tetikçileri tarafından ise en üst seviyelere
çıkarılmıştır. Öyle ki, gazeteciler tutuklanmakla, medya organları el
konulmakla, bankalar kamulaştırılmakla, şirketler batırılmakla tehdit edilmişlerdir.
Özgür ve adil bir seçimin teminatı
olması gereken YSK ve RTÜK gibi düzenleyici kurumlar bile çözüm üretmek yerine
sorunun bir parçası haline gelmişlerdir. Bu kurumlar özgür ve adil bir seçim
ortamını tesis etmek yerine AKP ve Erdoğan’ın istekleri doğrultusunda
partizanca hareket etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Türkiye’deki hiçbir seçimin
sıhhati bu seçimler kadar endişe ve tartışma konusu olmamıştır. Son 12 yıldır
yapılan tüm seçimlerde seçim sonuçlarını en hızlı ve en sağlıklı şekilde
vermekle haklı bir şöhret ve güven kazanan Cihan haber ajansına yönelik
sistematik bir karalama kampanyası yapılması, Cihan’la birlikte Doğan haber
ajansının da iktidar çevrelerince siber saldırılarla tehdit edilmesi bu
endişeleri zirveye çıkarmıştır.
İktidar partisinin seçimlerde
sistematik hile yapacağına ve oy çalacağına dair yaygın şekilde paylaşılan şüphe
ve endişelerden dolayı Türkiye tarihinin belki de en büyük sivil
inisiyatiflerine sahne olmuştur. Özel ajansların yanı sıra muhalif siyasi
partiler ve sivil toplum örgütleri, seçimin sıhhatinden sorumlu devletin
kurumlarını ve yargıyı AKP tamamen kontrolü altında bulundurduğu için, bu
kurumlara güvenmek şöyle dursun, bizzat bunların seçim hilelerini
gerçekleştireceğinden endişe duyar hale gelmişlerdir. Bu yüzden tüm bu gruplar
sandıklarda kullanılan oyların kullanıldığı şekliyle sonuçlara yansımasını
temin için seferber olmuşlardır.
Sağlıklı kamuoyu araştırmalarıyla tanınan önemli bir araştırma şirketinin
başkanının şu sözlerinden sanırım mevcut vaziyetin vahametini anlamak mümkün:
“Araştırmalarımız maalesef sadece seçim sandıklarına girecek oyların eğilimine
dair tahminlere imkan veriyor. Sandıktan çıkacak sonuçlara dair herhangi bir
tahminde bulunmamız ise bu şartlarda imkansız!”
Seçimin sıhhatine dair haklı endişeler de aslında mutlaklaşan iktidarın
yozlaşma hikayesinin sadece bir parçası olarak ortaya çıkıyor. İktidar partisi
kaynaklı tüm bu endişelere yol açan adaletsizliklere rağmen, umut ediyorum ki alarm
durumundaki sivil toplumun ve muhalif partilerin çabasıyla seçim sandığı,
kendisine yönelik demokrasi ve hukuk dışı müdahaleler de dahil olmak üzere, tüm
demokratik sapmaları yoluna koyacak, adaletsizlikleri restore edecek, yozlaşmış
kadroları elimine ya da revize edecek bir regülatör görevi görecektir.
Oy kullanma işlemleri sürerken kaleme aldığım bu yazı vesilesiyle bu
umudumu bir kez daha güçlü şekilde dile getirmek istiyorum. Seçim sonuçları
umarım demokrasinin, hukukun ve milletin hayrına olur. Umarım kötü olanlar
kaybeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder