7 Haziran 2015 Pazar

Regülatör


İngiliz tarihçi Lord Acton’un “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır” sözü maalesef demokrasiler dahil tüm yönetim şekilleri için geçerli. Demokrasilerin, kendisini diğer tüm yönetim şekillerinden ayıran, en büyük özelliği de zaten bu konuda. Tüm diğer yönetim şekillerinin aksine demokrasiler güç kazandıkça yozlaşan iktidarı barışçıl yollardan değiştirmesi için halka imkan veren bir sistemdir.
Halkın büyük umut ve beklentileriyle iktidara taşınan AKP’nin ve Erdoğan’ın 13 yıllık iktidarları sürecinde giderek mutlaklaştığı ve her açıdan yozlaştığı ortada. Bir Pazar günü milletin önüne konulan seçim sandığı bu yozlaşmayı tespit ve tescil edip, bir düzeltici görevi görebilecek mi peki? Cevabını herkesin merak ettiği soru işte bu.
            Hemen belirtmeliyim ki tek adam tek oy (universal suffrage) ilkesi ve seçim sandığı olmaksızın demokrasi olmaz. Ama demokrasinin sadece sandıktan ibaret olduğunu söylemek de anlamsız olur. Bir değerler, ilkeler, teamüller, gelenekler, kurallar ve kurumlar bütünü olan demokrasiyi sadece sandığa indirgediğinizde sandıktan hükümet çıkarma yeterliliğini elde eden her siyasi partinin faşizan bir otoriterliğe sapması kaçınılmaz olur. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sanmak Lord Acton’ın “güç yozlaştırır” diskurunun en kestirmeden gerçekleşmesi anlamına gelir.
            Demokrasi sadece sandıktan ibaret olmadığı gibi sandık öncesi süreçlerle de yakından ilgilidir. Türkiye, 7 Haziran günü, pek çok şaibe altında tarihinin en kritik seçimini gerçekleştirirken ister istemez seçim öncesi yaşanan hoyratlıkları da hesaba katmak durumundayız. Bu anlamda HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın oy kullandıktan hemen sonra mikrofonlara ifade ettiği gibi Türkiye’de gerçekten de “demokratik bir seçim gerçekleşti ve demokratik bir yarış yaptık diyecek durumda değiliz.”
            Anayasa’nın açık maddeleri  ile namusu ve şerefi üzerine ettiği yeminin gereği bütün siyasi partilerle aynı mesafede olması ve tarafsız kalması gereken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, milletin aklıyla alay edecek şekilde deli saçması bahaneler oluşturarak AKP lehine onlarca miting yapması başlı başına bu seçimlerin adil ve demokratik olmadığını ispatlamaya yeter. Defalarca açılışı yapılmış tesislerin yeniden açılışları (ki bazı yerlerde açılışı yapıldığı söylenen tesislerin hiç olmadığı bile  ispatlandı) bahanesiyle yapılan mitingler ile vatandaş buluşması, muhtarlar buluşması, esnaf buluşması gibi tamamı kamu kaynaklarından finanse edilen mitinglerde Erdoğan’ın AKP için oy istemesi sadece hukuk ve demokratik nezaket kurallarını değil, en basit ahlak kurallarını bile ihlal eder nitelikteydi. Seçim öncesi açılış ve vatandaş buluşması adı altında günde 3-4 miting düzenleyen, her gün en az bir ulusal kanala söyleşi veren Erdoğan bakalım seçimler sonrasında da aynı tempoyla vatandaş buluşmaları düzenleyecek mi?
            Söz kamu kaynaklarından açılmışken, hiçbir demokratik ülkede olmayacak büyüklükte hazineden aldığı seçim yardımının yanı sıra kamu imkanlarını sonuna kadar kullanmaktan çekinmeyen iktidar partisi AKP de demokratik nezaketsizlik, adaletsizlik ve ahlaksızlık açısından Erdoğan’dan hiç de geride kalmamıştır. Başta vatandaşların vergileriyle finanse edilen kamu medyası TRT kanalları ve Anadolu Ajansı olmak üzere kamunun tüm imkanları partizanca seferber edilmiştir. Hükümet ve Erdoğan’ın kontrolündeki güya özel medya gece gündüz AKP propagandası yaparken, tüm siyasi partilere eşit yaklaşan bağımsız medya kurumları tutuklama, el koyma tehditleri dahil türlü tehdit ve yöntemlerle susturulmaya ve sindirilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan, dönemin muktedirleri 7 Haziran seçimleri öncesi çiğlik ve hoyratlıklarıyla tarih boyunca utançla anılacaktır.
Bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, devlet kurumları ve hatta diplomatik misyonları bile partizan militanlar gibi kullanan AKP, maalesef Türkiye’de insanların göğüslerini gere gere özgür ve adil bir seçimin yapıldığını söylemesine imkan bırakmamıştır. İktidardaki AKP lehine  partizanca tavır almayan her medya organı, her sosyal grup ve her sivil toplum oluşumu yüksek perdeden bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu tarafından tehdit edilmiştir. Bu tehditlerin dozu iktidar yalakası medya tetikçileri tarafından ise en üst seviyelere çıkarılmıştır. Öyle ki, gazeteciler tutuklanmakla, medya organları el konulmakla, bankalar kamulaştırılmakla, şirketler batırılmakla tehdit edilmişlerdir.
            Özgür ve adil bir seçimin teminatı olması gereken YSK ve RTÜK gibi düzenleyici kurumlar bile çözüm üretmek yerine sorunun bir parçası haline gelmişlerdir. Bu kurumlar özgür ve adil bir seçim ortamını tesis etmek yerine AKP ve Erdoğan’ın istekleri doğrultusunda partizanca hareket etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Türkiye’deki hiçbir seçimin sıhhati bu seçimler kadar endişe ve tartışma konusu olmamıştır. Son 12 yıldır yapılan tüm seçimlerde seçim sonuçlarını en hızlı ve en sağlıklı şekilde vermekle haklı bir şöhret ve güven kazanan Cihan haber ajansına yönelik sistematik bir karalama kampanyası yapılması, Cihan’la birlikte Doğan haber ajansının da iktidar çevrelerince siber saldırılarla tehdit edilmesi bu endişeleri zirveye çıkarmıştır.
            İktidar partisinin seçimlerde sistematik hile yapacağına ve oy çalacağına dair yaygın şekilde paylaşılan şüphe ve endişelerden dolayı Türkiye tarihinin belki de en büyük sivil inisiyatiflerine sahne olmuştur. Özel ajansların yanı sıra muhalif siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri, seçimin sıhhatinden sorumlu devletin kurumlarını ve yargıyı AKP tamamen kontrolü altında bulundurduğu için, bu kurumlara güvenmek şöyle dursun, bizzat bunların seçim hilelerini gerçekleştireceğinden endişe duyar hale gelmişlerdir. Bu yüzden tüm bu gruplar sandıklarda kullanılan oyların kullanıldığı şekliyle sonuçlara yansımasını temin için seferber olmuşlardır.
Sağlıklı kamuoyu araştırmalarıyla tanınan önemli bir araştırma şirketinin başkanının şu sözlerinden sanırım mevcut vaziyetin vahametini anlamak mümkün: “Araştırmalarımız maalesef sadece seçim sandıklarına girecek oyların eğilimine dair tahminlere imkan veriyor. Sandıktan çıkacak sonuçlara dair herhangi bir tahminde bulunmamız ise bu şartlarda imkansız!”
Seçimin sıhhatine dair haklı endişeler de aslında mutlaklaşan iktidarın yozlaşma hikayesinin sadece bir parçası olarak ortaya çıkıyor. İktidar partisi kaynaklı tüm bu endişelere yol açan adaletsizliklere rağmen, umut ediyorum ki alarm durumundaki sivil toplumun ve muhalif partilerin çabasıyla seçim sandığı, kendisine yönelik demokrasi ve hukuk dışı müdahaleler de dahil olmak üzere, tüm demokratik sapmaları yoluna koyacak, adaletsizlikleri restore edecek, yozlaşmış kadroları elimine ya da revize edecek bir regülatör görevi görecektir.
Oy kullanma işlemleri sürerken kaleme aldığım bu yazı vesilesiyle bu umudumu bir kez daha güçlü şekilde dile getirmek istiyorum. Seçim sonuçları umarım demokrasinin, hukukun ve milletin hayrına olur. Umarım kötü olanlar kaybeder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder