7 Haziran parlamento seçiminin Türkiye’yi nasıl bir karabasandan çekip aldığını
anlayabilmek için bu ülkede haftalar boyunca yaşanan baskıcı, anti-demokratik
ve hukuk dışı uygulama örneklerine bakmak gerekmiyor. Sıradan herhangi bir güne
baktığınızda bile bu ülkenin nasıl bir baskı ve despotizm altında inlediğinin
birçok vahim örneğiyle karşılaşabilirsiniz. Sadece bir güne sığışan vahim
örnekler üzerinden bile hiç de yanıltıcı olmayacak sağlam bir fikre ve sağlıklı
bir kanaate ulaşabilirsiniz.
Özellikle medya üzerinden paylaştıkları düşünce ve ifadelerinden veya sanatın
değişik kanallarıyla verdiği mesajlardan ya da ortaya koydukları demokratik duruşlarından
dolayı gün geçmiyor ki bu ülkede birileri gözaltına alınmasın, birileri mahkum
olmasın ya da tutuklanarak hapse konulmasın. Gerçek birer gazeteci, sanatçı,
sivil toplum gönüllüsü, hayır işleriyle uğraşan hayırsever veya çevre aktivisti
olmanız size bu ülkede “makul şüphe”yle yaklaşılması için yeterli. Muhalif her
düşünceyi düşmanlık, her eleştiriyi ihanet, beğenilmeyen her tavrı yok edilmesi
gereken bir virüs gibi değerlendiren bakanlarınız, başbakanınız ve kendisini
ülkenin sahibi, vatandaşları da kölesi zanneden bir cumhurbaşkanınız varsa her
an gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, mahkum edilip hapse atılmayı bekleyebilirsiniz.
Böyle bir atmosferde endişeyle beklediğiniz şeyin gerçekleşmesine karşı
duyacağınız en son his sanırım şaşırmak olacaktır. Ama şaşırmaktan asla vazgeçemezsiniz.
Çünkü asıl olup bitene alışarak yaşanan tuhaflıklara şaşırmaktan vazgeçerseniz
bitersiniz.
Malum olduğu üzere tehlike ve tuhaflıklar bunlardan ibaret değil. Kamu
pozisyonlarını kapmanın ve terfi almanın liyakat, keyfiyet ve çalışmakla değil,
muktedire yalakalık ve yardakçılıkla olduğu son dönem Türkiyesi gibi ülkelerde
işiniz aslında sandığınızdan çok daha zor. Bu tür ülkelerde ortalık muktedire
yaranma telaşıyla insani ve mesleki onurlarını bir kenara bırakan adi
tetikçilerden geçilmez olur. Bunlar için ne hak, ne hukuk, ne de en temel
bireysel özgürlükler ve insanların izzet ve haysiyetinin bir önemi kalmaz. Bu
türlerde muktedir gördükleri despot ve avenelerine yaranarak yükselme arzusu en
baskın karakter haline gelir.
Bu türlerin doldurdukları pozisyonlar belki bakanlıktır, müsteşarlıktır,
bürokratlıktır, valiliktir, müdürlüktür, savcılıktır, hakimliktir, polisliktir ama
yaptıkları iş artık adi bir tetikçilikten başkası değildir. Muktedirin değişen
ihtiyaçlarına göre her an yeni bir şekil verilen hukuk ise birer adi tetikçiye
dönüşen bu zevatın elinde hoyratça harcanan mühimmattan ibarettir. Bu tetikçiler
eliyle aranan artık ne haktır, ne hukuktur, ne de adalettir. Tüm bu kifayetsiz
muhterisleri büyük bir telaşla koşuşturmaya iten sadece ve sadece yaranmaya
çalıştıkları muktedirin kin, intikam ve rövanş duygusunu tatmin etme motivasyonudur.
İşte böylesine berbat bir atmosferde karşılaştığınız tuhaflıklar,
garabetler, adaletsizlikler, hukuksuzluklar, haksızlıklar, keyfilikler,
despotluklar, zulümler sizi belki çok üzer, ama olanlar zamanla sıradanlaşır ve
şaşırtmaz. İşte bu yüzden bu alçaklıklara karşı usulüne göre verdiğiniz
mücadeleye belki çok daha zor ve çok daha çetrefil yeni bir mücadeleyi eklemeniz
gerekir. Çığırından çıkarılarak adi bir tımarhaneye dönüştürülmeye çalışılan
ülkenizde yaşanan tuhaflıklara alışmaya kararlılıkla direnme, olan biteni
normal görmeme ciddi bir mücadeleyi ve çabayı gerektirir. Bu mücadelenin
bilincinde olanlar türedi despotluğun her yeni görünürlüğünü, yozlaşmış muktedirlerin
her zulmünü ve keyfiliğini adeta ilk kez karşılaşıyormuşçasına yadırgama ve ona
göre tepki koyma refleksini diri tutmaya gayret eder. Üzülür belki ama
olağanlaşmış despotluk uygulamalarına alışmaya direnir. Bu direncin verdiği
güçle bir anomali hali olan kabus devrinin sona ereceğine olan umudunu canlı
tutar.
Hatırlanmalı ki insan, tercihleri ile insandır. Kimisi izzet ve onurunu hiçe
sayarak güç ve menfaat için despotluğa yaltaklanır. Kimisi sahip olduklarından
mahrum kalmamak veya yeni menfaatler elde etmek için güç ve iktidara boyun eğer.
Kimisi de sadece Allah’ın bahşettiği izzet ve onuru için yaşar, izzetli ve
onurlu bir yaşamın gereği olan özgürlüğünden asla taviz vermez. Özgürlüğünü, izzet ve onurunu kaybetmemek için
pek çok şeyi kaybetmeyi göze alır. İnsan gibi insan olma kabiliyeti olanlarla
insanlık onuruna menfaat veya korkuları sebebiyle ihanet edenler arasındaki
farklar da zaten Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu türden istisnai dönemlerde
ve olağandışı durumlarda belirginleşir.
Hiçbir isim belirtmediğim, hiçbir ismi ima etmediğim halde Twitter’da
paylaştığım bir mesajdan dolayı devrin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiasıyla 21 ay hapis cezasına çarptırılmış olmayı
işte bu duygularla karşılıyorum. Güç sarhoşluğuyla yozlaşarak sıradan bir
despot gibi keyfilikler ve zulümlere imza attığından dolayı Erdoğan ve
çevresindekilere yönelik somut eleştirilerim ortada. Anti-demokratik ve despotik eylemleri devam
ettiği müddetçe kendilerine en sert eleştirileri yöneltmekten de asla geri
durmayacağımı söylemek isterim.
Hal böyle iken, ortaya söylenmiş 140 karakterlik bir mesajın “muhatabı
benim” diyerek dava açılması ve hiçbir somut olguya ve delile dayanmaksızın
yapılan suçlamalarla mesajın her harfi için 4,5 gün hapis cezası verilmesine
şaşırma irademi seferber etmek durumundayım. Muktedire yaranma güdüsüyle
seferber olanların somut olgusal suçun delilleri yerine, “kanaatlerini,
zanlarını, hislerini” ifade etmekten ibaret olan tartışmalı bir bilirkişinin
yanlı raporuna dayanarak verdikleri mahkumiyeti aynen kendilerine iade
ediyorum. Evlere şenlik bir yargılama yapıp garabetlerle dolu bir mahkumiyet
kararı veren mahkeme heyeti bilsin ki bu garip kararıyla tarih önünde asıl kendisini
yargılamış ve kendisini mahkum etmiştir. Nesiller boyu taşıyacakları bu
utançtan dolayı kendilerine geçmiş olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder