Bir kısım AKP’li bakanlar, vekiller ve yandaş gazetecilerde tam bir 7 Haziran aydınlanması yaşanıyor. Bu aydınlananlar arasına görevdeyken “ürkekçe” bile olsa dile getirdiğine şahit olmadığımız eleştirilerini bir danışmanına yazdırdığı siyasal PR kitabı üzerinden “cesaretle” dile getiren eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü da dahil etmek mümkün. Ben buna “7 Haziran aydınlanması” diyorum, çünkü AKP 7 Haziran’da aldığı oy oranından 3 puan fazla oy almış olsaydı bu zevatın “onur” çıkışlarına, kahramanca eleştirilerine ve adeta bir şövalye asaleti kokan tavırlarına asla şahit olmayacağımızı adım gibi biliyorum.
Şimdilik bir suni
teneffüsle de olsa demokrasiye ve hukuk devletine yeniden hayata dönme imkanı
veren 7 Haziran seçimleri, görünen o ki, demokrasi ve hukuk devletinden belki
de daha ziyade bu zevatın çok uzun zamandır yarı ölü vaziyetteki izzet, onur ve
haysiyetinin dirilmesine yol açmış. Şundan eminiz ki 7 Haziran seçimlerinin sonuçları
olduğu gibi olmasaydı ne Abdullah Gül, elçisi vasıtasıyla da olsa, bir cesaret
devrimi yapabilecekti, ne Gül’e yakınlığıyla bilinen “duayen” gazeteciler keyfilikler
ve hukuksuzluklara karşı yaylım ateşine başlamaya cüret edebileceklerdi.
7 Haziran o kadar
mucizevi ve müthiş bir siyasal terkip ortaya koydu ki, bu terkip kendilerini AKP
ve Erdoğan’ın anti-demokratik ve hukuk dışı savrulmalarını savunmaya adamış
olan ve bu uğurda sergiledikleri dipsiz ilkesizlikleriyle medya tarihine birer
kara leke olarak geçen bir kısım yandaş gazetecilerde bile bir rehabilitasyon
etkisi yaptı. O kadar ki AKP’li bazı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler
17/25 Aralık 2013’te ortalığa saçılan kirli ilişkilerin, çürümüşlüğün,
kokuşmuşluğun, rüşvet ve yolsuzluk skandallarının bile aniden farkına varıverdi.
İşte tüm bunlar hep 7 Haziran aydınlanması veya 7 Haziran çarpmasından.
AKP’li bakanların,
siyasetçilerin ve sarsılmaz sanılan despotik Erdoğanizm rejimine iman etmiş lejyoner
kalemşörlerin birbirlerine girmek pahasına sergiledikleri bu gecikmiş ani aydınlanma
7 Haziran’la ortaya çıkan AKP’deki şizofrenik ruh haletinin, bozgun havasının
ve gümbürtülü ve görkemli bir çöküşün ilk dalgasının güçlü emareleri
niteliğinde. Mukadder gidişatın, türlü zulümler ve despotluklarla yüklü dev AKP
gemisinin kaçınılmaz batışının ilk çatırtılarını erken fark etmekte mahir
olanlar buldukları kırık dökük filikalarla acemice kaçma ve kendilerini
kurtarma telaşındalar. Bu şatafatlı batıştan kendilerini kurtarma telaşına
kapılanlar bir taraftan da korsanlıkla, hırsızlıkla, yolsuzlukla edinilen her
türden zenginlikleri taşıyan bu dev geminin enkazının oluşturacağı mirastan en
büyük payı alma yarışındalar.
Bu zevatın işi hiç de
kolay değil. Sağlı sollu esen sert fırtınaları, her yönden akın eden dev dalgaları
maddi ve siyasi çıkar peşinde keskinleştirdikleri ustalaşmış sezgileriyle kestirmeye
ve ona göre pozisyon almaya çabalamak zorundalar. Bu canhıraş, acınası ve
umutsuz çabalarıyla, kirli ilişkilerin damga vurduğu kokuşmuş bir devrin mağdur
ettiği tüm toplumsal kesimler için seyir keyfi yüksek olan ama insani açıdan da
tahammül edilmesi zor bir pejmürdelik, ikiyüzlülük, mürailik sergiliyorlar.
İşte böyle bir ortamda bazıları, özellikle 17/25
Aralık yolsuzluk skandalının patlamasından sonra, yalanlar, iftiralar ve
tehditlerle bezeyerek sergiledikleri ilkesizliklerini ve yaptıkları büyük zulümlerle
işledikleri günahları sanki millete kolayca unutturmayı başarabilecekleri gibi sebebini
hiç bilemeyeceğim büyük bir iyimserlik içerisinde hareket ediyorlar. Aldıkları
kararlarla Erdoğan’ın keyfiliklerinin ve hukuksuzluklarının hala payandası
oldukları halde, görgüsüzlük abidesi dev masalar etrafına üşüşüp dini ve ahlaki
ne kadar değer varsa AKP iktidarını tahkim için hala bozuk para gibi harcadıkları
halde kendilerini olup bitenden soyutlamaya çalışanların zavallı hallerini
gördükçe onlar yerine ben büyük bir utanç yaşıyorum.
17/25 Aralık 2013’te
somut delilleriyle ortalığa saçılan yolsuzluk, rüşvet ve talanın üzerine gitmek
yerine, bu rezillikleri ortaya çıkaran savcı/hakim ve polisleri darbecilikle
suçlayan ve o günden beri yürütülen her türlü cadı avının parçası olanların
bugün 17/25 Aralık denince akla gelen ilk ismi tanımıyormuş gibi davranması ve
buna insanların inanmasını beklemesi tam bir ibretlik vaka. Türkiye’yi bir
demokratik bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp adi bir despotluğa dönüştürecek
her hamlenin içinde olan birilerinin çıkıp sanki bu kepazelikte hiç payları
yokmuş gibi insanların aklıyla alay edebilmesi tek kelimeyle mide bulandırıcı.
Hiçbir suçları olmayan masum
insanlara yönelik yürütülen cadı avına yönelik kabinede alınan tüm hukuksuz kararlarda
imzası, parlamentoda çıkarılmak üzere verilen anti-demokratik yasa
tekliflerinde desteği, bu yasaların oylandığı parlamentoda oyu olanlar şimdi
çıkmış hiç utanmadan, yüzleri hiç kızarmadan izzetli insan rolü kesebiliyorlar.
Aşağılık bir cadı avının parçası olanlar, yolsuzlukların ve hırsızlıkların
üstünü kapayanlar, bizden herhalde bütün bunlarla hiç ilişkileri yokmuş gibi
davranmamızı bekliyorlar. Hukukun verdiği yetki ve sorumluluklar çerçevesinde bulundukları
konumun hakkını vererek tarihin en büyük yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık
skandalını ortaya çıkaran kamu görevlilerine “darbeci” yaftası yapıştıran sanki
kendileri değilmiş gibi, saygıya değer ilkeli, onurlu ve ahlaklı siyasetçiler
olduklarına inanmamızı istiyorlar. Bu halleriyle ne kadar zavallı bir duruma
düştüklerini göremiyorlar.
Yaptığı İran’ın uluslararası
finans sistemi tarafından illegal ya da yarı legal kabul edilen enerji paralarını
aklamaktan, bu paraları altına çevirerek İran’a transferden ve bunu yaparken bazılarının
kendisini “hayırsever” olarak görmesini sağlayacak bir sahte imajı yüksek
meblağlar ödeyerek rüşvetlerle satın almaktan ibaret olan tarihimizin en büyük yolsuzluk
skandalının kilit ismi olan Reza Zarrab’ı ve devletin bütün kılcallarıyla
birlikte en tepesine kadar uzanan kirli ilişkilerini korumak adına ülkeyi
yangın yerine çevirenler şimdi çıkmışlar kendilerinin erdemli, onurlu,
haysiyetli insanlar olduklarına inanmamızı bekliyorlar.
Türkiye’den İran’a kirli
para transfer eden bir adama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın huzurunda “şampiyon
ihracatçı” ödülü vermek için sahne alan isimlerden Başbakan Yardımcısı Numan
Kurtulmuş, gelen tepkiler üzerine çıkmış “Zarrab’a ödül vereceğimi bilseydim o
karenin içinde yer almazdım, çok üzüldüm!” diyor. AKP, 7 Haziran’da aldığından
3 puan fazla oy almış olsaydı bu tavrı asla göstermeyecek olan bir insanın
trajedisidir bu sözler. Kaldı ki ben Kurtulmuş’un hangi kareden bahsettiğini ve
neye üzüldüğünü de doğrusu anlayabilmiş değilim.
Bahsettiği Zarrab denen
adamın yer aldığı fotoğraf karesi ise lütfen birileri Kurtulmuş’a tam 18 aydır
o karenin tam ortasında olduğunu hatırlatsın. Tıpkı bütün diğer AKP’li
bakanlarla birlikte Kurtulmuş da o kepaze karenin ta göbeğinde yer alıyor. Boşuna
zahmet edip yerini yadırgıyor gibi hiç yapmasın. Çünkü Kurtulmuş, yolsuzlukların
üzerini örtmek için canhıraş çaba harcayan, masum insanları ise despotlukla
hapse attıran Erdoğan, AKP hükümeti, parti teşkilatı, parti üyeleri ve yandaş
medyalarıyla o karenin sadece içinde değil, o rezil karenin mimarları arasında
da.
Hiç kimse kusura bakmasın! Somut delilleriyle
yolsuzluklarının, rüşvetlerinin ve hırsızlıklarının bir kısmı ortaya saçıldığı
halde ve bu skandalın patlak vermesinden bu yana geçen 18 ay boyunca yapmadıkları
hukuksuzluk ve zulüm kalmamasına rağmen, 7 Haziran’da AKP’ye destek verip, suçlarına
ortak olan 18 milyon 720 bin 223 kişi de önlerinde bir arsızlık kara deliği gibi
duran o karedeki yerlerine alışmalılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder