13 yıllık bir tek parti
iktidarı sonrasında AKP, tüm adaletsiz seçim öncesi şartlarına ve devlet
imkanlarını hoyratça ve partizanca seferber etmesine, muhalif partileri
alabildiğine engelleme çabasına rağmen arzu ettiği sonuçları alamadı. Formal
anlamda bir yenilgi almasa da, anayasa değiştirme gücü elde etmek için yanıp tutuştuğu
seçimlerde tek parti iktidarı olma şansını bile kaybetti. Özellikle anayasal
sınırlarını tanımayarak sürekli suç işleme pahasına AKP lehine en ateşli seçim
kampanyalarını yürüten Erdoğan’ın bu yenilgideki rolü ve payı çok büyük oldu. Buna
rağmen, tıpkı AKP hükümetinin yaptığı gibi, seçim öncesinde günde 3 miting
yapıp medyaya birkaç söyleşi vererek bir cumhurbaşkanının nasıl olmaması gerektiğini
gösteren Erdoğan, bu büyük siyasal hezimetinin sarsıcı şoklarını atlatır
atlatmaz kaldığı yerden yeniden devam etmeye koyuldu.
Oysa şunu unutuyorlar, ne
bugünkü Türkiye 6 Haziran’daki Türkiye, ne de bugünkü AKP ve Erdoğan o günkü
konum ve etkinliğinde. Çünkü AB uyum süreçlerine sarıldığı, demokratikleşmeyi derinleştirdiği,
hakları pekiştirdiği, özgürlükçü reform çabasını sürdürdüğü, devletten ziyade
halkı öncelediği, iktidar kibrinin henüz zirve yapmadığı, mutlak iktidar
sarhoşluğuyla küstahlıkların ve yolsuzlukların ortalığı sarmadığı, Türkiye’nin
akutlaşmış 100 yıllık sorunlarına hala neşter atarmış gibi göründüğü, gayri
samimi de olsa hukukun üstünlüğünü tesis etmek için uğraşırken derin devlet
çeteleri ve cunta yapılanmalarıyla mücadele ettiği, dış politikada son yıllarda
sergilediği berbat performansının tam aksine Türkiye’nin yakın çevresine istikrar
ihraç ettiği, yakın bölgesinde ve tüm dünyada İslam ile demokrasinin nasıl uzlaşabileceğine
dair bir rol model olarak görüldüğü yılların tersine seçmen AKP’den desteğini
çekti. Belli ki çekmeye de devam edecek.
Seçmen yükselen
otoriterliğe, despotlaşmaya, tek adam yönetimine, hukuksuzluğa, keyfiliğe,
kibre, küstahlığa, nobranlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa olan tepkisini sandıkta açık
ve net olarak ortaya koydu. AKP’yi ve daha ziyade Erdoğan’ı feci şekilde
cezalandırdı. Kampanya sürecinde giriştikleri onca manipülasyona ve sebep
oldukları onca şaibeye rağmen vatandaşın üzeri belirli bir süreliğine küllenmiş
sağduyusu uyanma sürecine girdi. Halk duruma el koydu ve 7 Haziran günü Erdoğan’ın
AKP’yi de peşine takarak ülkeyi sürüklediği kaos ve kabus macerasının tam
ortasında sert bir şekilde frene bastı. Erdoğan ve AKP’ye açıkça “artık yeter,
haddini aşma” mesajını verdi.
Bu mesajın içeriğinde “Haddini
aşarak anayasal sınırları zorlamanı istemiyorum. Tipik bir tek adamcı Asya
diktatörlüğüne karşılık gelecek ucube bir başkanlık sistemi istemiyorum. Verdiğim
yetkilerin dışına çıkıp top yekün bir milleti aptal yerine koyarak hepsini
hoyratça güdülecek sürüler gibi görmeni istemiyorum. Tercihimi senin tehlikeli
şahsi ihtiraslarından yana değil güçler ayrılığı, kontrol ve denge
mekanizmalarına dayalı parlamenter sistemden yana kullanıyorum. Keyfiliğe karşı
hukukun üstünlüğünü, tek adam diktasına karşı çoğulcu toplumun ihtiyaçlarına
saygılı bir kurumsallaşmış anayasal düzeni tercih ediyorum ” gibi sert uyarılar
da vardı.
7 Haziran’ın verdiği tüm
bu net uyarılara rağmen maalesef söylem itibariyle tabulaştırdığı “millet
iradesi”ni fiiliyatta yok saymaya meyleden Erdoğan ve AKP sanki bu mesajlar hiç
yokmuş gibi davranmaya çabalıyor. Anayasal zorunluluklar gereği istifa eden ama
yeni hükümet kuruluncaya kadar ülke yönetimine sadece idareten nezaret etmesi
gereken AKP hükümeti, sanki yeniden tek parti iktidarı olmuşçasına icraatlarına
tam gaz devam ediyor. Valiler, kaymakamlar, bürokratlar atıyor. Ekonomiyi ve
sosyal hayatı derinden etkileyecek kararlar alıyor. Dört dörtlük bir “topal
ördek”ken bir leopar çevikliği ve bir akbaba iştihasıyla iktidarın nimetlerine
dört elle sarılıyor, bırakmak istemiyor. Güç ve iktidara olan bağımlılığında o
kadar ileri gidiyor ki, görülmedik bir cüretkarlıkla Türkiye’yi kendi elleriyle
kaosa sürükledikleri Suriye’ye sokmak için yanıp tutuşuyor. Bunu hangi hakla,
hangi yetkiyle ve hangi meşruiyetle yapıyor belli değil. Ne anayasal çerçeve,
ne mevcut hukuk düzeni, ne de siyaset ahlakı ve teamülleri Erdoğan ve AKP için
bir anlam ifade ediyor. Belli ki tek hedefleri var o da savaşa girmiş bir ülkede iktidarlarının ömrünü
uzatıp uzatamayacakları.
Tıpkı AKP gibi Erdoğan da
7 Haziran’da çok büyük bir yenilgi aldığını kabullenmek istemiyor. Adeta 7
Haziran hiç olmamış, sonuçları hiç yokmuş gibi hala tek adam olma hayallerinin
peşinde koşuyor. Eski hastalıklı alışkanlıkları ve saplantılarıyla Anayasa’nın
kendisine verdiği kısıtlı ve sembolik rolü bir kenara bırakıp siyaseti dizayn etmeye
çabalıyor. Tıpkı AKP’yi aldığı gibi tüm siyaseti ve hukuk sistemini de tamamen
vesayeti altına almak için türlü ayak oyunları deniyor. Halk sandıkta verdiği
net mesajla kendisini siyaset arenasının dışına atmasına rağmen Erdoğan oyun sahasının
en cevval oyuncusu gibi hareket ediyor. Belli ki partizanlık hastalığı henüz
geçmiş değil. Siyaseti kendi inisiyatifi altında tutmak, kurulacak olan
hükümeti kendisi belirlemek ve arzu etmediği bir yenilgiyle sonuçlanan 7 Haziran
seçimlerini mümkünse yok hükmüne sokacak yeni bir seçimin yapılması için yanıp
tutuşuyor. Bu ihtiraslarıyla siyasi partiler arasında ayrımcılık yapmakla
kalmıyor, ülkeyi hedefleri, süresi ve sonu belli olmayan bir savaş belasına
bulaştırmak istiyor.
Çünkü aslında Erdoğan ve
şürekası çok korkuyor. Ve aslında 7 Haziran’da çok ama çok büyük bir yenilgi
aldığının o da farkında. Ama bu büyük yenilgiyi kabullenmenin sonuçlarını göze
alamıyor. Erdoğan, bu büyük yenilgiyi kabullenmesi durumunda, bunun ulusal ve
uluslararası hukuk açısından devasa bir suç kataloğuna dönüşen son yıllardaki tüm
gayr-i meşru ve illegal faaliyetlerinin hesabını vermesini gerektirecek bir
süreci başlatacağını çok iyi biliyor. Hukukun yeniden canlandığı; yasama,
yürütme ve yargı erkeleri arasındaki birbirini denetleyici dengenin yeniden
kurulduğu, dış politikadaki tehlikeli sapmanın giderildiği, demokrasinin
kurumakta olan damarlarına yeniden can suyunun pompalandığı bir ortamda kendisine
ve zihniyetine umut vaat eden bir geleceğin olamayacağının Erdoğan farkında. Böyle
bir durumda Erdoğan ve şürekasını bekleyen tek geleceğin hukuk önünde yıllar
süren bir hesap vermekten başkası olmayacağını biliyor.
Erdoğan ve kısmen AKP işte
bu mukadder akıbetten kaçmak için çırpınıyor. Onun için anayasayı, hukuku,
siyasi etiği ve teamülleri, millet iradesini ve verdiği sert mesajı görmezden
gelmeye çabalıyor. Onun için Erdoğan, bir ucu muhtarlara kadar uzanan ve
kendisinin merkezinde olduğu gerçek bir “paralel devlet” kurmaya çabalıyor.
Onun için çekirdeğinde AK Saray’ın yer aldığı şahsi sadakate dayalı olarak
kişiselleştirilmiş gayr-i meşru ve hukuksuz bir korsan yönetim ağı oluşturmaya çalışıyor.
Onun için sanki 7 Haziran seçimleri hiç yaşanmamış ve hükümet istifa etmek
zorunda kalmamış gibi AKP hükümeti alabildiğine cüretkar ve olabildiğince
partizan icraatlarına aynen devam ediyor.
Bir süre daha böyle devam
etsinler bakalım… Nasıl olsa biz biliyoruz ki tek adamlık, despotluk, hukuksuzluk
ve keyfilikler için artık deniz bitti. Varsın bunun farkına varmayan, varıp da
kabullenemeyenler suç hanelerine yeni suçlar eklesinler… Nasıl olsa hesabı
sorulur bir gün!