Hamaset kültürünün baskın
olduğu Türkiye gibi ülkelerde üzerinde en az konuşulanları somut rakamsal
veriler oluşturuyor. Gerçi AKP hükümetleri döneminde enflasyon, kişi başına
düşen milli gelir, yoksulluk ve açlık sınırı, büyüme, işsizlik, dış borç, cari
açık gibi verilerin hesaplanmasında iktidarın güncel ve konjonktürel ihtiyaçlarına
göre sürekli yöntem değişikliğine gidiliyor. Rakamlar ve istatistikler sürekli
maniple ediliyor. Buna rağmen, özellikle uluslararası kuruluşların verileriyle
sağlaması yapılarak, kuru hamasetten ziyade rakamlar üzerinden konuşmak yine de
daha sağlıklı görünüyor.
Dr. Sinan Erdil gibi bazı
ekonomistlerin paylaşımlarından faydalanılarak kaleme alınan bol rakamlı bu yazıya
veri toplarken aklımda hep şu soru vardı: “2008 Ocak ayında 1 ABD Doları 1,16
TL iken halkın baskın siyasi tercihi olan AKP, acaba bugün 1 Dolar 3,5 TL’ye
doğru giderken, diğer ekonomik ve istatistiki veriler de reel bir çöküşü
gösterirken en fazla tercih edilen parti olma statüsünü koruyabilecek mi?” Türk
halkının siyasi rasyonalitesinin testi olacak bu sorunun cevabını bugünden bulmak
elbette zor. Ama sağlıklı, adil ve açık bir seçim gerçekleşebilirse bu sorunun cevabını
1 Kasım’da alacağız. Öyleyse bu merakımızı 1 Kasım’a erteleyelim ve gelin rakamların
soğuk ve sarsıcı yüzüne şöyle bir bakalım.
Kredi derecelendirme şirketleri tarafından Türkiye’nin kredi notunun 2012’de “yatırım yapılabilir” seviyeye yükseltilmesinden bu yana ülkede ABD Doları yüzde 71’lik, faiz ise yüzde 65’lik bir artış gösterdi. Paradan 6 sıfırın atıldığı dönemlerde 1 Doların 1 TL olacağına dair AKP propagandası ise tamamen çöktü. Son günlerde 1 Dolar 3 TL’yi aştı. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan daha 7 Mart 2015 günü “dolar alan yaya kalır” dememiş miydi? Seçimlerde AKP için oy propagandası yapan Erdoğan açıkça milleti aldattı. Daha fecisi ise TL’nin değer kaybının önlenememesi ve trend üzerinden yapılan daha feci tahminler. Danışmanlık firması Goldman Sachs’a göre 1 Dolar çok geçmeden 3,65 TL olacak. Türkiye’deki politika faizi ise 2016 yılı içerisinde yüzde 12’ye çıkacak. Morgan Stanley’in tahmini daha da feci: 1 Dolar 3.85 TL olacak.
Kredi derecelendirme şirketleri tarafından Türkiye’nin kredi notunun 2012’de “yatırım yapılabilir” seviyeye yükseltilmesinden bu yana ülkede ABD Doları yüzde 71’lik, faiz ise yüzde 65’lik bir artış gösterdi. Paradan 6 sıfırın atıldığı dönemlerde 1 Doların 1 TL olacağına dair AKP propagandası ise tamamen çöktü. Son günlerde 1 Dolar 3 TL’yi aştı. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan daha 7 Mart 2015 günü “dolar alan yaya kalır” dememiş miydi? Seçimlerde AKP için oy propagandası yapan Erdoğan açıkça milleti aldattı. Daha fecisi ise TL’nin değer kaybının önlenememesi ve trend üzerinden yapılan daha feci tahminler. Danışmanlık firması Goldman Sachs’a göre 1 Dolar çok geçmeden 3,65 TL olacak. Türkiye’deki politika faizi ise 2016 yılı içerisinde yüzde 12’ye çıkacak. Morgan Stanley’in tahmini daha da feci: 1 Dolar 3.85 TL olacak.
Döviz kuru deyip geçmemek
gerekiyor. Çünkü dolar kurunda yaşanan 1 kuruşluk her artış, dış borç stokumuzun
faturasını 3 milyar 928 milyon lira artırıyor. Dolardaki yükseliş dış borcu sadece son 2 ayda 116 milyar TL
artırırken, bunun kişi başına düşen borca yansıması 1500 TL oldu. Genel olarak
ise Türkiye’yi 2002’de 129 milyar Dolar dış borçla devralan AKP bu borcu şu an
400 milyar dolara çıkardı. Öte yandan, dış borcun milli gelire oranı açısından
Türkiye tam bir felaket görüntü sergiliyor. Bu oran Çin’de yüzde 8,4, Brezilya’da
yüzde 25, Hindistan’da yüzde 18 iken Türkiye’de yüzde 51’i buluyor.
Dünyadaki genel gidişatın
tersine gıda fiyatlarında yüzde 30’lara varan artışa ve döviz kurlarındaki
aşırı artışla birlikte beyaz eşya fiyatlarında yüzde 20, otomotivde ise yüzde 10
fiyat artışına rağmen nasıl oluyorsa resmi enflasyon rakamları hala yüzde 6-8
bandında seyredebiliyor. Resmi enflasyon rakamlarının reel hayattan kopukluğu
resmi istatistiklerin güvenilirliğini ortadan kaldırıyor. Oysa geçim
sıkıntısının had safhada olduğu Türkiye’de bu sıkıntıların yansımasını kredi
kartlarıyla yapılan borçlanma üzerinden takip etmek mümkün. Bugün Türkiye’de kredi
kartı borcundan dolayı 2 milyon kişi yasal takip altında bulunuyor. Bunların
yaklaşık yüzde 70’ini ise dar gelirli vatandaşlar oluşturuyor.
Dar gelirli denince de
akla şüphesiz asgari ücretliler geliyor. Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan,
seçimler öncesi döneme denk gelen 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda kaç-AK Saray’ında
topladığı yandaş işçilere, “asgari ücrete bundan daha fazla zam yapılamaz”
demiş ve bir de kendisini alkışlamıştı. Oysa doların değerindeki artışla Ocak
2015’te 949 lira olan ve 406 dolara tekabül eden asgari ücret bugün 1000 TL
olmasına rağmen reel olarak 329 dolara gerilemiş durumda. Bu verilere bir de
halkın satın alma gücünün son 2 yılda yüzde 53 oranında düştüğünü ve Mayıs 2013-Eylül
2015 arasında TL’nin Dolar karşısında en az yüzde 60 değer kaybettiğini eklerseniz
felaketin boyutları daha net ortaya çıkar.
Kişi başına düşen resmi
milli gelir rakamları ise ayrı bir komedi. İş gücünün yüzde 45’e yakınının
asgari ücretle çalıştığı bir ülkede milli gelirin 10.000 doların üzerinde
olduğuna inanmak için epey bir gayret sarf etmek gerekiyor. Gelir dağılımındaki
artan adaletsizlik Erdoğan ve AKP’nin hiç de fakir dostu olmadığını apaçık
gösteriyor. 2002’de halkın en zengin yüzde 1'inin toplam servetten aldığı payın yüzde 39,4’ten bugün yüzde 54,3’e yükselmiş
olması gelir uçurumundaki felaketi gözler önüne seriyor. Buna rağmen söylemlerinin
aksine eylemlerinde zengin dostu olan AKP’nin tercihiyle, yüzde 29’u
doğrudan, yüzde 71’i dolaylı vergiden oluşan Türkiye’deki vergi yükünü dar
gelirli bu vatandaşlar taşıyor.
Milli geliri Türkiye’nin
milli gelirinden 8 kattan fazla olan Japonya’da dolar milyarderi sayısının
Türkiye’deki dolar milyarderi sayısının yarısı kadar olduğunu söylemek gelir
dağılımındaki uçurumu daha net gösterecektir. Sadece Japonya mı? 3,4 Trilyon
dolarlık Almanya’da 58, 2,4 Trilyon dolarlık İngiltere’de 37, 2,6 Trilyon
dolarlık Fransa’da 24 dolar milyarderi varken 700 milyar dolarlık ekonomisiyle Türkiye’de
43 dolar milyarderi bulunuyor.
Gelir dağılımı bir tarafa,
sadece son 8 ayda 1138 işçinin öldüğü Türkiye’de işçileri bekleyen tek tehlike elbette
ki uygunsuz ve güvenliksiz iş koşullarında hayatını kaybetmek ya da sakatlanmak
değil. Çoğu açlık sınırının altındaki asgari ücretle çalışmak zorunda olan bu işçiler
Türkiye’nin vergi yükünü de omuzlamak zorunda. Çünkü Türkiye, OECD ülkeleri
arasında asgari ücretten en fazla vergi alan ülkelerin başında geliyor. Asgari
ücretli çalışanlardan İspanya yüzde 6, İngiltere yüzde 10, ABD yüzde 14, ekonomik
krizdeki Yunanistan bile yüzde 17 vergi alırken Türkiye yüzde 21 oranında vergi
alıyor.
Böylece Türk-İş
verilerine göre açlık sınırının 1345 TL, yoksulluk sınırının ise 4380 TL olduğu
Türkiye’de 1040 TL kazanan asgari ücretli 4 kişilik bir ailenin nasıl
geçinebildiği daha büyük bir mucizeye dönüşüyor. Emeklilerin durumu ise maalesef
bundan daha parlak değil. TL’deki değer kaybı yüzünden, ortalama 1000 TL aylık
alan bir emekli bugün aslında reel olarak 2013’te eline geçen maaştan 585 TL
eksik alıyor.
Sahiden kişi başına düşen
milli gelir azalırken, kredilerini ödeyemeyenlerin sayısı müthiş artarken,
işsizlik tırmanıp enflasyon yükselirken resmi rakamların dediği gibi Türkiye
ekonomisi gerçekten yüzde 3,8 büyüdü mü? Sanmam, çünkü Türkiye’nin nüfus artış
hızı dikkate alınarak reel bir büyümeden bahsedebilmek için en az yüzde 5’lik
bir oranda büyümesi gerekiyor. Türkiye ekonomisi TL bazında yüzde 2-2,5 büyümüş
olsa bile, dolar bazında GSMH 630 milyara indi. Kişi başı GSMH de 8000 doların
altına düştü. OECD raporlarına göre, son 6 yılda geliri 55 milyar dolar artan Türkiye’nin
borcu 121 milyar dolar arttı. Böyle bir ülke büyümüş olabilir mi?
Bu hazin durum doğal
olarak BDDK’nın saklayamayacağı verilere de yansıyor. BDDK’ya göre Temmuz
ayında hukuki takipteki tüketici kredileri ve kredi kartı tutarı 15 milyar 111
milyon liraya ulaştı. Böylece takibe düşen tüketici kredileri yılbaşından bu
yana yüzde 20, kredi kartları ise 14,5 civarında arttı. Öte yandan Türkiye
Bankalar Birliği verilerine göre ise, 2015 yılı Ocak-Ağustos döneminde
karşılıksız işlem yapılan çeklerin parasal tutarı yüzde 49 artışla 17,6 milyar
TL’yi buldu. 2015’in ilk 8 ayında karşılıksız çekler ise yüzde 21 artışla
490,000 adet olarak gerçekleşti.
Ama unutulmamalı ki, asgari
ücretle de olsa bu ülkede bir iş sahibi olabilmek büyük bir talih. Zaten Türkiye
İş Kurumu (TİK) verileri de bunu söylüyor. TİK verilerine göre kayıtlı iş
arayanları ifade eden işgücü sayısı Ağustos ayı itibariyle son 1 yılda 865 bin
444 kişi artarak 5 milyon 350 bini aştı. Daha fecisi ise, son dönemde işsiz
kalanların yarısından fazlasını oluşturan “üniversite mezunu işsizler”in sayısının
son bir yılda 170 bini aşması. TBB verilerine göre Türkiye’nin en büyük
bankalarından olan Akbank bile son 1 yılda 44 şube kapattı ve 1653 çalışanının
işine son verdi. Salı günü açıklanan resmi rakamlar da Ağustos ayı işsizlik
oranını yüzde 9,6 olarak gösterdi.
Berbat
gerçek şu ki, Türkiye üreten ve dolayısıyla istihdam sağlayan sağlıklı bir
ekonomiye sahip değil. Vaziyet o kadar vahim ki Apple’ın 3 aylık kârı
Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun 1 yıllık net kârının üzerinde. Türkiye’nin
ihracatı ise 4 yıldır 150 milyar dolara saplanmış durumda. 2023 yılı hedefi
olan 500 milyar dolar artık hayal bile edilemez durumda. Türk ekonomisi artık
büyüyemediği gibi reel olarak hızla küçülüyor. Döviz kuru bu kadar yüksekken ihracattaki
düşüşün ithalattaki düşüşten bile fazla olması duruma dair çok şey söylüyor. Dış
ticarette daralma hızla devam ediyor. İhracat geçen ay yüzde 16,2, ithalat ise
yüzde 8,7 düştü. Dış ticaret açığı ise Temmuz ayında yüzde 6,5 artarak 7 milyar
28 milyon dolara yükseldi.
Oysa Maliye Bakanı Şimşek,
cari açık bu sene 30 milyar dolar olur demişti. Şimdiden 48 milyar dolara
ulaştı bile. Cari açık çok daha fazla büyüyecek çünkü son 5 yılda Türkiye’ye giren
yabancı para son 1 yılda geri gitti. Despotizm ve hukuksuzluğun pençesinde
istikrarsızlaşan ülkeden yabancı yatırımcı hızla kaçıyor. Türkiye’ye güvenin
azalması sonucu yabancı yatırımcılar bu yıl 4,5 milyar dolarlık Türk tahvili
sattı. Yabancı yatırımcılar legal ve meşru paralarıyla ülkeyi teker teker terk ederken
Türkiye gri ya da kara paranın merkezi haline geliyor. İstikrarsızlığa rağmen
son 7 ayda Türkiye’ye giren 9 milyar dolarlık kaynağı belirsiz paranın niteliği
ve aidiyeti büyük bir tartışma ve merak konusu.
AKP’nin yanlış
politikaları yüzünden Türkiye gün be gün dünyadan koparılırken, ekonomisi de G-20
listesinden düşme riski altında bulunuyor. 2014 yılı sonunda 800 milyar dolar
olan Türkiye’nin gayri safi milli hasılası, doların 3 lirayı görmesiyle 594 milyar
dolara kadar gerilemiş durumda. Yani Türkiye’nin milli geliri 2007’nin altına
düştü. Bunun sebebini başka yerde aramaya ise gerek yok. Nüfusu Türkiye’ye
yakın Almanya’nın yıllık ihracatı 1,5 trilyon dolar iken, Türkiye’nin ihracatı
150 milyar dolara çakıldı kaldı. Bu berbat veriler yüzünden öyle görünüyor ki
bu yıl Kasım ayında Antalya’da yapılacak G-20 zirvesi sadece siyasi açıdan değil,
ekonomik veriler açısından da Türkiye için çok sıkıntılı geçecek.
Daha fazla rakam
sıralamak mümkün ama bu kadarı yeterli sanırım. Bu fecaat tablodan dolayıdır ki
daha düne kadar “ekonomimiz sağlam, kriz yok” diyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in
“böyle giderse bırakın 2023 hedeflerine ulaşmayı, mevcut durumu bile koruyamayız”
demesi boşuna değil.
Erdoğan ve avenesi lüks
uçaklar ve araçlarda saltanat sürüp, debdebeli saraylar yükseltirken Türkiye
ekonomisi gümbür gümbür çöküyor. Bilin istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder