Son 1-1,5 yıldır Türkiye’deki diğer muhalif ve elbette ki gerçek gazetecilere olduğu gibi şahsım ve gazetem hakkında da neredeyse her hafta bir veya birkaç suç duyurusu yapılıyor ve hakkımızda soruşturma açılıyor… Bunlardan birçoğu da hızla davaya dönüştürülüyor.
Öyle ki polis karakoluna
gitmek, savcılığa ifade vermek, mahkeme önüne çıkmak meslek hayatımızın ve
mesaimizin önemli bir kısmını işgal eden gündelik rutinler haline geldi.
Yapılan suç duyurularını ardı ardına dizsem sanırsınız ki devlet protokolü
resmi geçit yapıyor. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na bakanlardan valilere kadar
kimi ararsanız var! Üstelik bazılarıyla savcılar ve mahkemeler üzerinden adeta ihtiraslı
mektup arkadaşları olduk. Onlar savcılıklar üzerinden bana dair, doğrusu
bazıları son derece absürt sorular gönderiyor, ben de halimi yine savcılar,
mahkemeler üzerinden onlara arz ediyorum.
46 yıllık hayatımın son
25 yılı gazetecilikle geçti. Belki çoğunlukla dış politika haberciliği
yaptığımdan olsa gerek son 1,5 yıla kadar yazdıklarımdan ve düşüncelerimden
dolayı ne karakol ne de mahkeme yüzü gördüm. Polis, savcı, mahkeme yüzü görmeyen
bir kişi olarak son 1,5 yıl içerisinde tanıştığım yeni yaşam tarzıma artık
alıştım sayılır. Bu yeni ama giderek daha fazla olağanlaşan tuhaf duruma
oldukça alışmış olsam da çok ciddi bir merak içerisinde olduğumu da saklayacak
değilim. Bakalım medyada paylaştığım düşünce ve eleştiriler, yazdığım yazılar
ve Twitter’daki mesajlara dair en üst düzey ve son derece hatırlı makamlardan yapılan
onlarca suç duyurusundan hangisinde dolayı içeri tıkılacağım? Şimdilik ülkeye
giydirilen deli gömleğinin bize yansıyan boyutuyla yani muktedir mektup
arkadaşlarımla ciddi bir peşrev halindeyiz. Kader ne gösterir bilemem.
En iyisi yargı üzerinden
gelişen mektup arkadaşlıklarımla nasıl bir yazışma ve iletişim içerisinde
olduğumun bir örneğini sunayım size… Bu sefer ki yine en yakın mektup arkadaşım
olan BaşBAKAN Ahmet Davutoğlu… Davutoğlu eskiden böyle değildi… Galiba yaşlandıkça
ve üzerindeki despotik ağırlığın baskısıyla şahsiyeti ezildikçe, iyice eziklendi
ve çok alından oldu… Ne yapalım bize idare etmek düşer… Hakkımda yaptığı yeni
bir suç duyurusuna karşılık savcılığa gönderdiğim ifademin hukuki teknik bölümler
dışında kalan kısmını sizlerle paylaşıyorum. Buyrun siz de okuyun birbirimizle ne kadar samimiyetle
yazıştığımızı anlayın…
“46 yaşındayım, siyaset
bilimi ve uluslararası ilişkiler alanındaki akademik faaliyetlerimin yanı sıra
aşağı yukarı 25 yıllık gazeteciyim. Gerek akademik çalışmalarım, gerek mesleğim
gereği yazıp çizdiklerimle ilgili olarak, gerekse genel olarak son 1-1,5 yıllık
döneme kadar herhangi bir soruşturma geçirmiş ya da mahkeme önüne çıkmış
değilim. 25 yıllık gazetecilik meslek hayatımın en az 10 yılının değişik
düzeylerde editoryal yöneticilik ve yine yaklaşık 10 yılının ise gazete yayın
yönetmenliklerinde geçtiği düşünülecek olursa şahsi ve meslek ahlakım konusunda
kolayca bir fikir edinilebilir. Bu tür suç duyurularının ve soruşturma
taleplerinin özellikle düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün seviyesi ile
ölçülen demokrasi konusunda “ileri demokrasi(!)” propagandasının yoğun bir şekilde
yapıldığı bir dönemde sıklıkla gerçekleşiyor olmasının ise büyük bir şaşkınlığı
içerisindeyim. (Bu kısım tabii ki şaka ama savcıya söylemedim.)
Doğrusu bu soruşturmayı
da işlediğim herhangi bir somut suça istinaden görmüyorum. Tam tersine, ulusal
ve uluslararası kamuoyunun yakından bildiği üzere, bu tür suçlama ve
soruşturmaların muhalif ve eleştirel tavrımdan dolayı gerçekleştiğini
düşünüyorum. Bu suç duyurusunun ve soruşturmanın amacını da medya ve
düşüncelerin giderek daha fazla baskı altına alındığı bir baskıcı iklimde
susmayan, fikir ve kanaatlerini her şart altında cesaretle ifade etmeye çalışan
biri olarak tarafıma yönelik bir yıldırma, sindirme ve susturma çabası olarak
değerlendiriyorum. Şayet sayın savcılığınıza saygısızlık olarak addetmezseniz,
bu suç duyurusunu, diğer meslektaşlarımın sıklıkla başına gelen benzer
örneklerde olduğu gibi, şahsımın yıldırılması, sindirilmesi ve susturulması
konusunda verilmiş bir siyasi kararın yargısal bir süreç üzerinden
gerçekleştirilmesi çabası olarak görüyorum.
Şikayete konu olan esas
mevzumuza gelecek olursak, BaşBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun şikayet dilekçesinde
iddia edildiğinin aksine o tarihlerde 200.000 değil, sadece 150.000
civarlarında bir takipçisi bulunan Twitter hesabımdan paylaştığım 140 karakterlik
mesajda BaşBAKAN Davutoğlu’na yönelik herhangi bir şekilde “hırsız” ithamı ya
da hakareti bulunmamaktadır. Şöyle böyle muhakeme kabiliyetine müsait asgari
seviyede bir IQ’ya sahip olan, yarım yamalak dahi olsa Türkçe bilen ve okuma-yazmayı
çat-pat söken ve okuduğunu anlayabilen biri bile “Selçuklu,Osmanlı,Cumhuriyeti
kuranlar, "varisiyiz,torunuyuz,çocuğuz" dediğinizi duysa "hırsız
hamisiyle işimiz olmaz" derdi @Ahmet_Davutoglu” cümlesinde BaşBAKAN
Davutoğlu’na herhangi bir şekilde “hırsız” suçlaması yapılmadığını kolaylıkla anlayabilir.
Bu mesajda herhangi bir
şekilde BaşBAKAN Davutoğlu’nun ne kişilik haklarına saldırı, ne de onur, şeref
ve saygınlığını rencide etmeyi hedefleyen bir durum ve kasıt söz konusudur. Ortada
herhangi bir şekilde “hırsız” ithamı olmadığı için iddia edildiği gibi herhangi
bir hakaret de içermemektedir. Çünkü bu mesajda ne BaşBAKAN Davutoğlu’nun
şahsına, ne de işgal ettiği kamu görevine yönelik bir hakaret mevzu bahistir.
Bu yüzden şahsıma yönelik “hırsız yakıştırmasında bulunulmasıyla hakaret suçu
işlenmiştir” şeklindeki mesnetsiz suçlamayı ve açık iftirayı kategorik olarak
reddediyorum. Ne BaşBAKAN Davutoğlu’nun, ne de kendisine ve makamına uygun
gördüğü avukatının IQ seviyesini, Türkçe bilgisini ve okuduğunu anlama
kapasitesini sorunlu göremeyeceğimize göre, ortada muhalif gazeteci kimliğinden
dolayı sindirilmek istenen bir kişilik olarak şahsıma yönelik bir yıldırma
çabası görülmektedir.
Malumunuz olduğu üzere, medya
ve basın demokratik hukuk devletlerinde “dördüncü kuvvet” olarak
konumlandırılır ve kendisinden diğer üç kuvvetin faaliyetleriyle birlikte kamuyu ilgilendiren her konuda denetim ve
gözetim görevi beklenir. Özellikle kamu görevlilerinin kamu adına denetimi ve
elde edilen bilgilerin kamuyla paylaşımı medyanın başta gelen görevlerindendir.
Yıllardır Türkçe ve İngilizce değişik medya organlarında üst düzey editoryal
yöneticilik yapan, yerli ve yabancı basına yazılar yazan, düşünceler paylaşan bir
gazeteci olarak ben de kendimi kamunun doğru bilgilendirilmesini, iktidar
olanaklarını eline geçiren kişiliklerin şu ya da bu yolla halkı soymasının veya
aldatmasının önüne geçmeyi üzerine vazife edinenlerden biri olarak görmekteyim.
Bu bağlamda Twitter’da
paylaştığım “Selçuklu,Osmanlı,Cumhuriyeti kuranlar,
"varisiyiz,torunuyuz,çocuğuz" dediğinizi duysa "hırsız hamisiyle
işimiz olmaz" derdi @Ahmet_Davutoglu” mesajını kişilik bütünlüğüme dahil
olan gazeteci kimliğimle paylaştığımı ifade etmeliyim. Kolayca anlaşılacağı
gibi paylaştığım bu mesaj herhangi bir hakaret içermemekle birlikte ciddi bir
tespit ve vahim bir teşhis içermektedir. Yaptığım ise, bu teşhis ve tespiti
takipçilerimle ve okuyucularımla paylaşmaktan ibarettir. Bu teşhisin ve
tespitin isabetli olup olmadığı elbette uygun mecralarda tartışılabilir. Bu
mecralardan biri medyadır, ama tabii ki mahkeme salonları da olabilir.
Şunu da belirtmek isterim
ki, hiçbir şekilde hakaret ve hakaret kastı içermeksizin sadece mevcut durumun
teşhis ve tespitinden ve bunun paylaşılmasından ibaret olan “hırsız hamisi”
ifademin dayandığı somut gerekçeleri ve delilleri, hakkımdaki soruşturma davaya
dönüşürse mahkeme önünde ortaya koymaktan ve tarihe somut bir not düşmekten
büyük mutluluk duyarım. Ancak burada şu kadarını söylemekle yetineceğim: En az 20
yıllık şahsi ve yakın tanışıklığım olan, doktora çalışmalarım sırasında bir
süreliğine tez danışmanlığımı da yapmış bulunan BaşBAKAN Davutoğlu, maalesef AKP
Başkanlığı ve Başbakanlığı sırasında kendisini tanıdığım ve çok kıymet verdiğim
niteliklerine uygun bir performans sergilememiş veya sergileyememiştir. Pek çok
alandaki faaliyetlerine yönelik bu kanaatimi yine pek çok platformda ifade
etmişimdir. Ve bunların tamamı fikir ve basın özgürlüğü sınırları
içerisindedir.
İlgili Twitter mesajındaki
“hırsız hamisi” ifadem de bu kapsamdadır ve somut olgulara dayanmaktadır. Özellikle
17/25 Aralık 2013 soruşturmalarıyla, yakınlarıyla birlikte yolsuzluklar yapıp, rüşvetler aldıklarına dair
onlarca somut delilin ortaya saçıldığı AKP’li dört bakanın Meclis’te AKP
oylarıyla aklanarak skandalın üzerinin kapatılması, belki hukuken farklı
anlamlara gelebilir ama, yürütme, yasama ve yargının yanı sıra dördüncü kuvvet olarak
tanımlanan medya açısından çok farklı anlamlara gelmektedir. Aldıkları rüşvetler
ve yaptıkları yolsuzluklar suçüstü yapılarak somut şekilde delillendirilmiş bu müstafi
bakanların Meclis’te aklanmasına vesile olan güç, BaşBAKAN Davutoğlu’nun
başında bulunduğu iktidar partisi AKP’nin çoğunluk sandalyesine sahip olduğu
Meclis Grubu’dur.
Yine onlarca somut delile
rağmen içeriğinde yabancı ülkelerin de olduğu bu görülmedik büyüklükteki
yolsuzluk ve rüşvet skandalının üstünü kapatılmasına ve ilgili soruşturmaların tüm
demokratik ve hukuki norm, ilke ve teamüller hiçe sayılarak durdurulmasına yol
açan irade de Ahmet Davutoğlu’nun BaşBAKAN olarak başında bulunduğu AKP
hükümetidir. Mahkeme safahatında gerekirse tüm somut delillerini ortaya
koyacağım bütün bu tutum ve tavırlar maalesef 25 yıllık bir gazeteci, yaklaşık
10 yıllık bir Genel Yayın Yönetmeni ve bir siyaset bilimci olarak bana BaşBAKAN
Davutoğlu için “hırsız hamisi” teşhis ve tespitinden başka bir şans
bırakmamaktadır.
Özetle, paylaştığım
ilgili mesajda herhangi bir hakaret olmadığı gibi, şikayete konu olan ifadeler
kamuoyunun doğru bilgi ve objektif yorum edinme hakkının tezahüründen
ibarettir. Bu suç duyurusu ve soruşturma ise, ülkemizde geriye bir avuç kalan onurlu,
izzetli ve cesur muhalif sesleri yargısal süreçlerin yoruculuğu ve
yıpratıcılığıyla yıldırma ve sindirme amacı gütmektedir.
Saygılarımla…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder