14 Mayıs 2015 Perşembe

Yargı despotizmin silahına dönüşünce gazeteci milletinin hali!


Son 1-1,5 yıldır Türkiye’deki diğer muhalif ve elbette ki gerçek gazetecilere olduğu gibi şahsım ve gazetem hakkında da neredeyse her hafta bir veya birkaç suç duyurusu yapılıyor ve hakkımızda soruşturma açılıyor… Bunlardan birçoğu da hızla davaya dönüştürülüyor.
Öyle ki polis karakoluna gitmek, savcılığa ifade vermek, mahkeme önüne çıkmak meslek hayatımızın ve mesaimizin önemli bir kısmını işgal eden gündelik rutinler haline geldi. Yapılan suç duyurularını ardı ardına dizsem sanırsınız ki devlet protokolü resmi geçit yapıyor. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na bakanlardan valilere kadar kimi ararsanız var! Üstelik bazılarıyla savcılar ve mahkemeler üzerinden adeta ihtiraslı mektup arkadaşları olduk. Onlar savcılıklar üzerinden bana dair, doğrusu bazıları son derece absürt sorular gönderiyor, ben de halimi yine savcılar, mahkemeler üzerinden onlara arz ediyorum.
46 yıllık hayatımın son 25 yılı gazetecilikle geçti. Belki çoğunlukla dış politika haberciliği yaptığımdan olsa gerek son 1,5 yıla kadar yazdıklarımdan ve düşüncelerimden dolayı ne karakol ne de mahkeme yüzü gördüm. Polis, savcı, mahkeme yüzü görmeyen bir kişi olarak son 1,5 yıl içerisinde tanıştığım yeni yaşam tarzıma artık alıştım sayılır. Bu yeni ama giderek daha fazla olağanlaşan tuhaf duruma oldukça alışmış olsam da çok ciddi bir merak içerisinde olduğumu da saklayacak değilim. Bakalım medyada paylaştığım düşünce ve eleştiriler, yazdığım yazılar ve Twitter’daki mesajlara dair en üst düzey ve son derece hatırlı makamlardan yapılan onlarca suç duyurusundan hangisinde dolayı içeri tıkılacağım? Şimdilik ülkeye giydirilen deli gömleğinin bize yansıyan boyutuyla yani muktedir mektup arkadaşlarımla ciddi bir peşrev halindeyiz. Kader ne gösterir bilemem.
En iyisi yargı üzerinden gelişen mektup arkadaşlıklarımla nasıl bir yazışma ve iletişim içerisinde olduğumun bir örneğini sunayım size… Bu sefer ki yine en yakın mektup arkadaşım olan BaşBAKAN Ahmet Davutoğlu… Davutoğlu eskiden böyle değildi… Galiba yaşlandıkça ve üzerindeki despotik ağırlığın baskısıyla şahsiyeti ezildikçe, iyice eziklendi ve çok alından oldu… Ne yapalım bize idare etmek düşer… Hakkımda yaptığı yeni bir suç duyurusuna karşılık savcılığa gönderdiğim ifademin hukuki teknik bölümler dışında kalan kısmını sizlerle paylaşıyorum. Buyrun siz de okuyun birbirimizle ne kadar samimiyetle yazıştığımızı anlayın…
“46 yaşındayım, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanındaki akademik faaliyetlerimin yanı sıra aşağı yukarı 25 yıllık gazeteciyim. Gerek akademik çalışmalarım, gerek mesleğim gereği yazıp çizdiklerimle ilgili olarak, gerekse genel olarak son 1-1,5 yıllık döneme kadar herhangi bir soruşturma geçirmiş ya da mahkeme önüne çıkmış değilim. 25 yıllık gazetecilik meslek hayatımın en az 10 yılının değişik düzeylerde editoryal yöneticilik ve yine yaklaşık 10 yılının ise gazete yayın yönetmenliklerinde geçtiği düşünülecek olursa şahsi ve meslek ahlakım konusunda kolayca bir fikir edinilebilir. Bu tür suç duyurularının ve soruşturma taleplerinin özellikle düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün seviyesi ile ölçülen demokrasi konusunda “ileri demokrasi(!)” propagandasının yoğun bir şekilde yapıldığı bir dönemde sıklıkla gerçekleşiyor olmasının ise büyük bir şaşkınlığı içerisindeyim. (Bu kısım tabii ki şaka ama savcıya söylemedim.)
Doğrusu bu soruşturmayı da işlediğim herhangi bir somut suça istinaden görmüyorum. Tam tersine, ulusal ve uluslararası kamuoyunun yakından bildiği üzere, bu tür suçlama ve soruşturmaların muhalif ve eleştirel tavrımdan dolayı gerçekleştiğini düşünüyorum. Bu suç duyurusunun ve soruşturmanın amacını da medya ve düşüncelerin giderek daha fazla baskı altına alındığı bir baskıcı iklimde susmayan, fikir ve kanaatlerini her şart altında cesaretle ifade etmeye çalışan biri olarak tarafıma yönelik bir yıldırma, sindirme ve susturma çabası olarak değerlendiriyorum. Şayet sayın savcılığınıza saygısızlık olarak addetmezseniz, bu suç duyurusunu, diğer meslektaşlarımın sıklıkla başına gelen benzer örneklerde olduğu gibi, şahsımın yıldırılması, sindirilmesi ve susturulması konusunda verilmiş bir siyasi kararın yargısal bir süreç üzerinden gerçekleştirilmesi çabası olarak görüyorum.
Şikayete konu olan esas mevzumuza gelecek olursak, BaşBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun şikayet dilekçesinde iddia edildiğinin aksine o tarihlerde 200.000 değil, sadece 150.000 civarlarında bir takipçisi bulunan Twitter hesabımdan paylaştığım 140 karakterlik mesajda BaşBAKAN Davutoğlu’na yönelik herhangi bir şekilde “hırsız” ithamı ya da hakareti bulunmamaktadır. Şöyle böyle muhakeme kabiliyetine müsait asgari seviyede bir IQ’ya sahip olan, yarım yamalak dahi olsa Türkçe bilen ve okuma-yazmayı çat-pat söken ve okuduğunu anlayabilen biri bile “Selçuklu,Osmanlı,Cumhuriyeti kuranlar, "varisiyiz,torunuyuz,çocuğuz" dediğinizi duysa "hırsız hamisiyle işimiz olmaz" derdi @Ahmet_Davutoglu” cümlesinde BaşBAKAN Davutoğlu’na herhangi bir şekilde “hırsız” suçlaması yapılmadığını kolaylıkla anlayabilir.
Bu mesajda herhangi bir şekilde BaşBAKAN Davutoğlu’nun ne kişilik haklarına saldırı, ne de onur, şeref ve saygınlığını rencide etmeyi hedefleyen bir durum ve kasıt söz konusudur. Ortada herhangi bir şekilde “hırsız” ithamı olmadığı için iddia edildiği gibi herhangi bir hakaret de içermemektedir. Çünkü bu mesajda ne BaşBAKAN Davutoğlu’nun şahsına, ne de işgal ettiği kamu görevine yönelik bir hakaret mevzu bahistir. Bu yüzden şahsıma yönelik “hırsız yakıştırmasında bulunulmasıyla hakaret suçu işlenmiştir” şeklindeki mesnetsiz suçlamayı ve açık iftirayı kategorik olarak reddediyorum. Ne BaşBAKAN Davutoğlu’nun, ne de kendisine ve makamına uygun gördüğü avukatının IQ seviyesini, Türkçe bilgisini ve okuduğunu anlama kapasitesini sorunlu göremeyeceğimize göre, ortada muhalif gazeteci kimliğinden dolayı sindirilmek istenen bir kişilik olarak şahsıma yönelik bir yıldırma çabası görülmektedir.
Malumunuz olduğu üzere, medya ve basın demokratik hukuk devletlerinde “dördüncü kuvvet” olarak konumlandırılır ve kendisinden diğer üç kuvvetin faaliyetleriyle birlikte  kamuyu ilgilendiren her konuda denetim ve gözetim görevi beklenir. Özellikle kamu görevlilerinin kamu adına denetimi ve elde edilen bilgilerin kamuyla paylaşımı medyanın başta gelen görevlerindendir. Yıllardır Türkçe ve İngilizce değişik medya organlarında üst düzey editoryal yöneticilik yapan, yerli ve yabancı basına yazılar yazan, düşünceler paylaşan bir gazeteci olarak ben de kendimi kamunun doğru bilgilendirilmesini, iktidar olanaklarını eline geçiren kişiliklerin şu ya da bu yolla halkı soymasının veya aldatmasının önüne geçmeyi üzerine vazife edinenlerden biri olarak görmekteyim.
Bu bağlamda Twitter’da paylaştığım “Selçuklu,Osmanlı,Cumhuriyeti kuranlar, "varisiyiz,torunuyuz,çocuğuz" dediğinizi duysa "hırsız hamisiyle işimiz olmaz" derdi @Ahmet_Davutoglu” mesajını kişilik bütünlüğüme dahil olan gazeteci kimliğimle paylaştığımı ifade etmeliyim. Kolayca anlaşılacağı gibi paylaştığım bu mesaj herhangi bir hakaret içermemekle birlikte ciddi bir tespit ve vahim bir teşhis içermektedir. Yaptığım ise, bu teşhis ve tespiti takipçilerimle ve okuyucularımla paylaşmaktan ibarettir. Bu teşhisin ve tespitin isabetli olup olmadığı elbette uygun mecralarda tartışılabilir. Bu mecralardan biri medyadır, ama tabii ki mahkeme salonları da olabilir.
Şunu da belirtmek isterim ki, hiçbir şekilde hakaret ve hakaret kastı içermeksizin sadece mevcut durumun teşhis ve tespitinden ve bunun paylaşılmasından ibaret olan “hırsız hamisi” ifademin dayandığı somut gerekçeleri ve delilleri, hakkımdaki soruşturma davaya dönüşürse mahkeme önünde ortaya koymaktan ve tarihe somut bir not düşmekten büyük mutluluk duyarım. Ancak burada şu kadarını söylemekle yetineceğim: En az 20 yıllık şahsi ve yakın tanışıklığım olan, doktora çalışmalarım sırasında bir süreliğine tez danışmanlığımı da yapmış bulunan BaşBAKAN Davutoğlu, maalesef AKP Başkanlığı ve Başbakanlığı sırasında kendisini tanıdığım ve çok kıymet verdiğim niteliklerine uygun bir performans sergilememiş veya sergileyememiştir. Pek çok alandaki faaliyetlerine yönelik bu kanaatimi yine pek çok platformda ifade etmişimdir. Ve bunların tamamı fikir ve basın özgürlüğü sınırları içerisindedir.
İlgili Twitter mesajındaki “hırsız hamisi” ifadem de bu kapsamdadır ve somut olgulara dayanmaktadır. Özellikle 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarıyla, yakınlarıyla birlikte  yolsuzluklar yapıp, rüşvetler aldıklarına dair onlarca somut delilin ortaya saçıldığı AKP’li dört bakanın Meclis’te AKP oylarıyla aklanarak skandalın üzerinin kapatılması, belki hukuken farklı anlamlara gelebilir ama, yürütme, yasama ve yargının yanı sıra dördüncü kuvvet olarak tanımlanan medya açısından çok farklı anlamlara gelmektedir. Aldıkları rüşvetler ve yaptıkları yolsuzluklar suçüstü yapılarak somut şekilde delillendirilmiş bu müstafi bakanların Meclis’te aklanmasına vesile olan güç, BaşBAKAN Davutoğlu’nun başında bulunduğu iktidar partisi AKP’nin çoğunluk sandalyesine sahip olduğu Meclis Grubu’dur.
Yine onlarca somut delile rağmen içeriğinde yabancı ülkelerin de olduğu bu görülmedik büyüklükteki yolsuzluk ve rüşvet skandalının üstünü kapatılmasına ve ilgili soruşturmaların tüm demokratik ve hukuki norm, ilke ve teamüller hiçe sayılarak durdurulmasına yol açan irade de Ahmet Davutoğlu’nun BaşBAKAN olarak başında bulunduğu AKP hükümetidir. Mahkeme safahatında gerekirse tüm somut delillerini ortaya koyacağım bütün bu tutum ve tavırlar maalesef 25 yıllık bir gazeteci, yaklaşık 10 yıllık bir Genel Yayın Yönetmeni ve bir siyaset bilimci olarak bana BaşBAKAN Davutoğlu için “hırsız hamisi” teşhis ve tespitinden başka bir şans bırakmamaktadır.
Özetle, paylaştığım ilgili mesajda herhangi bir hakaret olmadığı gibi, şikayete konu olan ifadeler kamuoyunun doğru bilgi ve objektif yorum edinme hakkının tezahüründen ibarettir. Bu suç duyurusu ve soruşturma ise, ülkemizde geriye bir avuç kalan onurlu, izzetli ve cesur muhalif sesleri yargısal süreçlerin yoruculuğu ve yıpratıcılığıyla yıldırma ve sindirme amacı gütmektedir.
Saygılarımla…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder