17 Mayıs 2015 Pazar

İktidarın cinnet hali


17/25 Aralık 2013 tarihlerinde dünya tarihinin görüp görebileceği en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalında suçüstü yakalanan iktidar çevreleri o tarihten bu yana toplumun farklı kesimleriyle birlikte Hizmet Hareketi ile ilgili akla hayale gelmedik iddialarda ve suçlamalarda bulundular. Tam 18 aydır her gün meydanlardan, onlarca gazetenin manşetlerinden ve onlarca TV kanalından durmaksızın iddia, itham ve iftiralarını sürdürdüler. Ancak aradan geçen onca zamana rağmen ortaya bu akıl almaz iddia ve ithamlarını kanıtlayacak somut bir delil ortaya koyamadılar.
Delilsiz ve mesnetsiz bu iddia, iftira ve ithamlar binlerce polis şefini, yüzlerce hakim ve savcıyı, binlerce bürokratı görevlerinden almakta, meslekten ihraç etmekte kullanıldı. Bu insanları haklarından mahrum etmek ve hak arama yollarını kapatmak için yeni mahkemeler kuruldu. Var olan mahkemelere neredeyse mevcut kadroları kadar militan kadrolar ilave edildi. Yüzlerce insan “tabii hakim” ilkesine tamamen aykırı bir şekilde sonradan kurulan proje mahkemeler tarafından somut hiçbir delile dayanmaksınız hapse atıldı. “Paralel devlet” suçlamasıyla 22 Temmuz 2014 tarihinde yapılan ilk dalga operasyonlarda içeri atılan polis şefleri başta olmak üzere hapse atılanlarla ilgili ortaya hala bir iddianame ise konulmadı. Rivayet odur ki suçlananlara dair elle tutulur somut hiçbir delil olmadığı için iddianame yazımı kasten geciktiriliyor.
Bu arada, en üst düzey mensupları rüşvet alırken, yolsuzluklar yaparken suçüstü yakalanan AKP iktidarı tam 18 aydır akla hayale gelmedik yalan ve iftiralarla korkunç bir kara propaganda yürütüyor. Toplumun belirli kesimlerini bu kara propagandaya inandırabildikleri ölçüde harekete geçiyorlar ve hiçbir somut suçu olmayan insanlar karalanarak proje mahkemeler tarafından tutuklanarak hapse atılıyorlar. Aralarında gazetecilerin, bürokratların, askerlerin, polislerin, yargıçların, savcıların ve sivil toplum aktörlerinin bulunduğu insanlara yönelik soruşturma ve yargılama süreçleri maalesef bilinen anlamda bir yargısal süreç olarak işlemiyor. Bu süreçler hiçbir etik değerle kendisini bağlı görmeyen medyatik kampanyalarla kamuoyunda oluşturulan sanal algılar üzerinden yürütülüyor.
Öyle ki, medyatik kampanyalarda delilsiz ve mesnetsiz şekilde dile getirilen yalanlar, iftiralar ve ithamlarla kamuoyu nezdinde mahkum edilen masum insanlar sonra da dünyanın en absürt gerekçeleriyle proje mahkemelerden çıkarılan tutuklama kararlarıyla hapse atılıyor. Kimisi, Hidayet Karaca örneğinde olduğu gibi, bir TV dizininin tabiatı gereği kurgusal olan senaryosu gerekçe gösterilerek hapsediliyor. Polislere dair suçlamalarda olduğu gibi kimisi hukuk çerçevesinde belirlenen görevlerinin gereği olarak terör örgütlerini, organize suç şebekkelerini ya da uyuşturucu kartellerini takip ettiklerinden dolayı sorgulanıyor ve hapsediliyor. Daha da fecisi, TÜBİTAK eski Başkan Yardımcısı Hasan Palaz vakasında olduğu gibi, kimisi de iktidarın masum insanlar hakkında olmayan suçlar üretme çabasına destek olmadıklarından dolayı hapsediliyor. Bunlara görevlerinin gereği şüpheli kişilere ya da suç şebekelerine soruşturmalar açtıkları için meslekten ihraç edilen savcıları ve hukuk kuralları çerçevesinde verdikleri kararlardan dolayı hapse atılan hakimleri de eklemek gerekiyor.
Tamamen algı yönetimine dayalı hukuk dışı ve keyfi bir süreç yürüttükleri için Erdoğan ve liderliğindeki iktidar şebekesi algı mühendisliğinin ve algı yönetiminin tıkandığı noktada halkın uyanmasından ve olan biten rezaletlerin farkına varmasından büyük endişe duyuyor. Bu yüzden de medya üzerindeki kuşatma ve baskıyı artırdıkça artırıyorlar. Türkiye’de işini gazetecilik mesleğinin evrensel ilkelerine, onur ve izzetine uygun bir şekilde yapıp da hakkında iktidar veya Erdoğan tarafından onlarca dava açılmayan herhangi bir gazeteci ya da medya organı artık bulunmuyor.
Öte yandan, Anayasa gereği tarafsız kalacağına şerefi ve namusu üzerine yemin ettiği halde Erdoğan’ın her gün çeşitli vesileler oluşturarak meydanlarda birkaç konuşma yapma ihtiyacı da, oluşturmaya ve güçlendirmeye çalıştıkları bir algıyı sürdürme amacından kaynaklanıyor. Bisiklet kullananların dengede kalarak yol alabilmek için nasıl ki pedal çevirmesi gerekiyorsa Erdoğan ve ekürisinin de oluşturdukları sanal algıyı canlı tutabilmek için yalan ve iftiralarla bezeli kampanyalarını sürdürmeleri gerekiyor. Yine bu yüzden Erdoğan ve ekürisinin artık ülkeyi yönetmek gibi bir dertleri bulunmuyor. Dertleri büyük ölçüde avuçlarının içine aldıkları halkın algısını yönetmekten ibaret. Bunun içindir ki hiç durmadan meydan meydan, ekran ekran dolaşıp konuşuyorlar. Yalanlarla, iftiralarla, gerçekleri çarpıtmakla, mesnetsiz ithamlarla bezedikleri birbirleriyle çelişen konuşmalarını onlarca TV kanalında canlı yayınlatıyor, onlarca gazeteye manşet yaptırıyorlar.
Erdoğan ve ekürisinin bildiğimiz anlamda demokratik hukuk devleti adına ne varsa tarumar etmek pahasına uydurduğu “paralel devlet” veya “paralel yapı” yalanıyla, başta Hizmet Hareketi olmak üzere, tüm muhalif çevreleri hedef aldığı artık saklanamıyor. Hiçbir somut suç işlememiş kişilere ve kesimlere yönelik hukuk içerisinde kalınarak herhangi bir şey yapılamayacağı için Erdoğan ve ekürisi büyük bir ihtirasla hukuk devletini yok ediyor. Muhalif kesimleri sindirmek için giriştiği mücadelenin her adımında aslında kendileri büyük suçlar işliyor ve eninde sonunda bu suçların yargı önünde hesabını vereceklerini biliyorlar.
Yine ellerinde bildiğimiz anlamda hukuki nitelikte somut delil olmayınca muhalifleri yok etme hedefini algı yönetimiyle halkın belirli bir kesiminden devşirdikleri siyasal destek üzerinden gerçekleştirmeye yöneliyorlar. Bu çabanın önündeki en büyük engel olarak da, artık geriye bir avuç kalan muhalif ya da bağımsız medyayı görüyorlar. Kabul etmek gerekir ki, bağımsız ve özgür medyadan geriye kalanlar Erdoğan ve ekürisinin toplum mühendisliği ve algı yönetimine karşı büyük bir oyun bozanlık rolü oynuyor. Sadece bu bile söz konusu medyanın Erdoğan diktatörlüğünün tüm gazabını üzerlerine çekmesine fazlasıyla yetiyor. Zaten Erdoğan da bu bir avuç bağımsız ve özgür medyayı sindirmek ve susturmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Açılan soruşturmalar, davalar, hakaretler, ithamlar, tehditler, salınan vergiler umdukları kadar işe yaramıyor olmalı ki, algı operasyonlarının önündeki en büyük engel olarak gördükleri özgür medyayı artık fiziksel olarak ortadan kaldırma planları yaptıkları konuşuluyor. Özellikle Erdoğan yandaşı medya organlarında gün geçmiyor ki muhalif medyaya nasıl el konulacağına dair yeni bir senaryo yayınlanmasın. Bu despotik hevesler yandaş medyanın ahlaksız, ilkesiz, ilkel, hoyrat ve mide bulandırıcı fantezilerinden ibaret olsa yine iyi. Seçimlere sadece 20 günün kaldığı bir ortamda savcıların özgür ve bağımsız medyayı susturmak için harekete geçtiği gazetelerde sayfa sayfa haber oluyor.
            Gazetelerde çıkan son haberlere bakılırsa, kendisini Erdoğan’ın koşulsuz hizmetine adamış bir Ankara savcısı, hem de çok kritik seçimlerin arefesinde, Ulaştırma Bakanlığı’na ‘muhalif medyayı susturma talimatı’ göndermiş. Yasalara aykırı şekilde gönderilen talimat, muhalefetin sesini duyuran televizyon, radyo ve internet sitelerinin iletişim altyapılarını kapatmayı hedefliyormuş. Muhalif görüşlerin medyada yer bulmasını anayasal düzene karşı yasadışı bir eylem gibi görüyor olsa gerektir ki Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı Serdar Coşkun, muhalif partilerin sesini duyurabildiği televizyon, radyo ve internet sitesi gibi medya organlarının kullandığı devlete ait uydu bağlantılarını kapatma talimatı verebiliyor.
İktidar yanlısı olmayan tüm medya organlarını susturmayı hedefleyen bu tuhaf talimatın gerekçesi ise çok daha vahim: Erdoğan yanlısı olmayan yayın organları toplumda kutuplaşma ve kamplaşmaya sebep oluyormuş. Askeri darbe dönemlerinde bile görülmeyen bu mantık ve bu talimat bir taraftan özgür basına müdahalenin ulaştığı boyutları gözler önüne sererken, diğer taraftan Erdoğan rejiminin darbe dönemlerinden bile despotik bir karaktere büründüğünü açıkça ortaya koyuyor. Demokrasinin çoğulcu rekabet ve çok seslilik demek olduğundan habersiz bu savcının talimatındaki iddialara göre söz konusu medya organları ‘toplumu terörize ediyormuş” ve “kutuplaşmaya yol açıyormuş”.
Savcılık makamını işgal etmiş demokrasi ve hukuk fukarası bu adam belki de haklı! Gırtlaklarına kadar suça bulaşmış Erdoğan ve ekürisinin önünde istinasız herkes boyun eğse, olup biten haksızlıklara ve hukuksuzluklara hiç sesini çıkarmasa, hırsızlıkları ve yolsuzlukları hiç görmese, iktidarın yalanlarını ve iftiralarını yüzlerine hiç vurmasa ülke en az Kuzey Kore kadar huzurlu bir ülke olmaz mı? Hatta bir gün gelip de Erdoğan ve ekürisi bununla da yetinmezse, yine bir savcı talimatı ile milletçe Erdoğan’a secde edilmesi zorunlu hale getirilirse ülke daha da huzurlu olmaz mı?
Ey savcı, hiç çekinme, hiç utanma hadi bunu da talimatlandır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder